Bir Fenerbahçeliden İnönü Stadı
“Susun İnönü Stadı Konuşacak”
Maçtan evvel söylerler: “Yenilmek yok,11 kişi çıkacağız, oynayacağız ve maçı alacağız başka kaidesi yok!” İşte bu sözlere çok kulak misafiri oldu Efsane İnönü Stadı… Başka sesler de yükseliyordu İnönü Stadı’ndan; atletizm yapanlar, basketbol gösterisi yapanlar, konserler, ve kıyasıya maçlar… Şaşırmayın bunların hepsi yaşandı o statta… Dönersek maçlara: Maç başlıyor ve taraftar müthiş. “Non-stop” susmak yok. Taraftar olmayı fazlasıyla hak ediyorlar. Her zaman takımlarının ayrıcalığını hissettiriyorlar ve centilmenlik örneği teşkil ediyorlardı. Tribünler muhteşemdi, kravatlı gelirler, küfür yok, oyuncuları alkışlarlardı. Takım farkı yoktu, aynı tribünlerde Fenerbahçelisi, Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı maçları seyreder, çıkışta da Beyoğlu’na yürürlerdi. Sporcular da öyleydi… İnönü Stadı deyince bir dur diyeceksin.. . O kadar anı var ki sanki bütün takımların anıları birbirine karışırdı… Karma takımlar yapılır, özel maçlara çıkılırdı… Şimdi susmak zamanı biz susacağız… İnönü Stadı konuşacak… Toprağı konuşacak, tahta tribünleri, taşları, pankartları konuşacak… Yıkım sessizliği bu belki beton yığınları iş makinelerinin altında gürültülü sesler eşliğinde ezilip gidecek lakin denize yankılanan “Gooollll” sesleri her zaman Dolmabahçe kıyılarında yankılanacak…
İlk temeli 1930 yılında atıldı. Lakin araya giren 2.Dünya Savaşı nedeniyle inşaat yarım bırakıldı. 1943 yılındaysa ikinci kez yapılan temel atma töreniyle İnönü Stadı tamamlanmadan açıldı. Bu kadar acele nedir diye sorarsanız… İstanbul’un büyük bir stada ihtiyacı vardı. Tamamlanan yerler sadece kapalı tribün ile deniz tarafındaki açık tribündü. Günlerden 23 Kasım 1947 Pazar günüydü… İnönü Stadı’nın açılışı dolayısıyla İsveç Takımı AIK: Fenerbahçe – Galatasaray Beşiktaş bir de bu üç büyük takımımızdan yapılan bir karmayla maç yapacaktı. Yapılan organizasyona göre İsveç A.İ.K takımı 21 Kasım günü uçakla İstanbul’a gelecekti. Ancak yoğun sis nedeniyle gecikti. Bu da ilk mücadele olan Fenerbahçe’yle 22 Kasım’da yapacağı maçın ertelenmesine neden oldu. Belki de yıllar sonra sadece Beşiktaş takımına ev sahipliği yapacak bu stadın Beşiktaş’a bir sürpriziydi. Böylece İnönü Stadı’nın ilk maçı Beşiktaş- A.İ.K maçıyla taraftarlar buluştu.
İnönü Stadı kimleri ağırlamıyordu ki yıl 1948’ e geldiğinde Türkiye’ye ilk defa gelen İngiliz profesyonel futbol takımı Oueen s park Rangers’tı. O yılın Mayıs ayı geldiğinde İngiliz takımla birlikte ünlü İngiliz hakem Mr. C.J Barıck’in de gelişi çok önemli bir olay oldu.
1948 Londra olimpiyat oyunlarına hazırlanan milli futbol takımımız 30 Mayıs 1948 günü İnönü Stadı’nda Avusturya ile özel bir maç yaptı. Bu maç on iki yıl sonra aradan sonra İstanbul da oynanan İlk milli maçtı. İnönü Stadı’nda yirmi bin seyirci vardı. Stat hala bitmemişti. Cumhurbaşkanı İnönü bu maçı izledi. 1-0 yenilmiştik.
Uefa’nın ilk golü yine bu statta Fenerbahçeli oyuncu Yaşar Mumcu tarafından 14 Eylül 1971’de atıldı. Yaşar Mumcu bunu öğrendiğinde o günü şöyle anlatıyordu?
“14 Eylül 1971 tarihinde İstanbul Dolmabahçe Stadı’nda oynanan Fenerbahçe-Ferencvaroş maçında atmış olduğum bu golün UEFA Kupası tarihinin en önemli golü olduğunu ben de 38 yıl sonra tüm Türkiye ile birden öğrendim. 1971-72 sezonundan itibaren tüm takımların katılabildiği bir statüye kavuşan UEFA Kupası’nda atılan ilk golüymüş. Fenerbahçe-Ferencvaroş olarak kura çektik. Maç 1- 1 bitmişti. O golün tarihe geçeceğini bilemezdim. Her ne kadar UEFA Kupası’nın ilk golü benden gelse de bunda Fenerbahçe’nin payı çok büyük.
- Ercan Aktuna stadın açılışına gitmiş sekiz yaşındayken…
- Şeref Has jübilesini yapmış Haziran 1969. Yer; Mithatpaşa Stadı. Saat; 19.00. Milli takım ve Fenerbahçe’nin unutulmaz kaptanı jübilesini yapıyor. Daha çok genç, sadece 28 yaşında. En başarılı olduğu dönemde neden bu jübile? Hem Fenerbahçe, hem kendisi, hem de Türk sporu için gerçekten çok büyük şansızlık, Fenerbahçe takımının teknik direktörü Molnar’ın “Şeref, futbolu bırakıyoo. Yazık ediyöö, adam gibi bir futbolcu” demekten kendini alamadığı basında yer aldı. Başlama vuruşunu Sayın Hülya Koçyiğit yapmıştı. Maalesef erken bir “Allahaısmarladık” demişti. O geceyi şöyle anlatıyordu: “ Dün gibi hatırlıyorum. 29 Haziran 1969. Mithatpaşa Stadı’ndaydı. Şovla başladı. Artistlerle jokeyler arası bir müsabaka gerçekleşti. 1-0 jokeylerin galibiyetiyle başlayan bu maçta artistlerin kalesini koruyan Fikret Hakan ve rahmetli Öztürk Serengil sakatlanarak oyundan çıkmışlardı. Ondan sonra oynanan Galatasaray- Fenerbahçe maçı. Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi. Sonrasında benim veda törenim başladı. Yine takım kaptanı olarak sahaya çıktım. Almanların “Harika çocuğu” gol kralı Uwe Seeler’i ve o sıralarda Almanya’nın Hamburger SV Takımı’nda oynayan eski Fenerbahçeli kalecimiz Özcan Arkoç’u davet etmiştim. 30.000 kişi gelmişti. Stat doluydu. Kupalar, madalyalar, çiçekler ama en önemlisi bizim takımın ve diğer takımın taraftarlarının, arkadaşlarımın ve yöneticilerimin kucak dolu sevgisi… Unutulmaz bir gece unutulmaz bir jübileydi benim için.
Fenerbahçe’nin en uzun süre futbol oynayan efsane oyuncu Fikret Kırcan’ın da anıları vardı tabii…
“ İlk zamanlar yalnızca İstanbul Ligi vardı. Galatasaray, Beşiktaş, Vefa, Beykoz, Süleymaniye gibi takımlar vardı. Öyle başladık. Sonra sistem değişti. Yalnız İstanbul değil, tüm Türkiye’de oldu maçlar. Bir Beşiktaş maçımız var: İyi de başladık fakat 20. dakikada Dolmabahçe’de Beşiktaş 3 tane gol attı. Ben de kaptanım. Halk, taraftarlar sinirli tabii, bağırıyorlar. Devre arasında odaya geldik. Baktım, menajer yok, teknik direktör yok. Beşiktaş gene atacak 6-7 olacağız diye kimseler kalmamış. Lefter dedi ki “Ne yapacağız Fikret ağabey?”, “Yüzünü yıka gel” dedim. Sonra Burhan geldi . “Ne yapacağız?” dedi. “Git yüzünü yıka gel, kafanı dağıt, ruh, aşk Fenerbahçe düşüncesi ile oynayacağız, maça yeni başlamışız gözüyle bakacağız. Lefter, sen sol açık, ben sağ açık, Burhan sen santrafor oynayacağız” diye direktifler vermeye başladım. Sonra maç başladı. 10 dakikada 3 gol attırdım. Lefter “Allah Allah Fikret, Fikret maç bitecek.” diyor. Coşkun sol açık, topu aldım, defans durdu. 15 dakika var. Hakem gördü, “Oyna” dedi. 4-3 attılar golü. Lefter gene geldi “Biz bittik Fikret ne yapacağız?” dedi. “Dur, daha 15 dakika var. Maç bitmedi.” dedim. 10 dakika daha geçti. Ortadan köşeye vurdum; 4-4 oldu. 3 dakika var topu Lefter’e bıraktım, geldi, direkten döndü olmadı. Bana geldi top, vurdum, yine direkten olmadı. Sonuçta 4-4 bitti. Bu da inancın, takım ruhunun gücüdür. 3-0 olan maçı 4-4 sonuçlandırabiliyorsunuz.
- Ya Yavuz Şimşek o da bu statta oynadığı Manchester maçını anlatıyordu:
“1967- 68’ de tüm kupaları aldık. Hah bir de Balkan Kupası… Balkan Kupası deyip geçmeyin Avrupa düzeyinde bir kupa. Biz Kınalı Ada’da kamp yapıyoruz. Hep baba oyuncular var, kuradan Manchester çıktı. Manchester da 1966 Dünya Kupası’nı almış, o takımdan da 6 oyuncusu var. Manchester City takımını toprak sahalardan çıkıp böyle kaliteli sahalarda nasıl yenersin zaten yeniliriz düşüncesiyle sahaya çıktık. Kaleciye ne kadar top gelirse kalecinin kendini o kadar gösterme şansı var. Allah yardım etti, çok dikkatli ve iyi oynadım. Maç bitince kendimi Kıbrıslı bir Türk’ün omuzlarında buldum. Maç bitti 0-0. Bütün İngiliz seyircisi ayakta beni alkışladı. Ertesi gün Samim var spor sorumlusu “Gazeteleri aldın mı? Bundan daha güzel bir haber olur mu? Dünya sporundasın, herkes senden bahsediyor.” dedi. Bir iki tanesini buldum. En çok üzüldüğüm de evde soba tutuşturayım derken hanım hepsini yakmış. Bir başlık şöyleydi: “Dünya sporu için ne gece!” Bir de dünya çapında üç yıldız dağıtmışlar. Biri Muhammet Ali Clay’e giderken… Bir yıldız da bana düşmüştü. Tabii o maçın rövanşı buradaydı. Mithatpaşa Stadı’nda rahat 50 bin kişi vardı. Taç çizgisine kadar seyirci doluydu. Biz burada havaya girdik, ilk yarı bir gol yedik, 50 bin kişi bir sessizlik kibrit sesleri geliyor sadece… İkinci yarı 1-1 oldu. Sonra 2-1 nasıl yendik bilemiyoruz. Eledik adamları. Bize prim sözü vermişlerdi ve de sözünü tuttu Kulüp. Hem de kendini sıkıntıya sokarak.
Fenerbahçe eski başkan vekili ve bizi Amerika’ya Türk bayrağını tanıtan atletizm şampiyonumuz Eşref Aydın’da bu statla ilgili anısı çoktu…
“Cumhurbaşkanı İsmet İnönü adına düzenlenen Türkiye kros birincilikleri, her sene muhtelif şehirlerde yapılıyordu. 1946 senesine kadar İnönü Koşuları’nda 6 sene arka arkaya birinci olmuştum. 1947’de Dolmabahçe Stadı yapılıyordu. Daha stat bitmemiş. Biz de bir kenarda antrenman yaparken görevlilerden biri bana doğru bakarak “İsmet İnönü gelecek, bir eşofman al ve yanımıza gel.” dedi. Sonra İsmet İnönü büyük kapıdan içeri girdi. Gerçekten de İnönü, hayatında hiçbir spor müsabakasına gitmemiş ve hiçbir sporcuya da ödül vermemişti. Bir tek at yarışlarına gidermiş. Dolmabahçe Stadı’na o gün antrenman sırasında ilk defa “İsmet İnönü de gelecek.” dediklerinde şaşırmıştım, elim ayağım titriyordu. Yanına gidilmiyor tabii. Görevli bana “Bekle burada,” dedi. Sonra beni alıp, İsmet İnönü’ye götürdü. Aklımda kalan tek şey “Evladım, talim mi yapıyorsun?” diye sormasıydı. Sonra orada bulunan görevliler beni göstererek “İşte paşam, sizin adınıza yapılan koşuları 6 senedir arka arkaya kazanan sporcumuz Eşref Aydın bu!” dediler. İnönü bana mükafatlar verdi. Hediye edilen Zenith marka kol saatime herkes merakla bakıyordu. Ne mutlu ki İnönü ile tanışmak ve konuşmak da nasip oldu bana…