Sibelinsahasi.com’ a özel röportaj; konuğumuz Sayın Volkan Ballı!
Çok teşekkür ederiz. Takımımıza güvenimiz son dakikaya kadar tamdı. Ve puan farkı 1 puan olsa da şampiyonluğumuzdan emindik. O dönemlerde her şey üst üste geldi. 6-7 puan fark olan günlerde öyle bir atmosfer vardı ki, bu herkesin üzerinde büyük bir sıkıntı ve ağırlık yaratıyordu ama sonrasında erken rahatladık.
O haftayı iyi değerlendirdik. Futbolcuları ayağa kaldırmak ve Galatasaray – Fenerbahçe maçını bir şampiyonluk maçı gibi değerlendirebilmek için konuştuk hep beraber hocamızla.
Dünyada birçok profesyonel insan için kupayı garantiledikten sonra artık o maç önemli değildir. Ama Türkiye’deki bir Fenerbahçe- Galatasaray maçı her zaman dünyadaki sayılı derbilerden birisi niteliğindedir. Bu derbi maça da çok farklı gözle bakıldı. Birçok taraftar için şampiyonluktan bile önemliydi. Bunun önemini ve anlamını yabancı sporcularımıza da anlatıyoruz. Biz Galatasaray maçlarını her zaman daha fazla önemsiyoruz. Fenerbahçe ve Galatasaray arasında oynanan minyatür bir çift kale maç bile olsa ciddiye alınır. Tabii ki yaşanan taşkınlıkları ve tatsız olayları hangi statta olursa olsun kınıyoruz. 1-2’lik bir sonuçla ayrıldık. Şampiyonluğumuza ve 100. yıla yakışır bir sonuç oldu. Taraftarımız mutlu, bizler ve futbolcularımız da görevlerimizi yerine getirmekten dolayı gururluyuz…
Tarif edilemeyecek bir duygu. 100 yıllık kulübün tarihinde yer almak özellikle 100. yılında şampiyonluğu yaşayarak yer almak çok onur verici. Bunu bana çocukken söyleselerdi asla inanmaz, hatta hayal bile edemezdim. Beni babam Fenerbahçeli yaptı; emekli deniz albayıydı. Ona minnettarım. Hayatım boyunca Fenerbahçe yaşamımın bir parçası oldu. Çocuk yaşlarda inanılmaz bir tutkuyla Fenerbahçe’nin maçlarına gitmek isterken bir keresinde köprücük kemiğim kırılmıştı. Ankara’da oynanan bir cumhurbaşkanlığı kupası vardı. Galatasaray - Fenerbahçe o maça gidemedim diye inanılmaz üzülmüş ve ağlamıştım. Bu arada maç 2-1 galibiyetimizle sonuçlandı. O sırada da evde omuzum alçı içerisinde hüngür hüngür ağlıyordum; benimle beraber bütün aile ağlamaya başladı. Özellikle kız kardeşim. Yani bizim tutkumuz aile boyu! Bu nedenle küçük yaşlarda “100. yılda Fenerbahçe’de görev yapacaksın ve 100. yılda şampiyonluk onurunu yaşayacaksın” deseler inanmazdım. Bu tarifi imkânsız bir duygu. Bu görevde 4. yılım bitti. Bu 4 yılın 3’ünde şampiyonluğu yakaladık, bir tanesini de kıl payı kaybettik. Hep zirvede kaldık. Bunun onurunu ve gururunu yaşıyorum. Bunda benim de bir nebze katkım varsa ne mutlu bana. Müzeye gittiğim zaman göğsümü gere gere geziyorum; çünkü o tarihi tablo içinde ben de varım…
Geçenlerde bayan basketbol final maçındaydım. Orada yine söyledim. “Biz kocaman bir aileyiz.” Örneğin basketbol takımı menajeriyle sürekli temas halindeyiz, voleybol gene öyle ve diğer branşlar… Büyük bir kaynaşma, çok iyi bir iletişim var. Bu büyük aile oluşumunda başta başkanımız olmak üzere hepimizin ve özellikle de taraftarımızın katkısı var. Müthiş bir şey herkese, her kulübe nasip olmaz. 100.yılın Fenerbahçe’ye getirisi çok fazla oldu. Ben daha çok futbol takımı hakkında konuşabilirim. Takımın üstünde çok baskı vardı ve bu baskı kalktı. Gelecek sezon yine çok ciddi çalışarak daha rahat şampiyon olacağız. Bu sene şampiyonluğu kaybetseydik; ciddi anlamda geri giderdik, çünkü insanlara bunu anlatmanız mümkün değil… Sezon başında da söyledim “100 yıl bir baskı yaratacaktır, bu dezavantaja dönüştürülmesin ve her anında takıma destek verilsin”. Camia, duayenler, taraftar, yönetim başta başkan olmak üzere herkes büyük destek verdi. Kaybettiğimiz dönemlerde bize sırt çevrilmiş olsaydı, bizim de tekrar ayağa kalkmamız zor olacaktı. Bu yapılmadı, bu yapılmadığı için de ilk yarıyı 7 farkla önde bitirdik ve 2. yarıda da sezonun bitmesine iki hafta kala şampiyon olarak bitirdik. Galatasaray maçının skoru da, haklı gururumuzu ve sevincimizi perçinledi!
“Fenerbahçe hep zirvede sadece rakip değişmekte” Rakip ya Galatasaray oluyor ya Beşiktaş ya da bir başkası.
İlk maç 3-0 yenildiğimiz İstanbulspor’la yaptığımız bir maçtı. Düşünebiliyor musunuz ilk defa göreve çıkmışsınız, havalarda uçuyorsunuz, yıllarca takımın peşinde koşmuşsunuz, futbolcusundan imza almaya çalışmışsınız ve şimdi takımın sorumlusu olarak saha kenarındasınız, esame listelerine imza atıyorsunuz. Bu inanılmaz bir olaydı benim için. Ben neredeyim diyorsunuz. Ve o gün yenildiğimizde, o yaşadığım duyguları asla unutamam; yerin altından geçip gitmek geldi içimden. O an yedek kulübesinden soyunma odasına giden yol bana dünyanın en uzun yolu gelmişti.
Çocukluğumdan beri taraftarın içindeyim, bu taraftarların çoğu arkadaşım. Taraftarlık boyutumun bana görevimde de çok yararı oldu. Taraftarın bu güveninin altında yatan bir öğe ise “İçimizden birisi bizi orda temsil ediyor” diye düşünmeleri olsa gerek… Geçmişimde profesyonel futbolculuk yok. Üniversite öğrenimimi arkeoloji ve tarih öğretmenliği üzerine yaptım. 2 bölüm birden bitirdim. Pedagoji eğitimi aldım. Fenerbahçe’nin yapısını ve ruhunu çok iyi biliyorum. Bu 4 yıl boyunca her zaman tüm taraftarlarla, derneklerle, gruplarla hep oturdum, konuştum. Bunları sadece Fenerbahçe sevgimden ve Fenerbahçe’nin başarısı için yaptım. Sürekli bu görevde kalmak mümkün değil, bittikten sonra da taraftarlık yanım devam edecek. Taraftar olarak kızabilirsiniz, tepki gösterebilirsiniz, bağırabilirsiniz, uyarabilirsiniz yeter ki kötü söz söylenmesin ve fiziki bir müdahale olmasın.
Evet, bazen “taraftarla çok ilgileniyorsun” deniyor; ancak başka türlü davranmak da çok zor benim için… Bazen kendimi frenliyorum zira icra ettiğim görevde Fenerbahçe gibi bir kurumu temsil ediyor olduğumu ve orada her hareketime, her söylemime özen göstermek durumunda olduğumu hatırlıyorum.
Menajer-oyuncular- yönetim üçgeninde iletişim nasıl…
Futbolcular bana, ben onlara ve işime her zaman saygılı oldum. Her zaman belli bir ölçü içindeyiz. Gerektiğinde özel sorunlarını da benimle paylaşırlar, ben de onlara elimden geldiğince kendi deneyimlerimle yardımcı olurum. Benim odamın kapısı her zaman açıktır ve hiç boş kalmaz. Yardımcı olmaya çalışmaktan da mutluluk duyuyorum. Yönetimle de sürekli sıkı bir iletişim halinde olmanız gerekiyor… Bunun içinde yönetimi bilgilendirmek, takımla ilgili görüşmeler, futbolcu, personel ile ilgili görevler vs yer alıyor… Ayrıca seyahatlerde hiçbir hata yapmamanız gerekiyor. İşimiz sıfır hata gerektiriyor! Bu bir ekip işi; hepimiz bir takım olarak Fenerbahçe Spor Kulübümüz için çalışıyoruz.
Aslında benim yaptığım takım menajerliği. Takım menajerliği ile genel menajerliği birbirinden ayırmak gerekiyor. Genel menajerlik, spor kulübü olmayan sadece futbol kulübü olan yerlerde geçerlidir. Genel menajerlik birçok görevi kapsar; transferleri o yapar, bütçe ona bağlıdır, bütçeyi yönetir, teknik direktöre o karar verir... Türkiye’de bu sistemin oturması mümkün değil. Çünkü Türkiye’de başkanlık ve yönetim kurulu sistemi var. Dolayısıyla genelde Türkiye’de kulüp başkanları olayın genel menajeridir. Türkiye’deki menajerlik sistemi daha çok takım menajerliğidir.
Eşim ve çocuklarım koyu birer Fenerbahçeli. Zaman zaman eşimden, ona yeterince zaman ayırmadığım yönünde şikâyetler alsam da onun koyu bir Fenerbahçeli olması beni anlamasına yardımcı oluyor ve bu da beni rahatlatıyor.
Maçlardaki duyguları anlatmak mümkün değil… Uğura da inanmazdım, çevremdekilere şaşırırdım. Fakat etrafınızda o kadar uğura inanan insan var ki; ben de şimdi maçlara giderken çorabıma kadar hangisini giyeyim, hangi kravatı takayım, uçakta giderken ne tarafta oturayım gibi şeyleri düşünmeye başladım. Bir arkadaşımın hediyesi yüzük var mesela, onu parmağımdan çıkarmıyorum!
Eski yıllarda rakip takım analizlerine, istatistiklerine yeterince önem verilmezdi. Futbol şimdilerde daha bilimsel bir yolda gidiyor. Yeni yeni programlar öne çıkıyor, teknolojiden sonuna kadar faydalanılıyor. Mentorların çalışma ve yaklaşımlarına ek olarak, futbolcuları motive edecek çok daha yeni bilimsel ve psikolojik teknikler gelişiyor, biz bu konularda çalışmalar yapıyoruz. Bir önceki dönemde takımda hiçbir farklılık yok, aynı takım bir sezon sonra küme düşmeye oynayabiliyor. Bunda da psikolojinin önemi öne çıkıyor. Bizde de, çok fazla basına lanse edilmese de bilimsel çalışmalar ve eğitim destekleri her konuda var.
Vakıflarla temas halindeyiz; özürlü çocuklar, lösemili çocuklar vakfı, taraftar ve dernek organizasyonlarına her zaman destek vermekteyiz.
Geçmişte sade bir taraftardım, şimdi ise Fenerbahçe’de görev yapan bir taraftarım. Taraftarımıza mesajı her zaman takıma destek olma yolunda iletmeye çalıştım. Taraftar o renklere, bizler o renklere aşığız. Bir kulübün iyi günü de olabilir, kötü günü de. Şartlar ne olursa olsun sürekli desteklemek gerekir. Taraftarın katkıları muhteşem. Türkiye’de en büyük taraftar kitlesi Fenerbahçe’de. Müthiş bir tutku var. Bunu çok ciddi anlamda çocukluğumdan beri gözlemliyorum. Örneğin daha Fenerbahçe’de görev almamışken, havaalanında yurt dışına bir yere giderken, bekleme salonunda gezerken, bir kırtasiyeye girdiğimde sarı bir obje bile görsem hemen satın alırdım. Bu duyguyu, bu tutkuyu Fenerbahçeli olan herkes yaşıyor. O yüzden Feneriumlar başarılı, ürünleri daha iyi satıyor. Kombineler satılıyor. Piyangosunu daha iyi satıyor. Taraftar kartında istenilen hedefe ulaşılıyor. Bir de Fenerbahçeli şunun bilincine vardı. “ İstikrarlı olan bir takım başarılı olabilir.” Uzun zamandır Sayın Aziz Yıldırım’ın kulüp başkanı olarak devam etmesi, maçlara gelmesi, liderin değişmemesi, yapabileceklerini belli bir zaman içerisinde gösterebilme şansını yakalayabilmesi, bunlar hep istikrarlı bir sürecin sağlıklı devam etmesini sağladı. İlk dönemlerde “Sportif başarı yok, Aziz Yıldırım sadece tesis yapıyor, başka bir şey yapmıyor” diyenler bugün o söylediklerine çok pişmanlardır herhalde. Son sözüm: Sabırlı olsunlar, sabır en önemli erdem.
Sabırlı oldukları takdirde bu ekip, bu takım, bu kulüp, bu taraftar her zaman daha çok başarılı olacaktır.
Röportaj: Sibel Kurt
Fotoğraflar: Mustafa Türk