|
ÖLÜMSÜZ OLMAYI HAK EDENLER… Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’den sonra Time Dergisi’ne kapak olan 3. Türk büyüğümüz; efemiz, başvekilimiz, başkanımız Şükrü Saracoğlu… Ödemiş Tren İstasyonu’nda başlayan bir yolculuk… Bu tren İstiklal Harbi’nden geçerek, çeşitli bakanlıklardan sonra başbakanlık ve Fenerbahçe gibi büyük bir kulübün başkanlık duraklarında duruyor… Her biri ayrı bir serüven, ayrı bir vatan hizmeti... 1998 yılında Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım’ın önerisiyle stadımıza verilen ismiyle de ölümsüzleşiyor… Oğlu Yılmaz Saracoğlu ile gerçekleşen bu röportajımızla O’nu daha yakından tanıyayacaksınız… Onu 27 Aralık 1953 yılında kaybettik. Devlet bünyesinde çalıştığı her dönemde yaptığı hizmetlerle, şükranla anılması gereken şerefli bir isim bıraktı. Politikanın bu dev ismi Fenerbahçe gibi bir kulübün başkanlığını da 1934 ve 1950 yılları arasında sürdürerek, fahri başkanlığıyla da birlikte 20 yıl Fenerbahçe’ye hizmet veriyor. Her röportaj ayrı bir Fenerbahçelilik serüvenine götürür beni… Bazen devlet büyüklerimiz bazen efsane sporcularımız bazen de sanatçılarımız… Hepsi ayrı bir seremonide anlatırlar Fenerbahçelilik hikâyelerini… Yılmaz Saracoğlu ile rahmetli Şükrü Saracoğlu’nun yaşamını, Fenerbahçeliliğini paylaşmamız çok özeldi. O’nun Fenerbahçe’ye nasıl başkan olduğunu, stada isminin nasıl ve kim tarafından neden verildiğini; tarzıyla, davranışıyla memleketimize ne kadar faydalı, örnek bir kişi olup tarihe nasıl geçtiğini ve bugüne kadar mütevazı bir tavır sergileyip anlatılmayan meziyetlerini oğlu Sayın Yılmaz Saracoğlu’nun bize verdiği röportajdan onur duyarak okuyacaksınız… Kendisine Fenerbahçe Dergisi olarak sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz. - Fenerbahçe ile ilgili uzun bir serüven yaşadınız ve hala da yaşıyorsunuz… Fenerbahçelilik size değerli büyüğümüz Şükrü Saracoğlu’ndan geçen bir miras tabii sizden de torunlarınıza… Fenerbahçeli bir babanın çocuğu olduğumdan ben de Fenerbahçeliyim. Bugün torunlarım da büyük dedeleri gibi, benim gibi Fenerbahçeli… Bundan da gurur duyuyoruz. Şükrü Saracoğlu Stadı’nın bulunduğu Kadıköy’de yaşıyoruz. Bundan da büyük keyif alıyorum. - Kendinizi biraz tanıtır mısınız? Şükrü Saracoğlu’nun oğluyum. Ben de babam gibi Ödemiş doğumluyum. İnşaat mühendisliği eğitimi gördükten sonra 1948 yılında Amerika’ya gittim. 1953’de Arizona ve Teksas Üniversitesi’nden M.S diploması aldım. Kısa bir süre Amerika’da çalışıp yurduma geri döndüm. T.M.O, NATO ve Merkez Bankası’nda çalışarak 1973’te özel sektöre girdim. Evliyim, iki evlat ve iki torun sahibiyim. - Unutulmaz başkanımız Şükrü Saracoğlu’nu anımsayalım biraz… Fenerbahçe Spor Kulübü’ne başkanlığı nasıl gerçekleşmişti? 23 Şubat 1934 yılında Taksim Stadı’nda ezeli rakip olan Fenerbahçe - Galatasaray arasında oynanan maç, çıkan büyük bir kavga sonucu yarım kalmış. Takımlar Fenerbahçe’den Hüsamettin- Yaşar-Cevat -M. Reşat- Semih-Esat- Süleyman- Muzaffer-Zeki Rıza- Fikret- Lebip, Galatasaray’dan ise; Avni- Tevfik- Lütfü- Kadri- Nihat- İbrahim- Necdet- Muslih- Rasih- Fazıl- Danyal’dan oluşuyormuş. Maç kaygan, çamurlu bir sahada ve zor şartlarda oynanıyor. Olaylar Kadri’nin Reşat’a attığı tekmeyle başlamış. Sahadaki olaylar tribündeki taraftarlara da yansıyınca ortalık savaş alanına dönüşmüş. Fenerbahçe kalecisi Hüsamettin’in Galatasaray antrenörünün üzerine yürümesiyle de olaylar iyice karışmış. Güvenlik kuvvetleri bu kavgayı güçlükle bastırabilmişler. Yarım kalan bu maçtan sonra Mıntıka Futbol Heyeti toplanmış toplam 17 futbolcuyu cezalandırmış, başta Hüsamettin’e müebbet boykot ve bazılarına 6 ay bazılarına da 2 ay olmak üzere çeşitli cezalar verilmiş. Tabii kuruların arasında yaşlar da yanmış. İş öyle boyutlara varmış ki Fenerbahçe tüm yapılan bu haksızlıklara itiraz etme gereği duymuş. Heyet de “Siz böyle itiraz ediyorsunuz sizin yöneticileri de cezalandırırız, daha da olmazsa kulübü de kapatırız.” demişler. Bunun üzerine Fenerbahçe idarecilerinden Hayri Celal Atamer, Cafer Çağatay babamdan randevu istiyorlar. Babam da o sıralar Adliye Vekili. Babamın ne kadar koyu bir Fenerbahçeli olduğunu ve haksızlığa tahammülü olmadığını da çok iyi biliyorlar. Randevu talebi gerçekleştiğinde meclis kulisinde onları kabul ediyor. O sırada da ceza heyeti ikinci başkanı olan Halit Bayrak isminde bir milletvekili kapatma kararını uygulayacağını söylüyor. Babam hem Fenerbahçeli o iki idareciyle hem de Halit Bayrak’la buluşuyor ve konuşuyor. Hayri Celal Atamer ve Çağatay’a “Siz İstanbul’a gidin, benim evim var, oradan benim size imzalı bir fotoğrafımı verecekler, onu alın götürüp kulüp binasına asın. Bir de kongre yapın, beni de başkanlığa seçin, hadi hemen gidin ve dediklerimi aynen yapın.” diyerek onları uğurluyor. Tabii Halit Bayrak buna şaşırıyor. Bir adliye vekilinin başkan olduğu bir kulübü kapatmanın imkânsız olduğunu da anlamış oluyor. İşte babamın uzun yıllar süren Fenerbahçe Kulübü başkanlığı bu suretle başlıyor. Tabii kulübün kapanması da önlenmiş oluyor. Yaptığı ilk icraatla yönetim kurulunun sayısını da arttırıyor. 3 kişiden 7 kişilik bir yönetim kurulu oluşturuyor. Orada tekrar Hayri Celal Atamer’le, Cafer Çağatay’la ayrıca toplantıları da oluyor. Bir de Rüştü Dağlaroğlu’yla seçimi alıyor. Babam görevi nedeniyle sürekli Ankara’da olduğundan dolayı İstanbul’da bir kulübü idare etmek uzaktan kontrolle oluyor. Rüştü Dağlaroğlu da vekil başkan oluyor. - Stada Şükrü Saracoğlu’nun isminin verilmesi fikri nasıl doğuyor? Metin Aşık’ın başkanlık döneminde Aziz Yıldırım yönetim kurulu üyesi. O zaman Aziz Yıldırım bu teklifi sunuyor. “ Stadyumun adını Şükrü Saracoğlu koyalım.”diyor ve o zaman Aziz Yıldırım, Osman Yalçın, Köksal Özbek’ten oluşan bu 3 kişi “Evet” diyor, geri kalan 12 kişi kabul etmiyor. Yıl 1998’e gelindiğinde ve Sayın Aziz Yıldırım başkan olduğunda, ilk işi, stadyumun adını Şükrü Saracoğlu yapmak oluyor. Aziz Yıldırım çok vefakâr bir insan. Hem gayretli hem becerikli. Fenerbahçe için gereken tüm alt yapıyı hazırlıyor. Tesisler yaptırıyor, büyük transferlerle Fenerbahçe’nin adını dünyaya duyuruyor. Babam TBMM başkanlığı, başbakanlık ve bakanlık görevleri sırasında ilk varlık vergisini çıkartmıştı. Köy enstitülerini kurdu. Merkez Bankası’nı kurdu. Ona her şey denildi. Kimine göre komünist, kimine göre yobaz… Memleketin her yerine caddelere, sokaklara, binalara değerli bakanların, paşaların isimleri verildi ama babamın adı ilk defa Aziz Başkan sayesinde çok önemli bir yere verildi. Bazıları diyor ki “Aziz Yıldırım tecrübesiz” ama bilmiyorlar ki iyi adam, çalışkan adam. Aziz Yıldırım vaktiyle Üsküdar Anadolu Futbol Kulübü yönetim kurulu üyesiydi. Yine Düzcespor’u 3. kümeden 2. kümeye yükseltti. Ondan sonra da Metin Aşık zamanında yönetim kurulu üyesiydi. O deneyimli bir insan. - Niçin Saraçoğlu değil de Saracoğlu? Evet, dedem bir saraçtı. Mesleğini icra ettiği memleketimiz Ödemiş’de Saraç Mehmet Usta olarak tanınırmış. Dört oğlandan en büyüğü olan babama eğitimi sırasında ve devlet görevlerindeyken Saracoğlu Şükrü diye hitap edilmiş. Babamsa bu hitap şeklini daha çok beğenerek kendisini hep “Şükrü Saracoğlu” diye tanıtmış. Adalet Bakanlığı yaptığı sırada bir gün Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sofrasında soyadları görüşülürken bir ara Gazi Paşa babama dönüp “Sana soyadı bulmaya gerek yok. Çünkü senin kullandığın bir soyadın var. Babası saraç olan birçok kimse Saraçoğlu soyadını seçecek, sen onlardan farklısın ve bu farklılığın soyadında gözükmeli. Onun için sen soyadı olarak Saracoğlu’nu al.” demiş, sonra cüzdanından çıkardığı o zamanın tedavülde olan parası (1 Türk Lirası) üzerine “Saracoğlu” diye yazıp, imzaladıktan sonra babama vermiş. - Şükrü Saracoğlu nasıl bir babaydı? Babam bizleri çok severdi. Bizleri sorumluluk sahibi bir insan olarak yetiştirdi. O kadar yoğun döneminde yine bizlerle ilgilenirdi. İlişkilerimiz saygı ve sevgi çerçevesinde olurdu. Hatırlıyorum da; 1946 seçiminden önce babam “Bana oy verin” diye İzmir yöresine hiç seçim gezisine gitmedi. Fakat seçimi kazanınca daha sonra hepsine teşekkür etmek için ilk defa “Teşekküre gideceğim” dedi. Tire, Bornova, Çeşme gibi değişik yerlere gittik. Memleketimiz Ödemiş’e geldiğimizde büyük bir masa donatıldı. İçki olarak bira, rakı içiliyordu. Ben de gazoz içiyorum. Yaşım 18. Ödemiş Belediye Başkanı bana dedi ki “Yaşın 18 hala gazoz içiyorsun.” Babamın masasında bira vardı. Ben de saygıdan “Babamın bira içtiği masada bana gazoz içmek düşer.” dedim. Babam bunu duymuş garsona seslenerek “ Delikanlı, benim birayı kaldır, bana bir duble rakı getir.” dedi. Ne ince laf değil mi? Yani “Rakının bir altı birayı içebilirsin.” demek istiyor… - Şükrü Saracoğlu hem Fenerbahçe Kulübü Başkanı hem de Başbakan ama siz çocukların maç biletleri stat kapısından satın alınırmış. Örnek bir davranış... Bir evlat olarak böyle bir insan tarafından yetiştirilmek büyük şans olsa gerek… Evet, bunları çok yaşadık. Şeref Tribünü’nün kapısını bile görmedik. Bu konuyla ilgili bir anımı paylaşayım: Yıl 1942… Babam hem Fenerbahçe Kulübü Başkanı, hem de Başbakan. Bir Pazar yine önemli bir Fenerbahçe maçı var. Başbakanlık konutunda yaşıyoruz. Aslına bakarsanız Fenerbahçe’nin her maçı bizim için ayrı önemli. Annem Saadet Hanım’a dayımlarla bizim maça gitmek isteğimizi iletiyor. Babamsa “Tabii, götürürüm yalnız stada girmeden biletlerini satın alacaklar. Haberin olsun” diyor. 002 plakalı Packard marka büyük arabayla hep birlikte Çankaya’dan aşağı doğru iniyoruz. Dayım bilet satın alma konusunun tek partili devrin kudretli Başbakanı’nın bir şakası olarak değerlendiriyor bu durumu. Şeref Tribünü’nde oturup keyifli bir maç izleyeceğimizi düşünüyor... Stadın dış kapısına gelindiğinde, babam şoföre otomobili durdurup bize bakıp “Haydi çocuklar gişelerin önüne geldik” deyip cüzdanından parayı uzatıyor ve bununla bilet alırsınız.” diyor... - Bu asil davranışları siyasi titrinde de aynıydı… Babam Siyasal Bilgiler o zamanki adıyla Mülkiye mezunu olduğundan her sene Ankara’ya giderdi. Bir baloda genç bir kız babamın yanına gelip babamı dansa kaldırmak istiyor. Babam reddediyor, genç kız bozuluyor ve dönüp yerine oturuyor. Babam 2-3 dakika sonra yerinden kalkıp onun masasına gidip dansa kaldırıyor. Diyor ki “Bir bayan bir erkeği asla dansa kaldırmaz. Erkek dansa kaldırır.” diyor. Ne tesadüftür ki bu genç kız sonradan Türkiye’deki ilk emniyet müdürü Feriha Sanerk’tir. - Esprili bir insandı da… Evet, evet… Yine bir gün İsmet İnönü Başbakan Saracoğlu’nun yanına gelip diyor ki “Biraz kabineyi gençleştirin.” Bunun üzerine babam kabine arkadaşlarını topluyor ve “İsmet Paşa kabineyi gençleştirin, ne yapalım bari bizler de bıyıklarımızı keselim.” diyerek espri yapıyor. - Atatürk’ün kendisine saat hediye etme olayı nasıl gerçekleşti? Babam çok içmezdi ama içkisini eline aldığında saatlerce aynı bardakla dolaşırdı. Görenlerde onu içkici sanırmış. Atatürk’ün sofrasında da öyle. Yine bir gün Atatürk masada Celal Bayar, İsmet Paşa ve konuklar oturuyorlar. İyi içemediğinden garsona “Rakı bardağıma da su koy, su bardağıma da su koy getir.” diyor. Atatürk konuşurken babam terlemiş mi nedir, orada duran su dolu rakı bardağını alıp lıkır lıkır içmeye başlamış, Atatürk de bunu görmüş anlamış. Saracoğlu’nu yanına çağırmış “Saat kaç?” diye sormuş. Babam saatine bakmış “12.10” demiş. Atatürk ise “Onu sormuyorum, senin saat Atatürk’ü aldatacağın zamanı mı gösteriyor, sen kimi aldatmaya çalışıyorsun…” demiş. Sonra kendisinin gayet pahalı olan saatini çıkarmış, al bunu kullan hep baktığında Atatürk’ü hatırlarsın, bundan sonra da Atatürk’ü aldatamayacağını anlarsın.” demiş. - Babanızın Fenerbahçe yenildiğinde veya kazandığındaki duyguları nasıldı, biraz da sizin Fenerbahçeliliğinizden bahseder misiniz? Siyasi görevini evine taşımazdı. Fakat Fenerbahçe ile ilgili bir yenilgi olduğunda sessiz kalır, çok üzülürdü. Maç günü onu başka bir heyecan sarardı. Görev arkadaşları hatta İsmet Paşa bunu çok iyi hisseder, “Toplantıyı çabuk bitirelim Saracoğlu maça yetişecek.” dermiş. Fener’e gol atan olursa bir hakem gibi tarafsız görünerek alkışlamak zorunda kalırmış. Her gol olduğunda seyircilerin gözleri şeref tribününe döner ama babamın alkış dengesi hiç bozulmazmış. Ama içinden bütün golleri Fenerbahçe’nin atması da en büyük dileğiymiş. Fenerbahçe ailemizde hepimizin yüreğine kadar işlemiş. Yenildiğimizde tabii ki çok üzülüyoruz ama Fenerbahçe’nin bugünlere gelmesi ve bir Dünya kulübü olması hepimizi çok gururlandırıyor. Zaman içinde birçok başarılara imza atacağımız bir gerçek. Ben Atatürk’ün de Fenerbahçeli olduğuna inanıyorum. Fenerbahçe asil bir kulüptür. Neden derseniz taraftarımız çok farklıdır. - Eski Başkanımız Faruk Ilgaz’ın bir anısı babanızın ne kadar mütevazı bir kişiliği olduğunu ortaya çıkarıyor. Şükrü Saraçoğlu ilerlemiş yaşında başkanlık sonrası Fenerbahçe’nin bir maçına gelir. Elinde bastonu ve bileti vardır, kuyruğa girer. Onu kuyrukta Faruk Ilgaz görür ve yanına koşar, epeyce bir ısrardan sonra Şeref Tribünü’ne çıkartır. Saracoğlu’nun gözlerinden süzülen iki damla yaş, Fenerbahçe sevgisinin en büyük örneğidir. Stada girmek için kuyrukta beklediği o maç gününden sadece üç yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’nin iki numaralı ismiydi: TBMM başkanı. Ondan önce ise Milli Şef İsmet İnönü’den sonra en güçlü lider: başbakan, ondan önce Milli Eğitim, Maliye, Adalet, Dışişleri Bakanlıklarıyla cumhuriyetin kuruluşuna kadar uzanan bir geçmiş. Ondan önce de Kurtuluş Savaşı’nın Ege cephesinde kan ve barutla yoğrulmuş yıllar… - Sizin de ekleyecek anılarınız olsa gerek… 17 Haziran 1950 günü Göztepe ile oynanacak Başbakanlık Kupa maçı her zamanki gibi Ankara’daydı. Müzdat Dağlaroğlu genel kaptan olarak kafile başkanı ve takımın kendisini ziyarete geleceğini bildirmek için telefon açıyor. Siyaset hayatında yeni çekilmiş ve yıllarca Fenerbahçe Kulübü başkanlığı yapan babam ise Müzdat’ın bu telefonuna şöyle karşılık veriyordu. “Hayır, artık sade bir Fenerbahçeli olarak sizi ben ziyarete geleceğim. Müzdat, gözyaşları içerisinde bu cevabı aldıktan yarım saat sonra Belvü Palas’a babam geliyor ve tüm takımla, yöneticilerle sohbet edip hepsini birer birer tebrik ediyor. - Taraftarımıza neler söyleyeceksiniz? Bir hikâye vardır sizlerle paylaşmak istediğim; eskidir ama hiçbir zaman rafa kalkmaz… “Adamın biri Caddebostan sahilden yürürken karşıdan birkaç kişilik grup geliyor… Sarı kırmızı formalar giymiş yaşlı adam “Siz hangi takımın taraftarısınız?” diyor. Hep bir ağızdan “Cim bom” diye bağırıyorlar. Yaşlı adam da kendi kendine “Ya bunlar Kayserispor olsa ‘Kayserispor’ diye bağırır, Göztepe olsa ‘Göztepe’ diye bağırır… Bunlar bir şeyden mi çekiniyorlar da takımlarının adını söyleyemiyorlar.” diye düşünüyor. Bir süre daha yürüdükten sonra bir başka grupla karşılaşmış bunlar da siyah beyaz forma giymiş. Yaşlı adam “Merhaba gençler!” demiş ve aynı şekilde onlara da sormuş. Bu sefer de “Kartal” cevabını almış. Adam düşünmüş “Bunlar kimin takımı acaba Kartal da bir semt takımı olsa gerek.” Bir süre yine kalabalık bir genç topluluğuyla karşılaşıyor. Onlara da “Merhaba, çocuklar nasılsınız?” diye hatırlarını sorduktan sonra “Siz hangi takımsınız? diyor hep bir ağızdan “Fenerbahçe” diyorlar. Yaşlı amcamız da “İşte taraftar bu” diyor… Evet, taraftar bu işte… - Fenerbahçe Dergimiz ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Dergimiz şahane. Elime aldığımda hala düşünürüm; geçmiş yıllardaki 4–5 sayfalık dergi, şimdi nasıl bu mükemmelliğe erişti. Fenerbahçe büyüdükçe dergisi büyüyor, televizyonu büyüyor. Her şey bir bütün. Ben bu bütünün Sayın Aziz Yıldırım’la daha çok büyüdüğünü görebiliyor ve yola onunla devam etmemizin ne kadar sağlıklı bir karar olduğunun inancını taşıyorum. Tüm dergi çalışanlarını da tebrik ediyorum. Şükrü Saracoğlu için ne dediler? Şükrü Saracoğlu Atatürk’ün en yakın ve en çok sevdiği arkadaşlarından birisiydi. Kendisini fevkalade mert, dürüst ve vatansever bir şahsiyet olarak tanıdım. O Fenerbahçe Kulübü için bulunmaz bir manevi destekti. Nizamsız ve mevkiine ters düşen hiçbir işe alet olmadı. Rüştü Dağlaroğlu Futbola da tutkun olan Şükrü Saracoğlu 1940 yılında İngiliz ve İtalyanların “Savaşa gir!” baskısına karşı direnenlerin arasında bulunmuş, Osmanlının borçlarının çözümünde de başrol oynamıştı. Abdülkadir Yücelman Şükrü Saracoğlu kuşkusuz Moskova görüşmelerinde Türk Sovyet ilişkilerini perçinlemek için çok samimi uğraşmış, son denli sabırlı, temkinli memleketin prestijini ve bağımsızlığının gereklerini tamamen müdrik yüksek vasıflı bir devlet adamı ve Türk vatanseveri olarak hareket etmiştir. Siyasi tarihimizin Şükrü Saracoğlu’nun bu tutumunu takdirle kaydetmesi ve memleketin onu hürmetle anması gerekir. Cevat Açıkalın Dışişleri Bakanlığı’ndaki görevi henüz bir yılı bulmamıştı ama önceki hayatı onu bu göreve hazırlayan koşullar içinde geçmişti. Tüm bu görevler onun bir halk adamı niteliğini de değiştirmemişti. Fırsat buldukça Ödemiş’e gider, oradaki çocukluk arkadaşlarıyla dama, satranç oynar. Ama satrancı en çok İnönü ile oynardı. Ankara’daki Ege gecelerinde veya Mülkiyeliler gecelerinde Zeybek oynamasıyla da ünlüydü. Zaten en önemli özelliği de fanatik bir Fenerbahçeli olmasıydı. Altan Öymen |