ALTIN ÇOCUK ŞÜKRÜ BİRAND
Futbol hayatına atıldığı andan itibaren dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış, “Altın Çocuk” tu o. Fenerbahçe ve milli takım için bulunmaz bir kaftan. Ona “En az 10 yıl yerinden oynatılmayacak adam” deniyor ve arkasından bir “Oh!” çekiliyor: “Fenerbahçe 10 yıl sağ bek sıkıntısı çekmeyecektir.”
Basri Dirimlili gibi bir futbolcuyu hayatında örnek alan bir futbolcudan nasıl başarısız olmasını bekleyebilirsiniz ki… Şükrü Birand’ın ekolü de Basri Ağabeyi oldu.
Fenerbahçe’de 69 futbolcu 200’ün üstünde maç yaptı. Bu 69 değerli futbolcumuzdan birinci sırayı Sayın Lefter Küçükandonyadis 615 maçla alırken, Şükrü Birand ise 318 maçla 25. sırayı aldı. Hepinize minnettarız.
- “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur” deriz her zaman siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şükrü Bey?
Doğuştan Fenerbahçeliyim. Benim rengim sarı lacivertti. Çocukken, babamla yaşadığımız elim bir olay vardı. Bir at arabası kazası geçirdim. Babam o kazada beni kurtarmasaydı, bugün iki bacağım olmayacaktı… İşçi bir ailenin çocuğuydum. Babam torna ustasıydı. Ankara’da doğmuşum. İlkokul çağında Adapazarı’na göçmüşüz. İlkokulu Adapazarı’nda okudum. Sona tekrar Ankara’ya döndük. Liseyi Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde okudum. O arada bizim mahallenin çocukları, hep birlikte maçlara gidiyorlar, beni de beraberlerinde götürüyorlardı. Mahalle maçları oynarken beni ilgi ile izleyen milli takım hocaları vardı. Ve ben daha hiçbir takımda oynamadan genç milli takımına çağrıldım. O zamanlar Basri Dirimlili hayranıydım. Fenerbahçe’de “Mehmetçik” lakaplı olan sonradan beraber olduğumuz ağabey kardeş antrenör Basri Ağabey’i çok seviyorduk.
- Spor hayatınız profesyonel olarak nasıl başladı, Fenerbahçe Spor Kulübü’ne girişiniz nasıl oldu?
Eskiden her takımın 11’ini rahatça sayardınız. O yıllarda bir takıma gidip oynadığınız zaman “Bir sporcu en az bir 10 yıl oynar” düşüncesi vardı. Ankara Aydınlıkevler’de mahalle arkadaşlarımla futbol oynarken, Gençlerbirliği’nden Rauf Başer diye bir antrenör vardı. Beni Gençlerbirliği’nde oynatmak istedi. Ama kısmet Toprakspor’muş. Toprakspor’a seçildiğim yıl öncesinde, genç milli takımına da seçilmiştim.
Hem kuvvetli bir takıma girmiştim, hem de milli takıma seçilmiştim. İkinci kulübüm PTT oldu. Sonra Fenerbahçe beni istedi. Hayallerim gerçekleşiyordu. Sevdiğim kulüpte top oynayacaktım. Yaş 18-19. O zamanlar Galatasaray, Beşiktaş kulüpleri de beni almak istiyordu. Hatta Türkan Şoray’ın eski hayat arkadaşı Rüçhan Adlı, Galatasaray yönetimindeydi. Beni almak üzere uçakla özel olarak gelmek istiyordu. Beşiktaşlı Ali Tozkonmaz da bir taraftan. Ama benim gönlüm Fenerbahçe’deydi. Fenerbahçe Asbaşkanı Müslüm Bağcılar idi. Ankara’da benimle temasa geçen Müslüm Bağcılar, Ahmet Erol ve Erdal Kocaçimen beni Fenerbahçe’ye istiyorlardı. Bu benim için inanılmaz bir olaydı. Fakat babam transferim için bir şart koymuştu: “Üniversiteyi İstanbul’da okuyacaksın” diye. Oyunculuğum sürecinde İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde okudum ve mezun oldum. Netice itibariyle; mukavele için beni ve Ziya Şengül’ü apar topar kaçırıp İstanbul’a getirdiler.
O sıralarda bir de İstanbul’da ümit milli takımının maçı vardı. Ben ümit milli takımında kadroda değildim. Fenerbahçe-PTT ile maç oynamaya gelmiştik. Beni hemen milli takıma çağırdılar. Fenerbahçe’de bek Özcan (Köksoy) vardı. Onun kadrodan çıkmasıyla ben Çarşamba günü Türkiy - İngiltere maçına çağrıldım. İyi performans gösterdiğimden beni istiyorlardı. Türkiye Fas, Cezayir, Tunus’a maçına da gittim. Bu arada halen PTT’deydim. Fenerbahçeli futbolcular hepsi benimle ayrı ayrı ilgileniyorlar, nasıl Fenerbahçeli yaparız diye uğraşıyorlardı. Tabii ben dünden razıydım. O zamanki transferlerde bir takımın kadrosuna 2-3 kişi alınırdı. Fenerbahçe ile mukavele imzaladım. 1964’de Fenerbahçe Spor Kulübü’ne girişim oldu. “10 yıl oynarım” dedim. 318 defa oynadım.
- Milli takımda oynadınız…
32 defa milli takımda oynadım.
- Takımın hızlanmasında büyük rolünüz vardı. Ve Avrupa maçlarında, milli takım maçlarında dikkatleri üzerinizde topluyordunuz. Transfer teklifleri aldınız mı?
Çeşitli kulüplerden teklif almıştım. Bir keresinde İrlanda’dan Mr. Toomey bana bir aracı vasıtasıyla “Bugün İrlanda’da böyle bir bek yok. Gelsin onu başkanı bulunduğum Limmerick takımına alayım” diye haber göndermişti ama ben kendisine teşekkür edip, takımımdan ayrılmayacağımı söylemiştim. Zaten o zamanki başkanımız Sayın Faruk Ilgaz çok sinirlenip “İzmir, Ankara derken bir de İrlanda ile mi uğraşacağız?” demişti.
- 1964-1974 yılları arasında Fenerbahçe’deydiniz ve bir çok şampiyonluklarda sizin de emeğiniz var. Fenerbahçe tarihinde “Altın sezon” dediğimiz beş kupa aldığımız kadroda da siz vardınız…1967-68 senesinde Türkiye Kupası, Başbakanlık Kupası, TSYD, Lig Şampiyonluğu, Cumhurbaşkanlığı ve Balkan Kupası maçlarını kazanarak beş kupayı aldığımız bir dönemdi. Balkan kupası bir Türk kulübünün kazandığı ilk uluslararası kupa olma özelliğini taşıyordu.
Oscar Hold, Ionescu, Molnar ve Didi ile şampiyonluklar yaşadık. Hento, Pele, Cruyf ve George Best gibi futbolcularla oynama şansı yakaladım. 5 dönem şampiyonluklar yaşadım. Biz o zamanlar çok para kazanmadık ama hayatımızda para ile satın alamayacağımız bir itibarımız oldu.
- Fenerbahçe’nin bir de bekarlar kampı vardı…
Evet… Görev bölümüne göre A. İhsan; idare müdürü, Yaşar; bulaşıkçı ve ütücü, Ziya; gıda uzmanı, Bülent; çamaşırcı, ben de teşrifatçıydım. O günleri hatırlamak ve onların bizde güzel bir anı olarak kalması müthiş bir duygu. Bu arada Ziya, A.İhsan ve bana “3 ahbap çavuşlar” deniyordu. Sonradan aynı eve Yaşar Mumcu, Ercan Aktuna ile katıldı. Bu evi bize Müslüm Bağcılar tutmuştu.
- En çok etkilendiğiniz bir anınızı paylaşır mısınız lütfen…
Bir Fenerbahçe - Galatasaray maçıydı. Ayağım yere vurduğu için topu iyice uzaklaştıramamıştım. Top Galatasaraylı futbolcunun ayağına gelmiş ve gol olmuştu. O maç 1-1 sona erdi. Benim üstüme kalmıştı. Korkunç derecede üzülmüştüm. Fakat maç bittiğinde bir anda Fenerbahçeli seyircilerin hep bir ağızdan “Ya ya ya! Şa şa şa! Şükrü Şükrü çok yaşa!” bağırışları karşısında gözyaşlarımı tutamamıştım. Ve o an anladım ki; Fenerbahçe taraftarı hem futboldan çok çok iyi anlayan hem de futbolcusunun motive etmeyi çok iyi bilen şahane bir topluluk.
- Bir de kendi kalenize golünüz var?
Çok üzüldüğüm ve yıkıldığım bir andı. O gün ona “Pembe hata” demişlerdi. Altınordu takımına 1967 yılında İzmir’de 1-0 mağlup olmuştuk. O ana kadar kalemizi korumak için çırpınan ben, bir tehlikeyi kaleden uzaklaştırayım derken ters bir hareketle kendi kalemize golü göndermiştim. O an benim ne hale geldiğimi ve ne üzüntüler yaşadığımı bilemezsiniz. Tek rahat olduğum taraf yöneticilerim tarafından o hatanın iyi niyetten kaynaklandığının bilinmesidir.
- Fenerbahçe’de forvetlik de yaptınız…
Oscar Hold bana forvet imkanı da vermişti. Hatta bir İzmirspor maçında iki gol atmıştım.
Hatırlayabildiklerimden PTT’ye de gollü bir maçım vardı. Bir de Türkiye kupası maçlarından Feriköy’e golüm vardı. Ama asıl yerim her zaman sağ bek oldu.
- Sportmenlik ve centilmenliğin doruğuna çıkan futbolculardan biri olarak 10. yılın sonunda jübile gününüz geldi çattı. Nasıl bir gündü?
Jübilemi Datcu ile beraber yaptık. Datcu’nun jübile hakkı yoktu. Bir kulüpte 10 seneyi doldurmayanlar, orada jübile yapamazlar. O da benim jübile hakkımdan istifade etti. Ne kadar üzülsem de tatlı bir veda oldu. Fenerbahçe formamızı son bir kez giyerek el ele sahaya çıktık. İnönü Stadı’nda 10.000 kişi vardı. Şöhretler karmasıyla maç yaptık.
Fenerbahçe kadrosu: Datcu, Şükrü, Ziya, Alpaslan, Ersoy, Eyüp, Selahattin, Aydın, Osman, Cemil…
Şöhretler kadrosu ise; Erol, Raşit, Fatih, Ekrem, Dinu, Fratila, Georgescu, Dobrin,Yusuf, Nunweiller’den oluşuyordu.
Maç 0-0 bitmişti. Maç sonrasında Kız takımları “Dişi Kramponlar”ın mücadelesi vardı. Gecenin 3. gösterisi ise emekliler takımının maçıydı.
- Sesiniz çok güzeldi ve 10 yıllık Fenerbahçe spor yaşamından sonra sahne hayatına atıldınız.
Futbol oynarken hem üniversitede okuyor, hem de müzik dersleri alıyordum. Sesimin güzelliğinden kamplarda hep şarkı söylerdim. Hatta Münir Nurettin Selçuk’la bile şarkı söyledim. O da Fenerbahçe’de top oynamıştı zamanında. Şarkı sahnem başladı. Nesrin Sipahi benim dostumdur. Nesrin Sipahi’nin okuduğu “Mazinde Bir Tarih Yatar” ile başlayan Fenerbahçe marşımızın vokalisti bendim. Nesrin Hanım’la beraber okuduk. Diğer futbolcu arkadaşlarım kendi okuduklarını zannetmişlerdi. Enteresan günlerim geçti. Gönül Yazar Fenerbahçeliydi. Sesim güzel diye sahneye davet etmişti. Bir süre sonra teklifler gelince Türk Sanat Müziği solisti olarak bir süre sahneye çıktım, Maksim gazinolarında şarkı söyledim. Çok renkli günlerdi.
- Daha sonra…
7-8 sene boyunca TV 8’de spor programı yaptım. Şu an Radyospor’da program yapıyorum.
- Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oyunculuk dışında hangi görevlerde bulundunuz?
Futbol Vakfı’nda genel sekreterlik yaptım. Şu an 2000 Derneği üyesiyim. Fenerbahçe’den kopmanız mümkün değil.
- Günümüzden kendinize benzettiğiniz futbolcumuz kim?
Gökhan Gönül’ü benzetiyorum.
- O yıllardaki Anderlecht - Fenerbahçe maçına giderken yanınızda götürdüğünüz bir şey vardı. Anımsayabiliyor musunuz?
(Gülüyor) Evet koltuğumun altında kitaplarım vardı. O sıralar üniversiteye devam ediyordum. Belçika’ya giderken ders kitaplarımı da yanıma almıştım. Çünkü bu okulu bitirmem için babama sözüm vardı.
- Maça çıkarken uğurlarınız var mıydı?
Bizler maça giderken birkaç uğurumuz vardı: Ben çoraplarımı hiç yıkamadan maça giderdim. Maça çıkarken hep aynı şampiyonluk çoraplarımı giymeye gayret ederdim. Onun için bana “Pasaklı” derlerdi. Vapurla keyifle giderdik maçlara…
- Ve yıl 2007… Fenerbahçe Spor Kulübümüz hakkındaki düşünceleriniz…
Fenerbahçe Spor kulübü tüm branşlarında başarıyı yakalamış, büyük ilerlemeler kaydetmiştir.
1968’de Faruk Ilgaz zamanında başlayan tesisleşmeler, başkanımız sayın Aziz Yıldırım ile olağanüstü bir yol kat etmiştir. Sayın Aziz Yıldırım’ın bu tesisleşme konusundaki yatırımları da halen devam etmektedir. 2009 UEFA finallerinin de stadımızda gerçekleşecek olması bunun göstergesidir. Futbol Vakfı’nda olduğum zamanlarda Beden Terbiyesi’ne müracaat edip binlerce dönüm araziyi resmi olarak tahsis ettirdim. Arkadaşlarımız o zamanlar Gebze
-İzmit yolu üzerindeki bu arazileri uzak diye kabul etmediler. Geçenlerde başkanımız sayın Aziz Yıldırım’a da bahsettim. “Bunu araştıralım” dedi. O zamanki resmi olarak tahsis ettiğim araziyi belki şimdi alacaklar. Ve bu arazi devlet tarafından bedelsiz verilmiştir.
100’lerce dönüm arazi Şile’ye kadar gider. İnşallah Fenerbahçe Kulübü’ne nasip olur.
Fenerbahçe şu an Türkiye’nin en kurumsal kulübü olmuştur.
- Eşinizle 1968 yıllarında tanışıp, evlendiniz.
Evlenmemiz o kadar kolay olmamıştı. Bir pastanede karşılaşmıştık. Sonrasında kayınpederim “Futbolcuya kız vermem” demişti… Sonunda zor razı etmiştik. O yıl, Manchester City’i yenmişiz. Bir hafta sonra 27 Kasım’da da Ajax ile maçımız var… Benim de 29 Kasım’da nikahım vardı. Yağmurlardan dolayı Dolmabahçe maç oynanmayacak durumda olunca maçı iptal edip 28 Kasım tarihine aldılar. Epey bir heyecan yapmıştım maç tarihi ile ilgili. Fakat sonra 29 Kasım’da evlendim. Sevginin ördüğü duvarları hayatta hiçbir şey yıkamaz. O zamanlardan şimdiye Rengül’le evliliğimiz 40 seneyi buldu. Birkan ve Burçak adında iki tane yetişkin oğlumuz, bir tane de torunumuz oldu.
- Maçları takip edebiliyor musunuz?
Maçları seyretmeye nadiren gidebiliyorum ama mutlaka oğlum Mirkan’la izliyorum. Bizim ömür boyu tüm statlarda şeref tribününde izlememiz için yerimiz ayrılmış, kartımız da vardır.
Fakat diğer statlarda bu hakkımızı kullanamıyoruz. Sadece kendi stadımızda özel tribünümüz var.
- Fenerbahçe Dergimiz için düşünceleriniz?
Dergimize söyleyecek hiç söz yok. Her ay büyük bir titizlikle takip ediyorum. İleriki yıllarda büyük bir arşiv olacak. Evimize iki dergi giriyor. Birini okuyoruz diğerini hiç bozmadan torunuma saklıyorum.
- Rengül Hanım’a 40 yıllık evliliğin başarı anahtarını soruyoruz…
Eşinizin zevklerini paylaşın… Eğer eşiniz futbolu seviyorsa siz de sevin. Futbol kurallarını biraz öğrenip, maçları takip edecek bilgiye sahip olursanız bundan zaman içinde siz de büyük zevk alacaksınız. Ve paylaştığınız daha fazla şey olacak. Ben Şükrü ile ilk tanıştığımda futbol bilgim çok azdı. Fakat zamanla bu bilgim ve paylaşımım çok ilerledi. Artık kendim için bir futbol hastası diyebilirim. Hala tüm maçları ailece birlikte izliyor. Aynı heyecanı yaşıyoruz.
- Sayın Şükrü Birand son olarak taraftarlara mesajınız var mı?
Öncelikle şunu belirtmeliyim: En gururlandığım an 100. yılda 100. yıl takımında forma giyip oynayabildim. 100. yılda da yer almak müthiş bir duygu.
Saha içinde 11 Fenerbahçeli oyuncu var. Fenerbahçe’deki 12 numaralı forma taraftarındır. Ve Fenerbahçe’de 12 numaralı oyuncu forması yoktur. Taraftarın 12 numara olması gerektiğini ve formalarının yapılıp satılmasını kulübüme ben önermişimdir. Başka hiçbir kulüpte de bu yoktur. Fenerbahçe büyük bir takım olduğunu tarih boyunca ispatlamıştır. Bundan sonra da taraftarımızın büyük desteğiyle daha iyi günleri olacaktır. Evvelden 12 numarayı yedekler giyerdi fakat ben Yüksek Divan Kurulu’nda 12 numaranın taraftara verilmesini önerdim. İmza topladım. Ne mutlu ki kabul edildi. O gün bugündür 12 numara muhteşem taraftara aittir.
BİR ÇOCUK VARDI…
Bir çocuk vardı…
Saçının dikliği, vücudunun sırımlığı, tehlikelere basmaktaki inat ve çabukluğu ile, ölümsüz Basri’ye tekrar can verdi.
Bir çocuk vardı…
Dünkü sinir ve asap maçını, ekmek peynir yer gibi rahat bitirdi. Ne klasını, ne fiziğini ne aklını ne de ayaklarını dövdürdü.
Bir çocuk vardı…
Defans savunmasını bir “Minare gayreti”nden kurtarmış, müdafaa adamlığındaki o “dan-dun” denen 60 yıllık kiri yıkayıp atmıştı.
Bir çocuk vardı…
Bekliğin o pek övündüğümüz betonlarını çatır çutur kırmış, marul içinde bile kabiliyeti olmayan topraklarda, batıya çok aydınlık bir pencere açmıştı.
Bir çocuk vardı…
Adı ŞÜKRÜ olan bir çocuk…
İSLAM ÇUPİ (AKŞAM GAZETESİ 4 OCAK 1965)
Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi/Aralık 2007
Röportaj:Sibel Kurt
Fotoğraflar:Sekan Hoşgör/Ahmet Hopyar