|
“O SON 6–7 HAFTANIN BAŞKANI DEĞİL, 10 YILIN BAŞKANI” “Uçan kaleci” lakaplı Fenerbahçe’nin efsane kalecisi Cihat Arman, sarı kazağını çıkarıyor ve yerine geçen kaleciye hediye ediyor. O kalecimiz; Sayın Şükrü Ersoy… Ona da “Lastik Şükrü” lakabı takılıyor. Öyle bir takımda kalecilik yapıyor ki, o takımda efsane olmamak mümkün mü? Hep birlikte anımsayalım… Özcan Arkoç, Mehmet Çeçik, Seracettin Kırklar, Nedim Günar, Basri Dirimlili, Necdet Çoruh, Akgün Kaçmaz, Osman Göktan, Naci Erdem, Avni Kalkavan, Ergun Öztuna, Can Bartu, Şeref Has, Lefter Küçükandonyadis, Niyazi Tamakan, (Mikro) Mustafa Güven, Yüksel Gündüz, Hüseyin Yazıcı ve Şükrü Ersoy… O yıllarda ve o unutulmaz kötü şartlarda şanlı tarihimize yazdığınız başarılarla gönlümüzde yerinizi aldınız. Hiçbiriniz unutulmazsınız…
- Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şükrü Bey? 1943 yılıydı, çocukluğumda dayım futbola meraklıydı. Onun sayesinde ben de spora merak sardım. Hangi spor dalını yapayım diye karar vermekte zorlanıyordum. Sporun gelişmemiş oluşu ve o yıllarda okullarda spor yapmak yasak olduğundan zaten spor yapma gibi bir olanağımız da yoktu. Bugün olimpiyatlarda yeteri kadar derecemiz yoksa bunun da nedeni Türk sporunun bu yasaklar neticesinde az gelişmiş olmasıdır. Ama bizler yine kaçak olarak ilgilendik. İlk mektebi bitirdim. O zamanlar Talimhane’de Beyoğlu’nda oturuyorduk. İlkokula gidiyordum. İlk mektebi bitirdikten sonra annem bana “Seni nereye hangi okula verelim?” diye sordu. Ben de “Hangi okulda spor iyiyse beni o okula verin.” dedim. Bir gün Adalarla, Cihangir arasında futbol maçı yapmıştık. Bu yazlık maçlarda yine bir gün bizim Cihangir takımımızın Anadoluhisar’la maçı vardı. Kalecilik yapıyordum. Atlıyorum, zıplıyorum, hopluyorum… Sabri Kiraz Ağabey beni gördü. Benim hayatımda çok büyük rol oynadı. Beni teşvik edip öncülük eden Sabri Ağabey’dir. Bana “Sen kimsin, ne yapıyorsun?” diye sordu. Ben de anlattım. “Seni Fenerbahçe’ye alalım” dediğinde çok sevinip hemen kabul ettim. Zaten taraftarı olduğum kulüptü. - Vefaya gidişiniz nasıl gerçekleşti? Melih Ilgaz rahmetli çok iyi arkadaşımdır. “Ya dedi sen burada enayi gibi… Erdal’ı transfer ettiler, yeni sezonda seni oynatmayacaklar.” dedi. Ve beni aldı, Vefa’ya götürdü. 1949–1950 sezonu orada oynadım. Fakat Fenerbahçe’de Erdal Kocaçimen sakatlandı ve futbolu bıraktı. “Keşke Vefa’ya gitmeseydim.” dedim kendi kendime. Bir baktım ilk idmanda Hüsnü Ağabey de Vefa’da… O da Vefa’ya gelmiş. Vefa o sene milli takıma çok futbolcu verdi, çok iyi takımdı. Hatırladığım kadarıyla; Selahattin, Rahmi, Kazma İsmet ve ben gitmiştik. - Sonra vatani görev mi? Evet, 1952 yılında askere gittim. Orada Ordu Takımı’na girdim. Finallere katıldım. 13 defa Ordu Milli Takımı’nda oynadım. Sonra Müslüm Bağcılar vardı. 1957’de Fenerbahçe’ye döndüm. 1962’ye kadar oynadım. Sakatlandım. Bir Galatasaray maçında dizim döndü. Top oynayamayacağım doktorlar tarafından söylenince Fenerbahçe doğal olarak mukavelemi yenilemedi, böylece Fenerbahçe’deki futbol hayatımı noktaladım. - Yurtdışı başarılarınızdan söz edebilir miyiz? Molnar, beni Avrupa’ya çağırdı. 1962 yılında Avrupa’ya Salzburg’a gittim. Sahalarımız çok güzeldi. Orada iki kez Avrupa’nın en başarılı kalecisi seçildim. 1967 yılına kadar Avusturya takımında kalecilik yaptım. Sonra Almanya da 8 ay antrenörlük eğitimi aldım. Türkiye’ye döndükten sonra Balıkesir, Manisa, Aydın, Altay, Kayseri, Sivas sonra Trabzonspor’da antrenörlük görevi yaptım. 1975 yılında ilk defa lig şampiyonu olan Trabzonspor’da teknik direktörlük görevini üstlenmiştim. Sonra Sakaryaspor, Düzce ve Karagümrük takımları… Daha sonra Futbol Federasyonu’na çağrıldım. Orada Genç Milli Takım antrenörlüğü yaptıktan sonra İstanbul bölge antrenörü ve bayan milli takım antrenörlüğü… - Sizi dinledikçe Fenerbahçeli olmanın gerçekten de bir ayrıcalık olduğunun iyice farkına varıyoruz. Evet, her açıdan bir ayrıcalık. Fenerbahçe sevgisi çok farklı bir sevgi. “Futbol nankördür.” derler ama ben hiçbir nankörlüğünü görmedim. Ben Fenerbahçe’nin içinde büyüdüm. Babam askeri eczacıydı ama ben futbolu tercih ettim. Çok dayak yedim. Fakat sonra da semeresini gördüm. Önceleri kızan annem daha sonra, tramvaya her bindiğinde “Ben Şükrü Ersoy’un annesiyim.” derdi. Anneme susmasını, ayıp olduğunu söylerdim. Ama o beni hiç dinlemez benimle övünürdü. Babam paşaydı. Annem öldüğünde cenaze merasiminin hep törenle olmasını isterdi. Ne kadar temiz kalpliymiş ki benim o dönemlerde Fenerbahçe Yönetim Kurulu’nda olmam sıfatıyla cenazesi tıklım tıklımdı. Ve bandoyla gitti. Allah rahmet eylesin… - Kaleci olmanın sorumluluklarının, ruhsal yönden de çok ağır olduğunu düşünüyorum… Neler söyleyeceksiniz? Takımla bütünleşir, takımın bir parçası olursun. Futbolcuların herhangi biri, bir hata yaptı mı, diğerinin, arkadaşını telafi şansı olabilir. Kaleciye gelince golü yer ve günlerce kalecinin o golü nasıl yediği kritik edilir. Bir tane yesen de dalga geçilir “Bir tane top geldi, onu da yedin.” derler. Uğur olarak maça sağ ayakla çıkardım. Siyah çorap, şort giyerdim. Bazıları solmuş olurdu ama uğurumdu o. Çevremdekilerse merak eder “Başka şortun yok mu?” derlerdi. - Kaç kez milli maça çıktınız? Milli takımda 13 defa oynadım. Turgay Şeren mektep arkadaşımdır. Milli takımda da kaleciliği beraber yaptık. - Ülkemiz genelindeki yabancı futbolcuları nasıl buluyorsunuz? Yabancı futbolcu oynatılmasıyla ilgili söylemem gerekirse; bazı yabancı futbolculara ülkemizde oynamaları için haklarından daha yüksek paralar veriyoruz. Ben genç futbolcuların getirilmesinden yanayım ama genelde yorgun futbolcular, adalesi yıpranmış futbolcular getiriyorlar. Genç, dinamik oyuncular bulmalıyız. Adı duyulsun veya duyulmasın önemli değil. - Bu sezonla ilgili olarak siz neler söylemek istersiniz? Aragones iyi bir teknik direktör. Yaşı 70 olabilir, kendisi oynayacak değil. Aktif biri. 5 yıldır İspanya’nın teknik direktörlüğünü yapan başarılı biri. Zaman içinde bizde de başarılı olacaktır. Örneğin Fenerbahçe- Arsenal maçında kaçırdığımız 6-7 pozisyonu değerlendirmiş olsaydık maçın skoru lehimize dönebilirdi.
- Galatasaray- Fenerbahçe maçlarının her zaman bir ayrıcalığı vardır… Sizler neler yaşadınız? Lig şampiyonu olmayalım ama Galatasaray’ı yenelim. Fenerbahçe taraftarı bir lig şampiyonluğunu bu şampiyonluğa feda ederdi… Yine bir Fenerbahçe- Galatasaray şampiyonluk maçı… Beykoz’la berabere kaldık. Galatasaray’ı yenmemiz lazım. - Ya kamplarınız nasıl geçerdi? Zamanımızda kamplarımız çok uzun olurdu. Birbirimizi çok severdik. Çok neşeli geçerdi. Avrupa’ya maça giderdik. Dakikalarca sahanın çimenlerine bakardık. Bizde nerde o zamanlar çimen saha! Ali Ersan, o zamanların en ünlü foto muhabiriydi. Çok güzel fotoğraf çekerdi. Teknik bugünkü gibi olmadığından golleri yakalayabilmek için tüm fotoğrafçılar kale arkasında yer alırdı. Ben de uçan kaleci gibi iyi pozlar verirdim. - Hatırladığınız bir anınızı paylaşır mısınız? Yine bir maça çıkacağımız gün “Şimdi Şükrü çıksın, koşsun biz duralım, bekleyelim.” demişler. Ben bir çıktım, koştum, orta sahaya geldim, bir baktım ki arkamda hiç kimse yok. Yine Can Bartu’nun şakasıydı… Canım arkadaşım. Bizleri her zaman şakalarıyla güldürmeyi, eğlendirmeyi başarıyordu. Tabii efsane bir oyuncu olduğunu da unutmamak gerek. Taraftarlar artık yan yana oturmalı tıpkı eskisi gibi. O deplasman, bu deplasman diye ayrılmamalı. Eskiden farklı takım taraftarları yan yana oturur, şakalaşırlardı. Ama şimdi böyle bir şey yok. Herkes hakemin her çaldığı düdüğe itiraz ediyor. Taraftarlar tribünü bölüyorlar. Dünya Kupaları’nda görüyorum. Brezilyalı sağımda Fransız solumda oturuyor ama hiç kavga etmiyorlar. Otobüste bile şakalaşarak gidiliyor. Taraftar profili değişmeli… Özellikle Fenerbahçe taraftarı her zaman birlik ve beraberlik içinde olmalı takımını ve kulübünü her daim desteklemelidir. Sayın Aziz Yıldırım’ın yeniden yapılanmayla yarattığı kulübümüz bu noktaya kolay gelmedi. İskambil kağıtlarından yapılan bir kule olarak inşa edilmedi. Hepimizin birlikteliğiyle büyük bir emek harcandı. İyi ve kötü gün ayırımı yapılmadan verilen bir destek bizi her zaman daha güzele götürecektir. Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki Fenerbahçe futbol kulübü değil, çeşitli branşların yer aldığı Türkiye’nin en çok taraftarı olan bir spor kulübüdür. - Dergimiz hakkında görüşlerinizi alabilir miyim? - Eşiniz Dilek Hanım ve oğlunuz Murat’la yazları uzun bir dönem Kuşadası’nda, kışlarıysa İstanbul’da yaşıyorsunuz. Memnun musunuz? Burada keyifli bir ortamımız var. Gördüğünüz gibi Ekim sonlarındayız ve hala güzel bir havaya sahibiz. Denizin en sıcak olduğu dönem… Oğlum Murat’ın aktif faaliyetleri var… Hiç sıkılmıyoruz. Murat da sporcu. Özürlü Olimpiyatları’nın koşu ve yürüyüş dallarında bir adet altın ve 8 adet de gümüş, bronz madalyalar kazandı. Eşim Dilek Hanım ve ben onunla gurur duyuyoruz.
Röportaj: Sibel Kurt
|