Cem Karaca diyordu ki: “Ben önce balıkçıyım sonra Fenerbahçeliyim sonra şarkıcıyım”
: O sanatla iç içe büyüyen bir dev adam; Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi müzik adamı, yorumcusu, bestecisi. Cem Karaca bugün aramızda yok. Eşi İlkim Karaca’nın da bizlere anlattığı gibi; “O Fenerbahçeli doğdu, Fenerbahçeli yaşadı, Fenerbahçeli olarak da bu hayata veda etti.” Eminim bize uzaklardan şöyle sesleniyor: “Merhaba Fenerbahçeliler ve her zaman Fenerbahçeli kalanlar”…
Konserleri Fenerbahçe’nin maçlarıyla çakıştığında “Yahu bu insanların işi gücü yok mu? Fenerbahçe’nin maçı varken Cem Karaca’nın konserine gidilir mi? Cem Karaca başka zaman da şarkı söyler ama maç bugün” derdi…
Bazen de arkadaşları sorduğunda “Benim eşim şimdi Beşikbahçeli oldu, yakında Fenerbahçeli olacak.” derdi. Ben Cem’e “Yok ben siyah beyaz aşığıyım” desem “Almanya’nın milli takımı da siyah beyaz onu da tut bari” der, espriler yapar, yanımızdakiler de gülerdi.
Lefter’in Sariko adında bir kedisi varmış. Cem çok oynamış onunla ve Sariko Cem’i oyun esnasında tırmalamış ve eli biraz kanamış. Ev halkı üzülmüş ama Cem onlara “Lefter’in kedisiyle oynuyorum. Lefter’in kedisi yapmış bunu çok mu? Bu mutluluk bana yeter” demiş.
İstanbul’a döndüğümüzde futbolcu Cem Karaca şimdi giydiğim Cem Karaca formasını armağan etti. “Futbolcu Cem Karaca’dan Sanatçı Cem Karaca’ya Fenerbahçe’ye bu kadar yürekten bağlılığı için.” yazılı bir forma… Şimdi ben de bu eşyaları yazlık evimde saklıyorum. İkisinin de fotoğrafı duvarda asılı. Yazlığımda bir köşeyi süslüyor Fenerbahçe hatıraları…
- Cem Karaca ile nasıl tanıştınız?
Trabya Oteli’nde bir kuruluş yemeği vardı, Cem’in de oraya davet edilmesiyle başladı…
Ben de hem programı sunuyor hem de konukları karşılıyordum. Gelen konukların arasında Ali Kocatepe’nin kayınpederi de vardı. Cem Karaca’yı sahneye davet etti. Cem Karaca o gün “Odam Kireç Tutmuyor” türküsünü bana bakarak söyledi, sürekli bana bakarak söyleyince çok rahatsız oldum, bir yandan da gururum okşandı, giderken elimi çok uzun tuttu ve babama çok teşekkür etti. Velhasıl sonuçta telefonlarımız alındı verildi… O gecenin anısına Cem Karaca’ya nazara karşı koruyan bir Üzeyirlik hediye verildi. Elimle verdim… Sonra evlendiğimizde gördüm ki o hediyeyi Cem çok güzel saklıyormuş. Böyle başladı bizim evliliğe ilk adımımız…
- Cem Karaca’nın çok koyu bir Fenerbahçeli olduğunu biliyoruz. Bunu bir kez de siz anlatır mısınız?
Cem hep Fenerbahçeliydi. “Ben önce balıkçıyım sonra Fenerbahçeliyim sonra şarkıcıyım” derdi. Usta bir balıkçı gibi her şeyi bilirdi. Misinalardan tutun da, olta çeşitlerine kadar usta bir balıkçıydı. Balık sevgisini, tekne sevgisini Fikret Kızılok’a da Cem aşılamıştı.
Ben de balık burcuydum, annesi de balık burcuydu. Hem balıkları çok sever hem de balıkların aniden dönüş yaptığını, sağına, soluna güven olmadığını, her zaman bir açık kapı bırakmak gerektiğini söylerdi. Kendisi de koç burcu olmasıyla övünürdü. Tüm koçlar gibi çok çabuk parlayıp sönerdi. Bana da balıkların da ne yapacaklarının belli olmadığını söyler; “Seni çok iyi bağlamalıyım, kaçırmamalıyım” derdi. Balık büyük bir aşkı ve Fenerbahçe ise çok daha büyük aşkıydı. Babası Mehmet Karaca ve annesi Toto Karaca hepsi Fenerbahçeliydi. Annesi bale yapmış operetlerde oynamış, ilk sanat dünyasına dans sanatçısı olarak girmiş. Babası ise tiyatro sanatçısı. Sizlerin de bildiği gibi çok değerli insanlar. Ben yakından tanıyamadım ne yazık ki… Velhasıl bu Fenerbahçe sevdası Cem Karaca’ya aileden kalan bir miras, bir tutku, bir sevdadır.
- Cem Karaca’nın konserlerine Fenerbahçe maçları yüzünden geç başladığı doğru mu?
Cem, Fenerbahçe maçları olduğu zaman, “İlkim konseri iptal et” derdi. Ben “Cem yapamayız. Son dakikada olmaz, bir gün öncesinden bile iptal edemeyiz” dediğimdeyse “Yahu bu insanların işi gücü yok mu? Fenerbahçe’nin maçı varken Cem Karaca’nın konserine gidilir mi? Cem Karaca başka zaman da şarkı söyler ama maç bugün” derdi… Genellikle de çarşamba günleri olurdu maç. Cem de her hafta sahne alırdı. Her hafta benim bu konuda bir konuşmam ve mekân sahibiyle bir görüşmem, tartışmam mutlaka olurdu. Her çarşamba mekâna geç kalmaya başladığımızda trafikte geç kalıyoruz bahanesi olmuyordu tabii. Cem’e kalsa bu pembe yalanmış. Cem diyordu ki “Birinci yarıyı evde seyrederim İlkim, ikinci yarı başlasın yol açıktır, trafik yoktur, yetişiriz, biraz da yolda radyodan dinleriz. Mekân sahibi de diyordu ki; “Cem Ağabey mekâna erken gelsin, aşağıda televizyon var burada seyreder ondan sonra sahne alırsınız”. Zaten bu söze de çok sinir olurdu Cem Karaca “Sahne alırsın değil, sahneye çıkarsın çünkü sahne kutsaldır. Sahneye çıkılır ve sahneden inilir. Sahne kaç para ki sahne alınıyor” derdi. Sahneye çıkmadan mutlaka duasını ederdi bir de...
- Cem Karaca ikinci yarıda sahnedeyken maçı nasıl takip ederdi?
Cem bana şunu söylerdi… Sahneden onunla işaretleşeceğiz. O bana “Kim önde?” diye soracak ben ona işaretle söyleyeceğim. Sağ elim Fenerbahçe demek sol elim karşı takım demekti. Cem onu bana mutlaka sorar, ben de söylerdim. Ama kötü bir sonuç varsa soruyu geçiştirirdim. Böyle bir özel hakkım da vardı. Şayet sonucu anlar ve morali bozulursa konser de kötü giderdi. Çünkü böyle durumlarda konseri bırakır ve Fenerbahçe’yi anlatmaya başlardı. Bir keresinde öyle bir şey oldu maç bitti. Ama o gece Fenerbahçe’den hiç bahsedilmeyecek dendi. O arada da çok yabancı futbolcu vardı Fenerbahçe’de. 2002–2003 yıllarıydı. Cem “Neden bu kadar yabancı futbolcu var?” diye onun eleştirisine girmek istedi ve tabii bir türlü şarkıya gelmek istemedi konserde. Sadece Fenerbahçe ve futbolcuları tartışıyordu. Nasıl şarkıya geçti stresten hatırlamıyorum bile… Fenerbahçe Cem’in hayatında çok önemliydi.
Konser dönüşü eve geldiğimizde maç geceleri daha çok aramızda Fenerbahçe- Beşiktaş esprisi olurdu. Konser parasını alır, pantolonunun arka cebindeki cüzdanına koyar, eve geldiğimizdeyse cüzdanını sehpanın üzerine koyar ve “İlkim canım eşim Fenerbahçeliyim de bütün cüzdanım senin” derdi. “Ya Cem senin gibi demokrat bir adama yakışıyor mu bu dediğin? ‘Bak evlendikten sonra kocası dedi diye Fenerbahçeli olmuş.’ denir, sen bunun altından kalkabilir misin? Hem bak ne güzel böyle çekişmeli geçiyor.” derdim.
O zaman da Cem “Ama sen futboldan anlamıyorsun ki Fenerbahçeli olsan ne olur ki? Bak Habip de Fenerbahçeli…” derdi. Habip de Apaşlar’ın davulcusuydu. Her zaman İsrail’den ona Fenerbahçeli kıyafetlerini giydiği bayraklı resimlerini gönderirdi. O da bana o resimleri gösterip; “Bak kayınpederin, kayınvaliden Fenerbahçeli, Habip Fenerbahçeli en önemlisi Lefter Fenerbahçeli” der örnek gösterirdi. Bazen de arkadaşları sorduğunda “Benim eşim şimdi Beşikbahçeli oldu, yakında Fenerbahçeli olacak.” derdi. Ben Cem’e “Yok ben siyah beyaz aşığıyım” desem “Almanya’nın milli takımı da siyah beyaz onu da tut bari” der, espriler yapar, yanımızdakiler de gülerdi. Bu konuyu aramızda neyse ki güzel bir şiir mısrasıyla kapattık. Özdemir Asaf’ın bir şiirinden “Sen bana bakma, ben senin baktığın yönde olurum” demiştim…
- Cem Karaca’nın bir de Lefter’le bir macerası var değil mi?
Cem Karaca Fenerbahçeli doğdu, Fenerbahçeli yaşadı ve Fenerbahçeli olarak bu hayata veda etti. Lefter’e büyük saygısı vardı. Gençlik yıllarında bir gün Lefter’i Büyükada’da ziyaret etmiş bana da hem Cem anlattı hem de yıllar sonra Cem’in ölümünden sonra Lefter ve eşi bir organizasyonda onur konuklarıydılar, orada hem Lefter hem de sevgili eşi de anlattı: Cem Büyükada’da Lefter’in evine ziyarete gidiyor. Lefter’in Sariko adında bir kedisi varmış. Cem çok oynamış onunla ve Sariko Cem’i oyun esnasında tırmalamış ve eli biraz kanamış. Ev halkı üzülmüş ama Cem onlara “Lefter’in kedisiyle oynuyorum. Lefter’in kedisi yapmış bunu çok mu? Bu mutluluk bana yeter” demiş.
- Maçlara gidebiliyor muydu? Fenerbahçeli futbolcu Cem Karaca ile de bir isim benzerliği yaşadı… Eşiniz birinci Fenerbahçeli Cem Karaca kabul edildiğinden o günlerde gazetelerde “Fenerbahçe’ye ikinci Cem Karaca geldi” diye yer alıyordu…
Gençlik yıllarında daha sık gidebiliyormuş. Ama benimle birlikte olduğu dönemde çok az gidebiliyordu. Televizyondaki açık oturumlara sık sık çağrılırdı. Basında onunla ilgili çok yazı çıktı, Fenerbahçeli futbolcu Cem Karaca ile tanıştılar. O da bestekâr Dursun Karaca’nın yeğeniydi. Ankara’da bir otelde tanıştık. Hep beraber Fenerbahçe marşını söyledik.
Ve İstanbul’a döndüğümüzde futbolcu Cem Karaca şimdi giydiğim Cem Karaca formasını armağan etti. “Futbolcu Cem Karaca’dan Sanatçı Cem Karaca’ya Fenerbahçe’ye bu kadar yürekten bağlılığı için.” yazılı bir forma… Şimdi ben de bu eşyaları yazlık evimde saklıyorum. İkisinin de fotoğrafı duvarda asılı. Yazlığımda bir köşeyi süslüyor Fenerbahçe hatıraları…
Habib de İsrail’den bir sürü fotoğraflar gönderiyordu. O da başka bir Fenerbahçeliydi. Başka başka maçlara gider ama her gittiği maçta Fenerbahçe bayraklarını açıyordu.
- Fenerbahçelilik bir serüvendir, bitmez…
Evet, haklısınız. Bir de televizyonda maç olduğunda ve futbolcu Cem Karaca sahalarda koştuğunda Türkan Şoray da bizim Cem Karaca’yı hayal edip, çok gülüyormuş. Tabii sanatçı Cem Karaca sıhhatli koşamayacağı için bizim Cem’i öyle hayal edemiyormuş. Futbolcu Cem de ufak tefek hızlı koşan bir tip tabii onlar da şarkı söyleyen Cem’i hayal ediyorlarmış.
O da çok tatlı bir insan bir aradığında çocuğunun adını Cem Karaca koyduğunu söyledi. “Cem Karacalar ölmez” diyor bana…
- Ne mutlu ki bize, ne mutlu ki Cem Karaca sevenlerine… Hala her doğum gününü onun şarkılarıyla ve Fenerbahçe marşıyla kutluyor, şapkasını ve Fenerbahçe amblemini pastanın üstünden eksik etmiyorsunuz. Barış Manço, Erkin Koray, Cem Karaca, Fikret Kızılok hepsi birer ekol… Aralarında takım yarışı da olur muydu?
Tabii ki ben yaşadığım sürece bunlar yapılacak. Pastalarında, her doğum gününde, özel günlerinde hep Fenerbahçe’yi hatırlıyorum. Fenerbahçe’nin Beşiktaş’la bir maçı olsa Cem’i hatırlıyorum. Fenerbahçe-Galatasaray maçı olduğunda Barış Manço’yu hatırlıyorum… Bir keresinde berabere kalmışlardı. “Yukarıdan görüyorsunuzdur, şimdi berabere kaldınız.” diyerek ikisine de bir atıfta bulunmuştum.
Erkin Koray da Fenerbahçelidir. Fikret Kızılok da Galatasaraylıdır. Cem Fatih Altaylı ile de maç sonunda fakslaşırlardı. Hala saklarım. Cem kendini centilmen addedip onlara gayet güzel sarf ederdi. (Gülüyor) Maç sonunda bizim Karaca Apartmanı Cem’in o kocaman sesiyle inlerdi.
- Ya yenildiğimizde?
İşte o anları hiç çekilmezdi. Çok mutsuz olurdu. Sonra sakin sakin kitap okumaya başlar, kimseye Fenerbahçe’nin sözünü bile ettirmezdi. Laf eden olursa “Bu konuyu sakın açmayalım” derdi. Fakat bir süre sonra da konuyu kendi açar, şöyle olsaydı, böyle olsaydı diye başlardı. Yine de hep yaşam sevinci dolu biriydi. Beraber her şeyden bir mutluluk çıkarmaya çalışırdık. Erik ağacının çiçek açması, yağmurun sesi ve Fenerbahçe’nin golleri…
Hep değişik pencereler açardı yüreğimde her şeyden bin şeye geçebilirdik Cem ile bunu yaşadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Yaşadığının farkında olmak ve sevdiğin insan tarafından bunun sana fark ettirilmesi de bambaşka bir haz veriyor insana ve hayata çok farklı bakıyorsun.
Bütün konserlerinde yanında oldum, beni her yere götürdü. Bilinmeyen şarkılarını bile bana dinletti, hepsinin hikâyelerini anlattı. Türk müziğini çok severdi, ben de Türk müziği okuyordum. Benim söyleme tarzımı beğenirdi. Babasından öğrendiğine göre, Türk müziğinin yumuşak sesle bağırmadan okunması gerektiğini bilirmiş. Kayınpederim de öyle söylermiş…
Bana Türk müziği söylediğinde “Beni dizginle ki ben de yavaş söyleyeyim.” derdi. Bazen de “Keşke o plağa okumadan seni tanısaydım, daha güzel okurdum.” diyordu. Şarkılarını ezberlerdim. Türk müziği albümü yapmak isterdi…
Annesi İzmir’e gittiği zaman babasıyla birlikte denize açılırlarmış, dönerken de babası hep Türk müziği şarkıları söylermiş. Babası hep dermiş ki “Bak bakalım, evin ışıkları yanıyor mu? Annen gelmiş mi İzmir’den dönmüş mü?” diye sorarmış. Cem de “Hayır baba yanmıyor.” dediğinde babası hemen başlarmış; “Yanıyor mu yeşil köşkün lambası” diye şarkı söylemeye. Cem de babasından bu şarkıyı öğrenmiş. Bir de “Beklerim o sahillerde; gün biter, kuşlar döner, dönmez o yoldan beklenen” bir de bu şarkıyı öğrenmiş. Onun için hazırlayacağı albümde mutlaka bu iki şarkıya yer vermek istemiş. Tabii Avni Anıl, Erol Sayan’dan da besteler seçmişti, nasip olmadı ama bana okumuş oldu. Bazı doğum günü davetlerinde de okuduğu parçalar var. Bir de Barış Manço’nun okuduğu “Bir bahar akşamı” şarkısı vardı… Bazen takılır “Bir de benden dinlesinler” derdi. Aralarında hep gizli bir rekabet vardı. Ama birbirleri için “Rakip değiliz, murakıbız” derlerdi. Barış Manço’yu çok severdi… Barış Manço’nun ölüm haberini aldığı zaman bir şiir söylüyordu. Bir dörtlüğü şöyleydi:
“Ak saçlı dostum benim / O dağlar hangi dağlar ki de / Ben de gelem / Sana senin dağlarından çiçekler derleyem…”
- Bir döneme ışık tuttular, onların arkasından Kıraçlar, Haluk Leventler yetişti…
Erkin Koray, Barış Manço, Fikret Kızılok, Cem Karaca… Cem şöyle anlatırdı: “Hem yaştaş hem çağdaş hem ayaklarımız bu Anadolu toprağına basarak, yeryüzünün her sorununu kendi sorunumuz gibi görürdük. Ve gençliğin sesi olduk. Bu toprakta doğru tohumlar ekmişiz ki; bizim gibi İstanbul’da büyüyüp Anadolu’yu etkileyen rock sanatçıları, Anadolu’da doğup İstanbul’da gelişen gençlere örnek olduk.” derdi. Haluk Leventler, Kıraçlar, Murat Kekili, Murat Göğebakan, Ali Ayhan, Ayhan Yener ve şimdi ismi aklıma gelmeyen birçok genç sanatçı evimize veya konser verdiğimiz yerlere gelirlerdi. Bazen sesini Cem’e benzetmeye çalışanlar olurdu. Bazıları da bestelerini dinletmek isterlerdi. Cem bir taklit durumu olduğunda “Ben de taklit ederdim; İngilizce, İtalyanca şarkılar söylerdim, taklit edin, edin amma önce kendiniz gibi olun. Etkilenmek güzeldir, etkileyene de gurur verir. Ama kendisi gibi olmalı insan” derdi.
- Onlara ne gibi öğütler verirdi?
Aslında öğüt verir demeyelim. Cem Karaca öğüt vermeyi hiç sevmezdi. İstekte bulunurdu diyelim. Çünkü “Bir insan anlayacağı varsa anlar, anlamayacağı varsa sen ne kadar anlatırsan anlat, anlamaz. Karşındaki kendi anladığı kadar anlar.” derdi Mevlana’nın bu sözünü kullanırdı birçok konuda…
- Sizde en beğendiği özelliğiniz hangisiydi?
Onu kendi yorumumu katmadan dinlerdim. Hiçbir zaman sözünü kesmezdim. Bitirene kadar dinlerdim. Herkese karşı da öyleyim. Cem benim bu huyumu çok severdi. “Ancak dinlendiği zaman bir insan anlaşılır.” derdi. Ve bizim ülkemizin probleminin yeryüzünü dinlememek olduğunu söylerdi. Ön yargılı yaklaşımla çok büyük yanlışlara yol açıldığını düşünürdü.
- Cem Karaca’nın ciddi bir insan görünüşünün yanı sıra çok esprili ve centilmen bir kişiliğe de sahip olduğu söylenirdi…
Cem çok komikti, nüktedandı, muzipti. Yanında kim olsa mutlaka güldürürdü. Cem’in görüntüsünden dolayı çok ciddi bir insan olduğunu zannederlermiş. Yine bir gün sürekli, kullandığımız birlikte seyahat ettiğimiz Yenimahalle Taksi Durağı’nda yeni gelen şoförlerden birisi, Cem önce beni arabaya oturtup kapımı kapadıktan sonra ön koltuğa geçip oturunca, Cem’e dönüp “Böyle sanki hippi gibi görünüyorsunuz ama çok da kibarsınız…” demişti. Bunun üzerine Cem’de “Ben babamdan gördüğüm gibi hareket ediyorum, bir hanımın kapısı açılır önce o oturtulur. Merdivenden çıkarken arkasında durulur, inerken önünde yürünür ki düşerse durabilsin, bir mekâna girerken önden kadın girmez, önce erkek girer. Kadın üşürse erkeğin de üzerinde ceketi varsa verir ve bunu sadece sevgilisi için karısı için yapmaz, bir arkadaşına da herhangi bir insana da üşüyorsa ceketini verebilir. Aklı başında bir hanım da bunu asla kıskanmaz.” diyerek düşüncelerini anlatmıştı. Tabii bunu sadece o şoföre değil, tüm çevresindeki insanlara anlatır, onlarda hayran hayran dinlerdi. Zannediyorum insanlar çok şey öğrenirdi Cem’in olduğu ortamlarda.
- Son olarak Dergimiz hakkınızdaki düşüncelerinizi alabilir miyim İlkim Hanım?
Derginiz çok güzel ve kaliteli… Şimdi düşünüyorum da Cem Karaca keşke 100. yılı yaşasaydı ve Kıraç’tan 100. Yıl marşını dinleyebilseydi. Kim bilir ne kadar gururlanırdı…
CEM KARACA
Anne ve babası da sanatçı olan Cem Karaca, sanatla iç içe büyüdü. Ortaöğrenimini Robert Kolej’de yapan Cem Karaca’nın müzikle tanışması oldukça ilginçtir. Ergenlik çağındayken hoşlandığı kızı etkilemek amacıyla şarkı söylemeye başlamış Karaca’nın sesinin keşfedilmesi, annesi Toto Karaca tarafından olmuştur. İlk dönemlerde Jaguarlar, Dinamitler gibi gruplarla amatörce çalışmalar yapan Cem Karaca popüler rock’n roll parçalarını söylüyordu. O dönemlerde kendisinin en büyük destekçilerinden biri de İlham Gencer’di ve onun orkestrasında müzikal deneyimini oldukça ilerletmişti. 1967’de askerlik dönüşü Apaşlar Grubu’na katıldı. Bu grupla Hürriyet’in düzenlediği Altın Mikrofon yarışmasında ‘Emrah’ isimli parçayla ikinci oldular ve doğu-batı müziği sentezinde şarkılar üretmeye çalıştılar. Cem Karaca, ‘Resimdeki Gözyaşları’ isimli parçayla büyük başarı elde eden Apaşlar’la Batı Almanya’ya gitti. Apaşlar’la olan beraberliği 1969’un sonlarına kadar sürdü. Grupta gitarist Mehmet Soyarslan ve Cem Karaca arasında çıkan anlaşmazlıklar sonucu Cem Karaca ve Apaşlar dağıldı. Ülkemizde 50’ye yakın 45’lik ve LP yayınlayan Karaca’nın parçalarının çoğu sosyal içerikli sözlere sahiptir. Ülkesine yeniden dönüşünden sonra ilk albümünü 1987’de eski arkadaşı Cahit Berkay’la birlikte yaptılar. ‘Merhaba Gençler Ve Her Zaman Genç Kalanlar’. 1997’de çekilen ‘Ağır Roman’ filminde seslendirdiği ‘Resimdeki Gözyaşları’ ile yeniden popüler oldu. 1999’da Cahit Berkay, Engin Yörükoğlu, Ahmet Güvenç ve Uğur Dikmen’in desteğiyle ‘Bindik Bir Alamete...’ isimli albümünü çıkardı. Son albümü de sayılabilecek olan bu albüm eski günlerin gürül gürül Cem Karaca’sının yeniden geri döndüğü başarılı bir çalışmadır. ‘Kahpe Bizans’ filmi için üç parça kaydedip, filmde küçük bir rol aldı. 2000’li yıllarda çeşitli şiir çalışmaları da yaptı. Barış Manço’nun efsanevi grubu Kurtalan Ekspres’le birleşerek konserler verdi. Son olarak Yol Arkadaşları isimli grubuyla sahneye çıkan ve bu grupla son albümü “Hayvan Terli” ve Murathan Mungan albümündeki “Göç Yolları” isimli şarkıyı kaydeden Cem Karaca, 8 Şubat 2004’te hayata gözlerini yumdu. Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.