|
FENERBAHÇE’NİN HER ŞEYİ GÜZEL Bir boğaz çocuğu Ercan Aktuna Kuzguncuk’ta yaşayan. Önce İstanbulspor ardından Fenerbahçe’si… Röportajımız için arkasında ismi yazılı 5 numaralı formayı giyerken sanki takımına geri dönüyordu. Yıl 1965 kimler yok ki bu takımda; Şeref, Özer, Osman, Ogün, Ziya,Yaşar, Haldun, A.İhsan, Aydın, Şenol, Birol, Varol, Hazım,Ali, Şükrü…Ve daha sonraki yıllarda aralarına katılanlar… 10 yıl bu; kimi zaman kazanılan şampiyonluklar, kimi zaman kaybedilen maçlar… Ama hepsinden önemlisi bu şampiyonluklara doğru koşarken yaşadıkları heyecanlar, umutlar, acabalar, üzüntüler, mutluluklar… Onun lakabı “Maldini Ercan”dı. Didi onun için “Brezilya’da olsa dünyanın en iyi adamı olurdu,” demişti. Hiç kırmızı kart görmeyen iyi bir stoper olan efsane oyuncumuz hava toplarındaki hakimiyetiyle tanınırdı. Onu bugün de karşımızda aynı çizgisinde beyefendi tavrıyla görüyor, şimdilerde ise Akşam Gazetesi’ndeki spor yorum yazılarını keyifle okuyoruz. Fenerbahçe Dergisi “Sibel’in Sahası” olarak tüm taraftarlarımızın ve çalışanların yeni yılını kutluyorum. 2007 yılı Türkiye Fenerbahçe’mizin şampiyonluklarıyla sallandı. 2008 yine bizim yılımız olacak. Bu kez “Avrupa bizi unutmayacak” bunu en içten dileğim kabul edin.
Rahmetli amcam savcı muaviniydi. Sekiz yaşındayken beni alır, maçlara götürürdü. İlk maçımız için Dolmabahçe Stadı’nın açılışına götürdü. Protokol kısmında oturmuştuk. Unutulmaz bir gündü. Fenerbahçe maçlarından sonra çok mutlu olurdu. Amcam da zamanında futbol oynamış. Lakabı Pire Mehmet’ti. Bana Fenerbahçe’yi ilk sevdiren amcam oldu. Annem çok sert mizaçlıydı. Maçları seyretmeye gitmeme izin vermek istemezdi. Fenerbahçe maçları öncesi erkenden Üsküdar’a gider Canavar Burhan, Basri, Özcan, Naci Ağabeyleri beklemeye başlardım. Onlar da bizler gibi arabalı vapura binerler, üst katta - Spor hayatınız profesyonel olarak nasıl başladı? İstanbul Erkek Lisesi’nde okuyordum. O sıralar Fenerbahçe genç takımda idmanlara çıkıyordum. Önceleri mektep maçları vardı. Ahmet Erol da Fenerbahçe’de menajerdi. Beni beğendiler, fakat yaşımdan dolayı daha lisansım yoktu.17 yaşındayım, bir gün eski Fenerbahçeli kaleci Sabri Kiraz Hoca bana “Gel seni İstanbulspor’a götüreyim. Yatılı olarak yazdırayım,” dedi. 1957 yılıydı. Meseleyi amcama açtım. Ona Sabri Hoca’nın önerisini anlattım. Amcam da “Sabri Hoca’yı dinle, önce oku,” dedi. Çok az maçlara giriyordum. O zamanlar İstanbulspor çok kuvvetli bir kulüp. Kadrosu da çok iyiydi. Senede 2-3 maç oynuyordum. İstanbulspor’un yanı sıra genç milli takımda da oynuyordum. 1960 yılında Turkcell lig gibi bir milli lig kuruldu. O zamanlar cumartesi ve pazar olmak üzere haftada iki kere maç yapılıyordu. Deplasmanlara giderdik. 6 takım kura çekiyordu. İzmir ve Ankara’da; Altay, Göztepe, Altınordu gibi güçlü takımlar vardı. Hatırlıyorum o zamanlar İzmir’e deplasmanlara gittiğimizde Fenerbahçeliler Alsancak’ta iyi otellerde kalır, uçakla giderlerdi. Biz ise Basmane’deki otellerde kalır, otobüsle yolculuk ederdik. Küçük kulüplerin kaderidir bu. İzmir’de felaket sıcak olurdu. Fenerbahçe Karşıyaka ile oynar. Biz Altay’la oynarız. Ertesi gün de Fenerbahçe Altay’la oynar, biz de Karşıyaka ile oynarız. Günümüze baktığınızda haftanın iki günü üst üste maç yoktur. - İstanbulspor’da oynarken Fenerbahçe ile karşı karşıya kaldığınızdaki duygularınız? Bir keresinde Fenerbahçe bir mağlubiyeti İstanbulspor’dan aldı. Üzüleyim mi? Ağlayayım mı? İki arada bir derede kaldım. Bilemedim! Ama ondan sonra Allah gönlüme göre verdi. Neyse neticede Fenerli olduk, mutlu olduk. - Fenerbahçe transferiniz nasıl gerçekleşti? 1965 yıllarıydı. Milli takımda oynadığımdan dolayı gündeme gelmiştim. Galatasaray Beşiktaş ve Fenerbahçe beni istiyordu. Benim gönlüm Fenerbahçe’deydi. Ve Fenerbahçe kulübü beni takımda istediğini bir aracı vasıtasıyla iletti. Hayallerim gerçekleşecekti... Ama o zamanlar transferler bugün olduğu gibi bazı prosedürlerle yapılmıyordu. Futbolcu önce kendi onayıyla kaçırılır ve bir yerde kısa bir süre saklanırdı. Basından uzak tutulur, diğer kulüplerin futbolcuya ulaşması engellenirdi. Bana da Koyu Fenerbahçeli Hırsız Semai lakaplı ağabeyimiz eşlik etti. O dönem İsmet Uluğ Başkan, Faruk Ilgaz ise Genel Sekreterdi. Semai ağabey “Evladım seninle güzel bir yere gideceğiz,” dedi. Neticede enteresan bir olay, Semai ağabeye “Semai ağabey ben deniz çocuğuyum, deniz kenarı olsun, ben denizden ayrı kalamam,” dedim. Kocaeli yakınlarında Tütünçiftlik’te bir ayakkabı mağazalarının sahibinin villasında 21 gün kaldık. O zamanlar İzmit Körfezi’nden denize girilebiliyordu. 21 günün sonunda Kadıköy Belvü Restoran’da Kadıköy grubundan Muhittin Bulgurlu ile buluştuk. Bir çantayla gelmişti. - Kaç kez Milli takım formasını giydiniz? O formayı 29 kez giymek nasip oldu bana… - Oynadığınız yıllardan bir anınızı anlatır mısınız? 1965’de bir Avrupa Kupası eleme maçı vardı. İstanbulspor’da oynadığım dönemdi. Bizim oynadığımız dönem saha zemini şimdiki gibi değildi tabi. Bir milli maç için Portekiz’e gitmiştik. Onların sahası çimdi tabi. Sonra onlar rövanş için geldiler. Yeniköy’de otelde kamptayız. Kampa takviye olarak İtalya’dan Can Bartu, Avusturya’dan Özcan Erkoç geldi. Portekiz idman için oynanacak sahayı bir gördü. Tabii toprak saha Portekiz milli takım yetkilileri “Biz bu sahada oynamayız dönüyoruz ve FIFA’ya bildireceğiz” dediler. Bizi bir telaş aldı. Maç için Yeniköy’den Ankara’ya taşındık. Şimdi bakıyorum da 2008-2009 UEFA finalinin Türkiye’de ve Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nda oynanacak olması ne kadar haklı gurur bizim için… - Savunmanın bel kemiğiydiniz. Lakabınız var mıydı? Benim lakabım Maldini idi. Tribün öyle takdir etmişti. Fizik olarak da Milan’da oynayan Maldini’nin babasına benzetirlerdi. . . - En beğendiğiniz ve kendinizi yakın hissettiğiniz takım arkadaşlarınız kimler? Adada güzel günlerimiz geçti. Lefter ağabey “Hadi kros yapalım,” derdi. Koşardık. Nerdeyse 40 yaşına kadar oynadı; müthiş bir topçuydu. Böyle bir futbolcu bir daha gelmez. İki ayağı aynı. Çalım atamayacağı adam yok. Burada bir Macaristan maçı oynadılar, paramparça etti. Bir vole bir de penaltı 3-1 yendik. Macarlar o zaman sistemi öyle bir oturtmuş ki İngiltere’ye 6 atıyorlar. İki golü Lefter ağabey, bir golü Metin Oktay attı. Onu da çok severdim. Bir derbi maçımızda o kadar kötü oynuyoruz ki Galatasaray baskı kuruyor, biz kontra atak oynuyoruz. 3 kontra atak yaptık. Maç 0-3 oldu. Maçın bitmesine 8 dakikaya yakın bir zaman vardı. Metin Oktay “Biraz yavaş olun, zaten maç 0-3,” dedi. Yılmaz Şen de biraz kötü sözler söyledi. Bunun üzerine Metin Oktay çok kızdı, Yılmaz’ın boğazına sarıldı. Ve hakem Metin Oktay’ı maçtan çıkardı. Metin çok efendi bir insandı, onun ilk defa oyundan çıkarılmasına şahit oluyorduk. Küfrü bile olmayan bir insandı. Ve o gün soyunma odasına gittiğimiz de hepimiz 0-3 galibiyetimize sevineceğimize Metin ağabeyin oyundan çıkarılmasına üzülüyorduk. Futbolcular arasında çok büyük samimiyet vardı; kardeş gibiydik. - Bir stoper oyuncusuydunuz. Oyun kurmadaki ustalığınız ve hava toplarındaki hakimiyetiniz en büyük özelliğinizdi. Bir de penaltılar… Bu meziyetleri nasıl kazandınız? İstanbulspor’dan başlayarak zor anların adamı, Yılmaz Şen’le 14 sene birlikte oynadık. Bir de disiplinli, futbol sezgisi kuvvetli, Bükreş dinamosu Ion Nunweiller vardı. Dört dörtlük bir futbolcuydu o da, çok iyi anlaşırdık. Yılmaz’la da birbirimizi tamamlardık. Spor devamlılık ister, istikrar ister, kararlılık ister. Onlarla birbirimize baktığımızda “Keser mi keser, alır mı almaz mı” anlardık hemen. Molnar zamanında penaltıları ben atardım. Antrenmanda hepimizi toplar, herkese 10 penaltı attırır. Kim daha fazla atarsa onu tercih ederdi. Galatasaray’a karşı penaltılarım vardır. - Sahaya çıkarken uğurlarınız var mıydı? Takımla sahaya çıkarken sağ ayağımla çıkardım, çizgiyi geçerken sağ ayağımı atardım. Çok sakin bir oyuncuydum. Hiç kırmızı kartım olmadı. Profesyonel top oynadım. Bizim zamanımızda kırmızı kart yoktu, hakem “Çık dışarı!” derdi. - Fenerbahçe tarihinde beş kupa aldığımız 1967-68 kadrosunda siz de vardınız… Türkiye Kupası, Başbakanlık Kupası, TSYD, Lig Şampiyonluğu, Cumhurbaşkanlığı ve Balkan Kupası maçlarını kazanarak beş kupayı aldığımız bir dönemdi. Çok iyi anlaşan bir kadroydu. - 1975 yılında futbolu Fenerbahçe’de bıraktıktan sonra çalışmalarınız nasıl devam etti? Futbolu bıraktıktan sonra İngiltere’ye menajerlik eğitimi için gittim. Eğitimimi tamamladıktan sonra kulübüme tekrar geri döndüm. Gitmeden evvel 6 senelik bir mukavele imzalamıştım. 2-3 sene menajerlik görevinde ve yönetimde bulundum. Primleri ben tespit ederdim, 1974-1976 Emin Cankurtaran başkan olduğu dönemde başladım. 1975’de Rıdvan’ı aldım, kaçırdım. Rıdvan’ı o zamanlar Galatasaraylılar istiyordu. O da ayrı bir maceradır. - Fenerbahçe’de oynadığınız dönemde sizi en çok etkileyen, sizde en çok iz bırakan isim kimdi? Derbi maçları öncesi Moda Burnu’ndaki Mona Palas’ta kalırdık. Maça gitmeden evvelde Moda Deniz Kulübü’ne uğrardık. Eski efsane Fenerbahçeli futbolcu Zeki Rıza Sporel aynı zamanda Moda Deniz Kulübü’nün kurucularındandı. O müthiş bir insandı. Nur içinde yatsın. Fenerbahçe flamasını eline almış, Taksim Stadı’nda başlamış gümbür gümbür gollerini atmaya. Onun gibi biriyle tanışmış olmak bizim için bir şeref olmuştur. Başarı dileklerini kabul etmek üzere bizi kulübün başkanlık odasında ağırlardı. Çok klas bir insandı. Fazla konuşmayı sevmezdi. Bize asla “Şöyle yapın, böyle yapın” diye taktikler vermezdi. Zeki Rıza Sporel’in söylediği sözler bugün hala kulağımda “Fenerbahçeli gibi oynarsanız maçı kazanırsınız; oynayacaksınız ve kazanacaksınız,” derdi. Sonra odasından çıkar, maçımız için önce taksilerle Üsküdar’a, Üsküdar’dan da vapura binerek Dolmabahçe’ye giderdik. Antrenörümüz Molnar takımı soyunma odasında açıklardı. Galatasaray- Fenerbahçe maçları çok elektrikli geçerdi. Sakin olan maçı kazanır. Sinirli olmak insanı kontrolden çıkarır. Bugün de böyle… Son maçta Galatasaray’ın hiç üstünlüğü yoktu. Bu sezon yine deplasmanda da yenecek Fener… - Boyunuz uzun, neden basketbolu tercih etmediniz? - Bir arkadaşınızın evlenmesine vesile oldunuz… Bizimle paylaşır mısınız? Takım arkadaşlarımın hepsiyle çok samimiydik. Fakat Selim’le dostluğumuz biraz daha fazlaydı. Kamplarda aynı odada kalırdık. Hülya ile Selim’i ben tanıştırmıştım. Bugün baktığımda buna vesile olduğuma çok seviniyorum. Bir Galatasaray maçı öncesi adada kamptaydık. Hülya hanım da oraya istirahata gelmiş. Hülya ve ailesiyle Kuzguncuk’ta komşuyduk. Hatta ben genç takımda oynarken okul sıralarında annem derdi ki “Oğlum sen bu mahallenin ağabeyisin, kızlarda aklım kalıyor, 3 kız kardeş kalkıp gidecekler, onları tiyatroya, görevlerine sen götür getir,” derdi. Babaları Sedat Bey sağdı. Tiyatro Tepebaşı’ndaydı. Hülya ve kardeşleri Feryal ve Nilüfer hepsi tiyatroda oynuyordu. 00.15 ve 00.30 son vapura biniyor. 3 kuzuyu ailelerine teslim ediyordum. Hülya beni çok sever, hep Ağabey derdi. Kampa geldik. Selim görmüş, “Tanıştır bizi” dedi. Ben de dedim ki “O senin bildiğin kızlardan değil” ama ısrar etti. Ertesi gün oldu idmandan dönmüştük. Sabah kahvaltısını yapıyorduk Selim’e de “Sen de arkamdan gel Hülya ile tanıştırayım,” dedim. Tam tanıştıracağım ikisini “Günaydın” dedim Hülya’ya baktım Selim’e döndüm ki Selim yok. Hülya’ya “Ya seni çok cici tatlı dilli ayrıca oda arkadaşım olan biriyle tanıştıracaktım, ama utandı yok oldu galiba” dedim. Hülya’da “Selim’i çağırarak gelin utanmayın” dedi. Sonra ada’da kaldığımız süre içinde Hülya, kızkardeşi Feryal hep beraber eşli pişpirik oynuyoruz. Tabii Selim tatlı dilli. Kamp bitti fakat Selim Hülya’yı setlerde hiç yalnız bırakmadı, çiçekler yağdırıyor, arada bir bana anlatıyordu. Ben 1968’ de evlendim, sanırım Selim’de 1969’ da evlendi. Şimdi torun sahibi bile oldular… Mutluyum tabii… İkisi de mükemmel insanlar.
İki evladım var Zeynep ve Ali. Zeynep grafik mezunu. Ada Mobilya’da yönetici konumunda. Oğlum çok iyi bir futbolcu olabilirdi. Can Bartu ile evlerimiz çok yakın. Ali’yi çocukken top oynarken gördüğünde “Ya Ercan bu aynı benim gençliğime benziyor,” derdi. Fakat ne yazık ki futbolcu olamadı. Biraz fazla yakışıklı bir çocuktu, kızlar peşini bırakmadılar. Şimdi reklam sektöründe çalışıyor. Eşim Barkın da yine Ada Mobilya’da dekorasyon üzerine çalışıyor. Boş durmayı hiç sevmeyen bir yapısı var. Çok çalışkan bir insan. 40 yıllık mutlu bir evliliğimiz var. Boş zamanlarımızda sık sık kulübe veya sosyal tesislerimize gideriz. Ben maçları mutlaka seyrederim. Oynamak ve seyretmek arasında çok fark var. Ama şimdi eski bir futbolcu olarak seyretmek çok farklı bir duygu oluyor. Santrfor ihtiyacı çok açık ortada, bağırıyor sanki… Özellikle Şampiyonlar Ligi’nde tur atlamışken bir golcü almalıyız. Semih’i çok beğeniyorum fakat olmalı, almalıyız. Şu aşamada takımı riske sokmamalıyız. - Siz olsanız kimi alırdınız? Ronaldo’yu almam, Adriano’yu da almam… Mesela Real Madrid’le aramız bulunsa usta işi çok santrfor var orda… - Şampiyonlar Ligi’nde tur atladık. Bundan sonrası için neler söyleyeceksiniz? Fenerbahçe’ye büyük ihtimalle iyi bir takım çıkacak, kötü takım yok. Ayrıca bu saatten sonra Fenerbahçe’nin karşısına kim çıkarsa çıksın fark etmez. İstikrarlı bir takımımız var. Takım ruhu oluştu. Geçtiğimiz haftalarda iki tane ağır maç olan Galatasaray ve CSKA maçlarında büyük başarı gösterdi. Özellikle Fenerbahçe- CSKA maçında ilk golü yiyoruz. Fakat moraller bozulmuyor. Kalecimiz Volkan mükemmel. Alex zaten bir Lefter oldu. Carlos’un yaydığı sinerji var. Carlos savunmanın sol tarafında olmasına rağmen tekniğinin ve kondisyonunun çok kuvvetli olmasından dolayı tüm sahaya hakim. “Çabuk düşün, çabuk oyna” olay bu. - Fenerbahçe 100. yılını tamamlıyor, haklı gururumuzu yaşadık. Lakin başarının sonu yok… Aziz Bey’i başarılı buluyorum. Aziz Yıldırım Fenerbahçe’yi tam kırılma noktasından alıp yukarı çıkaran biridir. Aziz Bey için “Sert” diyorlar, sert olacak tabii şimdiye kadar ne söylediyse haklı çıktı. 100. yılı büyük bir keyifle yaşadık. Şimdi sıra diğer başarılarımızda. - Fenerbahçe Dergimiz için düşünceleriniz? Harika bir dergi; gerçekten güzel, zevkle takip ediyorum. Fenerbahçe’nin her şeyi güzel. - 2008 geldi… Fenerbahçe’nin sizi hiçbir zaman yalnız bırakmayan taraftarına neler söyleyeceksiniz? Öncelikle 2008 yılının herkese sağlık, mutluluk başarı getirmesini diliyorum.
|