|
Beşiktaşlı Olmamı İsterlerdi Ben de Korkar Kaçardım Devlet sanatçımız, yönetmenimiz, oyuncumuz, senaristimiz… Onunla büyüdük. Gençlerimiz, çocuklarımız halen onun filmlerini, oyunlarını büyük bir zevkle izlemekteler. O bizi yıllarca hem güldürdü hem de doğru, ince esprileri olan akıllı mesajlarını verdi. Her defasında ne kadar gülsek de dersimizi çıkarmayı bildik. Bu nadide ve gönülden Fenerbahçe sevdalısı sanatçımızın sportif, kültürel ve siyasi mecralar için verdiği tüm tembihleri can kulağıyla dinledik ve sayfalarımıza aktardık.
- Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerli oldunuz Zeki Bey? Altı kardeşiz, ben 4 numarayım, benden büyük üç ağabeyim, benden küçük de iki kız kardeşim var. Ağabeylerimin ikisi Fenerbahçeli, birisi de Beşiktaşlıydı… O Beşiktaşlı olan nereden çıktı belli değil, belki de sıra dışı herkese karşı çıkan bir tipti, ondan o Beşiktaşlı oldu. Babam da Fenerbahçeliydi. Dolayısıyla benim için Fenerbahçeli olmaktan başka bir şans yoktu. Seçerek, isteyerek, rengini falan beğenerek değil; aile baba, anne, akrabalar çoğunluk Fenerbahçeli olduğu için ben de Fenerbahçeli oldum. 1943 doğumluyum, beş yaşının biraz üstündeydim, Ekim ya da Kasım ayıydı Dolmabahçe Stadı’nda… Hoş bu stadın adı da devamlı değişmiştir ya… Bir Dolmabahçe oldu, bir Mithatpaşa oldu, bir İnönü oldu. Bizim politik dehalarımız politik çıkarları doğrultusunda istemedikleri Demokrat Parti döneminde “Aa İnönü Stadı olur mu? - O zaman ailesel zorunluluktan değil, yürekten bir Fenerbahçelilik bu… Sizin de dediğiniz gibi çok koyu bir Fenerbahçeliyim ben. Fenerbahçe kötü sonuç aldığı zaman çok kötü olan bir adamım. Tabii bütün objektifliğimi yitirecek kadar fanatik değilim. Yendiğimiz zaman çok mutlu oluyor, inanılmaz bir keyif alıyorum. Son yıllar kaçırılan şampiyonluklarla dolu, çok şansız yıllar… Onun içindir ki üzülerek izliyorum. Bu yanlışları görüyorum, bağırmak istiyorum, bağıramıyorum. Sesimi duyurmak istiyorum, duyuramıyorum. Benim gibi milyonlarca kişi de duyuramıyor. İşin başında olan kişiler tabii ki çok iyi niyetleriyle çalışan kişiler. Bizlerle aynı duygular içinde olduklarını biliyorum. Ama böyle bir Fenerbahçe istemiyorum. Zaten Başkanımız da bunun sözünü verdi. Kendisini de, yeni dönem başkanlığı için kutluyorum. - Yıllar öncesine kadar maçlara sıklıkla gittiğinizi biliyoruz. Şu an sevilerek izlenen televizyon dizisi Akasya Durağı’nın çekimlerinden maçlara gitme fırsatı bulabiliyor musunuz? Çok sık olmasa da, çekim olmadığı zaman gidiyorum. Çok güzel yüz ağartıcı bir stadımız var, çok akıllıca yapıldı. Maçlar kesilmeden, ara verilmeden böyle bir stadın yapılması inanılmaz zordu. Televizyondan da izlemek de bana müthiş zevk veriyor. Yaşımızdan mıdır nedir, bir de günümüzün teknolojisi büyük kolaylık sağlıyor. Bir maç görüntüsünü tekrar tekrar izliyorum. Statta bile bir pozisyon oluyor, bırakıyorlar sahaya bakmayı monitörlere bakıyorlar. Çok maçlara gittim tabii ama şimdilerde statta saha çok büyük geliyor, genelde sağ tarafa oturuyorum. Tam anlamıyla yoğunlaşamıyorum. Ama evde televizyonun başında öyle değil. Pozisyonlara yakınsınız. Stada gitmediğimde bir tek şeyi özlüyorum o da benimle birlikte birçok insan maç seyrediyor. Fenerbahçe’yi orada bağıra çağıra seyretmek tabii ki daha başka. Orada bağırıp çağırınca sesim de kısılıyor. - Siz de iz bırakan futbolcular kimlerdi? Robert Koleji’nde okuyordum. O tarihlerde hiç maç kaçırdığımı hatırlamıyorum. Ağabeylerimle gider, seyrederdik. Beşiktaşlı ağabeyim bir süre sonra Londra’ya gidip yerleşti. Biz Fenerbahçeliler kaldık burada… Özellikle büyük ağabeyim çok fanatikti. O tarihlerde inanılmaz oyuncular vardı. Lefter müthiş, Can Bartu müthiş. Mehmet Ali Has vardı. Şeref Has’ın ağabeyi onu da çok severdim. Ahmet Erol vardı. O da babamın öğrencisiydi. Ama bir de kaleci vardı; Selahattin Ünlü diye bir kaleci. Kimse pek bilmez, kendisini de öne çıkaran bir kaleci değildi. Yoksul, hatta bir tarihlerde Fenerbahçe’nin eski stadında tribünlerin altında odalar vardı, orada kalırdı. Çok severdim, hayrandım ona. Kaleciliğe de merakım vardı. Selahattin Ağabey idolümdü. O zamanlar milli takımımızın kalecisi de Turgay Şeren’di. Hep ön plandaydı, Selahattin Ağabey biraz geride kalırdı. Örnek vermek için söyleyeyim, günümüzün gençleri bilmez belki. Bir sene Fenerbahçe Moskova’ya Ruslarla maç yapmaya gitmişti. O zamanlar Rusların ünlü kalecisi Lev Yashin’di. Avrupa’da “Yılın Futbolcusu” ödülünü kazanabilen tek kalecidir. Ayrıca kariyerinde toplam 150 penaltı kurtarmıştır ki bu sayı, Dünya tarihinde bir rekordur. Dünya’nın en iyi kalecisiydi. Fenerbahçe maçını yapmış ve dönüş vakti gelmiş, trenle dönüyorlarmış. Koskoca Yashin bizim kalecimiz Selahattin Ünlü’nün valizlerini taşımış ve “Böyle bir kalecinin bavullarını taşımak benim için onurdur.” demiş. Sonra ben kolejdeyken Selahattin Ağabey artık yaşlanmış mıydı neydi, kendini öne çıkarmak istemediğinden B takımında oynamaya başladı ve artık yeni genç kaleciler geldi. Fenerbahçe B takımının bizim Robert Koleji’ne maç yapmak için gelmesi benim için ne kadar büyük bir heyecan düşünebiliyor musunuz? - Çok heyecanlanmışsınızdır… Evet, kalenin dibine kadar gittim, yağmurlu ve çamurlu bir gündü. Selahattin Ağabey’i 1,5 metre mesafeden seyrettim. Tribünden seyretmekten çok daha farklı tabii sonra maç bitti. Fenerbahçe yendi Koleji. Futbolcular soyunma odalarına doğru yürüyorlardı. Koştum, yetiştim. Elimde bir kâğıt, kalem imza istedim. “Bana bir imza verir misiniz Selahattin Ağabey? - Sporla birebir ilgilendiniz mi? Bir dönem kalecilik yaptım. Bırakmasam ne olurdu, biraz daha ileri yaşlara kadar sürdürürdüm fakat boyum nedeniyle benden iyi bir kaleci olmazdı, yirmili yaşlarda bıraktım. Sonra da çok fazla sporla uğraştığım söylenemez. Ama iyi bir seyirciyim, sadece futbol seyircisi değilim atletizme de çok meraklıyım. Atletizm yarışlarını hiç kaçırmam halen yakın takipteyim. Önemli yarışmalara gidiyorum. Olimpiyatları hiç kaçırmam. - UEFA final maçını izleyebildiniz mi? Şüphesiz büyük bir gururla izledim. Böyle uluslararası finallerin stadımızda yapılmasını çok hayretle karşılamıyorum çünkü stat göğsümüz kabara kabara göstereceğimiz bir stat ayrıca İstanbul çok güzel, iyi bir konuma sahip. Tek şikayetim zemin; çok iyi değil, kırık dökük. Zemin problemini bir türlü çözemediler, deniz seviyesine yakın olması sorun olabilir ama deniz seviyesinde de yüzlerce stat sayabilirim size. O zaman Hollanda da stat zeminlerinin çok kötü olması lazım. Venedik’te de bir maç izledim zemin pırıl pırıldı. Venedik’in yarısı sular içinde ama gerekli önlem alınmış. Bu sorunumuzla ilgili sanırım gerekli çalışmalar yapılıyor. Bu ev sahipliğimiz umarım önümüzdeki yıllarda da devam eder. Bir Dünya Şampiyonası yapılırsa çok keyif verir. Bu arada Galatasaray, Beşiktaş’ta da bir şeyler yapılmaya çalışılıyor, Kayseri yaptı. Bir Dünya Kupası olduğunda boynumuz bükük olmayacak. - 2009-2010 sezonun da nasıl bir Fenerbahçe bekliyorsunuz, önerileriniz, eleştirileriniz nelerdir? Geçtiğimiz sezon bence oyuncularımız kerhen oynadılar. Fenerbahçe bu değil. Fenerbahçe bu sene açık ara şampiyon olmalıydı. Başkanımızın çok özellikli önemli değerli yönleri var ama bu futbol bizi üzüyor. Bu kadar zeki bir başkan ve yönetim kurulu bizdeyken futbol şubesi daha az açık vermeli diye düşünüyorum. Türkiye Kupası’nı gene kaçırdık. 12. dediğimiz kişileri de biraz dinleyelim. Özellikle önem verilmesi gereken branş futboldur. Kendimizi aldatmayalım… Diğer branşlarda alınan başarılar bizlere gurur veriyor ama kulübün diğer branşların ayakta durması ve başarılarının artması için de gerekli olan futbolda kazanılan başarılardır. Takımın teknik direktörle arası iyi değilse, o iş olmaz. Kaleci ihtiyacı giderilmeli ve transferler oluşmadan oyuncunu sakatlık geçmişi iyice araştırılmalı diye düşünüyorum. - Akasya Durağı’ndan babacan bir patronsunuz… Bu televizyon dizinizi zevkle izliyoruz. Siz hangi televizyon dizi ve programlarını izliyorsunuz? “Canım Ailem” dizisini çok da severek izliyorum. Benim görebildiğim kadarıyla televizyon dizileri arasında en iyi dizi o. Kendi dizimmiş gibi sahipleniyorum. Çok keyifli ve doğru dürüst bir dizi… - Peki ya spor programlarından en çok izlediğiniz nelerdir? Maraton’u çok seyrediyorum. Faik Çetiner’in programını izliyorum. Faik mahallemizin çocuğu, onu başka bir duyguyla izliyorum. Bazen de belgeselleri izliyorum, zaten başka da zaman kalmıyor. - Sizin en beğendiğiniz güldürü sanatçıları kimlerdir? Metin çok güldürür. Güldürmek kolay değil. Derler ki bir komedyeni güldürmek daha zor. Aldanmayın böyle bir şeye komedyenin hiçbir farklılığı yok, komedyen bir insan diğerlerinden farkı olmayan bir insan. “Dalağı düşük” derler bana. Ben bir sinemaya, tiyatroya gitsem o kadar çok gülerim ki eşim ikaz eder. Nejat Uygur çok güldürür. Yeni dönemde Cem Yılmaz’a çok gülüyorum, özellikle stand-uplarda. Herkese gülüyorum. Yeter ki güldürsün ve mesajını verebilsin. - Bir dönem siz ve Metin Akpınar güldürürken gerekli mesajları büyük bir cesaretle ve seviyeli bir şekilde veriyordunuz. Bugünkü komedi örnekleri için ne düşünüyorsunuz? Günümüzde neme lazımcılık içinde belki biraz korkarak hareket ediyorlar. Herkes “Aman güven suyuma kimse girmesin” diyor ve başlarını derde sokacakları anlaşmalara imza atmıyorlar. Sanatçı aksak gördüğü şeylerin üzerine cesaretle gitmelidirler. Ortam, sözün özü tam bir geyik üzerine kurulmuş. Yok bu kadar da ucuz değil, biz yıllarca yaptık, ne bizi öldürmek için mücadele verdiler, ne ülke dışına çıkartmak için çabaladılar, ne de hapislerde çürüdük. Hem de ne ortamlarda 12 Mart 1971 dönemi, 80 İhtilali… Önemli olan doğruyu yapmak ama akıllıca yapmak. Haldun Taner hocamız anlatmıştı. Nazi imparatorluğu tırmanma sürecinde. Naziler bir kabare seyrediyorlar. Senaryo gereği oyunun bir sahnesinde başrol oyuncusu “Aa karşıdan bir Mercedes geliyor herhalde içinde Naziler vardır.” demiş. Başrol oyuncusuna oyunun sonunda “Ayıp oluyor Nazilerle lüks yaşamı bu kadar bağdaştırmayın.” demişler ve gitmişler. On beş gün sonra tekrar oyunu izlemeye geldiklerinde senaryo gereği o sahneye gelindiğinde “Aa karşıdan bir Mercedes geliyor içinde Nazi yok.” demişler. Hâlbuki eski yaptıklarından çok daha vurucu çok daha etkili bir ince espri. Akıllı olmak lazım, ucuz kahramanlığın lüzumu yok. Sınırı akıllıca zorlayacaksınız. Bizimkiler bırakın sınırı zorlamayı uzaktan bakmaya bile cesaret edemiyorlar. - Oyunculuk, senaristlik ve yönetmenlik hepsi yıllarca emek verdiğiniz başarılı çalışmalar. Sizi en çok hangisi daha fazla etkiledi? İşin başında tiyatro oyunculuğu üçüncü sene sonunda işin mutfağını sevmeye başladım. Oyunculukta bu kadar gözüm olmadı. O nedenle Metin’le bu kadar sene sürdürebildik. Hani “İki cambaz aynı ipte oynamaz.” derler ya. Oyunlarda bütün rol dağıtımını ben yapardım. Her zaman Metin’e benden daha iyi roller verdim. Sinemaya geçtikten sonra da aynı duyguyu yaşadım. Kamera önünde olmak çok fiyakalı bir şey, çünkü siz oynayacaksınız, insanlar sizi görecekler, heyecan verici. Buna rağmen yönetmen olmak istedim. Şimdi dizilerde o kadar yoğun çalışıyoruz ki yönetmenlik yapamıyorum. Fırsat kolluyorum tabii. Hiç boş durmadım. - Yeni projeler var mı? Bir takım projeler var. Tarih koyamıyorum. Şu sıralar Metin bir dizide, ben bir dizide. Bu iki dizi de iyi giderken başka bir şey yapmanın imkânı yok ama bir film çekme olayı var. Senaryo Metin Akpınar, Ahmet Gülhan ve ben. - Son zamanlarda tiyatroya daha fazla bir rağbet var, bunu neye bağlıyorsunuz? Büyük şehirlerden bahsedeyim; doğru, dürüst tiyatrolara, prodüksiyonlara ilgi var. Sinema için aynı şeyi söylemek kolay değil. Kimseyi suçlamıyorum. Eğer bir devletin sağlam bir eğitim ve kültür politikası yoksa halkın beğeni düzeyi de bu kadar aşağılara iner. Keşke özenli kaliteli Türk filmleri iş yapsa… Oysa ölçü tam tersine işliyor, kalitesiz filmler iş yapıyor. - Budist değilsiniz ama Buda heykelleriniz var… Nasıl başladı bu koleksiyon merakı? 25 yıl önce başladı. Evimizde, nereden geldiği belli olmayan bir Buda heykeli vardı. Benim için hiç önemi, değeri yoktu. Sadece çok sevimli bulduğum ve kendime benzettiğim bir figürdü. Böyle başladı. Oysa sizin de dediğiniz gibi Budistlikle hiç alakam yok. - Zeki Alasya en çok hangi yemeği sever? Pilavı çok severim, börek severim, dolma severim ve çok iyi pilav yaparım, iddialıyım bu konuda… - Taraftarlara mesajınızı alabilir miyim? Dostluğun geri gelmesi lazım; yalnız spora değil, politikaya, eğitime… Eskiden insanlar her şeye sevecen bakarlardı. Şimdi sen bana bir laf ettin, ben sana bir laf ettim ardından da istenmeyen olaylar… Bunlar el birliğiyle düzelmeli. Sağduyu ve terbiye çok önemli. Bizim mabette son zamanlarda dengeler bozuldu. Özellikle bir iç bölünme yaşandı. Bunu hiç haz etmiyorum. Bunda herkesin bir suç payı var. Bir an önce toparlanmalıyız. Görmek istemediğim bir tabloda tüm statlarda tribünlerdeki boşluklar. İnsanların kapıda kaldığı maçlarda bu boşluklar ve bu boşlukların nedenleri hiç hoş değil. Bu mesafelere bakmak bile istemiyorum. Düşüncelerim lezzetli değil ancak Fenerbahçe seyircisi çok büyük. Bunları aşacak düzeydeyiz. - Son olarak dergimiz hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Keyifli özenli bir dergi, içerik ve sayfa düzeni çok güzel. Fenerbahçe’ye de bu yakışır!
|