BİR ŞARKISIN SEN ÖMÜR BOYU SÜRECEK!
Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek…
Şöhret olmak sizce 1960’lı yıllarda mı daha kolaydı, yoksa günümüzde mi? O yıllar sadece radyolu, gazeteli yıllar…
Yıl 1967… Sözleri Sayın Teoman Alpay’a, müzik Sayın Metin Bükey’e, düzenlenme Sayın Berkant Akgürgen’e ait bir eser. Adı “Samanyolu”. Bu eseri sanatçımız Berkant yorumluyor ve plak olarak piyasaya çıkıyor. Plak 1 milyonun üstünde satarak Avrupa Müzik Birliği “Platin Plak” ödülünü alıyor. Ne bir reyting, ne reklam için gerçek dışı yaşam hikayeleri, ne tanıtım için televizyon programları. Bugünü dünle karşılaştırırsak hiç reklam yok. Sadece radyodan halkın kulağına hitap eden muhteşem bir şarkı, kadife gibi bir ses...
Halkın sevdiği şarkıya ödülü ise; 1 milyon plak satın almak. Ve 1967’ den günümüze kadar hala aynı heyecanla bıkmadan, usanmadan, unutulmadan aynı zevkle dinlenmesi. Bu sevgi, bu ödül içinde samanyolu kelimesi bile geçmeyen “Samanyolu” şarkısı için.
Şarkının içinde herkes kendinden bir şeyler bulur. Fenerbahçemiz de kendinden bir şeyler bulur. Taraftarla bütünleşmiş Fenerbahçe’nin vazgeçilmez şarkısı olmuştur artık. Kimileri marş der, kimileri ölümsüz eser.
Fenerbahçeli taraftarlarımız yıllarca kaşkolları iki el arasında önce sağa sola sonrasında havaya kaldırıp statta çalınan bu muhteşem ölümsüz şarkıya eşlik eder. Ara sıra da “Sen göklerin kanaryası sen liglerin efsane kupası.” diyerek maça hazırlığını sürdürür. Şarkı Fenerbahçe ile özleşir. Bu yıllar boyu böyle devam eder. Ne ölümsüz bir bestedir ki içinde geçen sözler gibi…ÖMÜR BOYU SÜRECEK!
Yıllarca dinlediğimiz bu şarkının kimliğini gelecek nesillere tanıtmak, ileride bir tarih belgeseli olacak Fenerbahçe Dergisi’nde yayınlamak görevimiz. Bu söyleşiye katılıp bizleri mutlu ettiği için Sayın Berkant’a Fenerbahçe Dergisi olarak saygı ve sevgilerimiz iletiyoruz. Sayın Teoman Alpay ve Sayın Metin Bükey’i de saygıyla anıyoruz.
- Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Berkant Bey?
Ben Ankara’lıyım. O zamanlar Ankaragücü’nün adı Hilalspor’du. Ve takımın renkleri sarı lacivertti. Hilalspor’da basketbol ve futbol oynuyordum. Ankaralı bir Fenerbahçeliydim. Gönlüm sarı lacivertle renklendi. 1964 yılında İstanbul’a geldim. Bu senelerden itibaren de Fenerbahçeliliğim daha da pekişti. Renk olarak, takım olarak bir Fenerbahçe gönüllüsüyüm. Fenerbahçe’yi çok seviyorum.
- Fenerbahçe Spor Kulübü’nü genel olarak ele alırsak nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
Ben seveni olarak dışardan gören bir kişiyim.Yapılan güzelliklerle mutlu oluyorum. Stadımız olsun, tesislerimiz olsun, televizyonumuz, dergimiz, Fenerium mağazalarımız olsun hepsi mükemmel; bunun yanında tüm bu güzelliklerin sunumu da çok güzel. Kulübümüzü başarılı buluyorum. En önemlisi tarihinde başarılar yatıyor. 2000 senesi itibarıyla da dünyada Türkiye’yi kendine yakışır bir şekilde temsil ettiğine inanıyorum.
-UEFA 2008-2009 finali stadımızda oynanacak. Bu kadar emeğimizin karşılığını artık yavaş yavaş almaya başlıyor, bunun onurunu ve gururunu yaşıyoruz. Duyduğunuzda neler hissettiniz?
İlk olarak televizyondan öğrendim. Gerçekten bizim için gurur kaynağı, sevinç verici. Bunun nedeni de bu kadar güzel stadımızın olması. Stadımız bu kadar güzel, modern ve kurallara uygun olmayıp bu kadar güzel spor aktiviteleri gerçekleştirilmeseydi hiçbir zaman UEFA finali burada yapılmazdı. Bu da Başkanımızın çizdiği rota sayesinde yapılan bu çalışmaların, emeğin bir ödülüdür.
- Fenerbahçe maçlarına gidebiliyor musunuz?
Yıllar önce daha fazla gidiyordum. Ancak şimdilerde görsel medyanın verdiği kolaylıklar ve yaş nedeniyle evde sakin bir şekilde izlemeyi tercih ediyorum.
- “Hep destek, tam destek” diyoruz; yendiğimizde ve yenildiğimizdeki duygularınız …
Galip geldiğimizde zaten bir sorun yoktur, seviniriz, mutlu oluruz. Yenilince herkes üzülür. Yenilmemeniz gerektiren bir yerde yenilirseniz daha çok üzülürsünüz. Çok çok zorlu bir maçsa o kadar çok üzülmezsiniz. Spor bu. Yenilgiler de olacak galibiyetler de... Önemli olan sarı lacivert renklere olan sevgidir. Başarı biraz da başarıya inananındır. Biz de özellikle 100. yılımızda inanarak takımımızı başarıya götüreceğiz.
-Unutamadığınız futbolcumuz…
Aklımda yer eden kişi Rıdvan Dilmen’dir. Rıdvan’ı asla unutamam. Sporun içinde sanatsal bir taraf da vardır. Rıdvan deyince onu muhteşem futbolunun içinde, müzik gibi artistik sanatsal bir gösteri sanatçısı gibi taraflarda görüyorum. Bu dönemde de Tuncay’ı ona benzetiyorum; ama Tuncay’da hırs biraz fazla. Sporda da, müzikte de fazla hırslı olmamak lazım. Sanırım gençliğin verdiği bir duygu bu. Kanı kaynıyor ama çok güzel futbol oynuyor.
- Yıllar boyu çok şeyler yaşadınız. Bizimle paylaşabileceğiniz ilk akla gelen anınız…
Ankara’ya bir programa gelmiştik. Balin Otel’de kalıyoruz. Televizyonun ilk yılları. Otellere televizyon koyma işlemi de yeni başlamış; resepsiyona telefon açıyorsunuz, belli bir para karşılığında odaya televizyon getiriliyor. Bir akşam Fenerbahçe Spor Kulübü’nden bazı kişiler de gelmiş, aynı otelde konaklıyordu. Fakat Fenerbahçe Spor Kulübü’ndeki odalardan birinde televizyon yokmuş, otelde de kalmamış. Benden rica ettiler “Buyurun” dedim. Kimlerin kaldığını bilmiyordum ama kulübümden birilerinin istemesi karşısında memnuniyetle verdim.
- “100. yılı kutlayacağız” dediğimizde
akla hemen kupaları kazanmak geliyor. Size 100. yıl dediğimizde neler söyleyeceksiniz…
100. yıl mı önemli yoksa her yılı 100 yıl gibi yaşamak mı önemli? Bence bir kulübün her senesi yüzyılıdır. Şu andaki görünümle yapılanların bize başarıya götüreceğine inanmak durumundayız. Takımımızı hep destekliyorum. Desteklemek ve inanmak durumundayız. Bu inancımı maçı kaybettiğimde kaybetmiş olmayacağım. Her zaman inanacağım. 100. yılımızda tabii ki isteğim kupayı kaldırmak. 100. yılımızda kazanmamız gereken bazı şeyler var. Kupalar var. Tüm branşlarda başarı beklentilerimiz var. Eksik gördüğümüz her şey için toparlanmamız lazım.
- Stadımızda “Samanyolu” şarkısı çalarken neler hissediyorsunuz? Hem Fenerbahçeli olmak hem şarkınızı Türkiye’nin en büyük kulübüyle paylaşmak nasıl bir duygu?
Büyük bir mutluluk yaşıyorum. Çok farklı bir duygu, yaşamak lazım. Statta veya evde televizyondan izlerken onları kaşkollarını sallarken ve hep bir ağızdan bu şarkıyı paylaşırken görmek çok gurur veriyor. “Samanyolu” bir ömür boyu sürecek bir mutluluk şarkısı ve bu şarkının Fenerbahçe ve Fenerbahçe taraftarı ile bütünleşmiş olması bana ayrı bir zevk, ayrı bir onur veriyor. İnşallah Fenerbahçemiz de “Samanyolu” ile beraber ömür boyu sürecek. Topluma mal olmuş benim şarkımı seçmeleri benim için gurur verici bir şey. Stada gittiğim yıllarda “Hadi başlayalım Berkant Ağabey” diyorlardı. İnşallah 100. yılımızı kutlarken de beraber söyleyeceğiz. Orada koroyu ben idare edeceğim.
- “Samanyolu” ilk şarkınız mıydı? Hikayesini alabilir miyiz?
1964 yılında ilk defa Türkçe sözlü hafif batı müziği söyleyen kişiyim. “Ah Kızlar”, “Doğum Günün Kutlu Olsun”, “Bir içim su” gibi plaklarım vardı. 1967’de Samanyolu şarkısından önce de bir Berkant vardı. Samanyolu parçasını bana rahmetli Metin Bükey getirdi. “Berkant, bir eserimiz var söyler misin?” dedi. Beni seçmesindeki sebep de o zamanlar Türkçe sözlü hafif müzik söyleyen seslerden biriydim. Samanyolu şarkısının sesimle bağdaşacağını tahmin etmişti. Teklifini kabul ettikten sonra düzenlemeleri yaptım. O zamanlar “Sahibinin Sesi” firmasındaydım. Sonra Metin Bükey’in firması “Televizyon Plak”a geçtim. Bu ölümsüz eser böyle oluştu.
-1967’de Samanyolu plağı ile bir milyon üzerinde satış yaptınız. Bu bir rekor!
Türkiye’de ilk defa bir parça bugüne kadar, bugün de dahil ulaşılması güç bir rekora ulaştı. Ben de 1 milyon satan bu plak sayesinde “Platin Plak” ödülü aldım. Bu ödül bana Avrupa’dan “Avrupa Müzik Birliği” tarafından geldi. Çok özel bir ödüldü.
- Samanyolu ölümsüz bir eser. Hala satın alınıyor, hala dinleniyor, çalınıyor, söyleniyor…
Benim için de çok güzel bir duygu. Gittiğim her yerde dinlemek, söylememin istenmesi, yolda yürürken arkamdan fısıldamaları ya da ıslıkla bildiklerini belli ederek söylemeleri “Hala aklımızdasın seni unutmadık” mesajı veriyor. Bu bir sanatçı için onurlu bir duygudur. YKB kültür yayınlarının hazırladığı “40 yılın sevilen sesleri” CD’sinde olmak, Feneriumlarda satılan marş CD’lerinin içinde yer almak çok güzel. Hala liste başı satan bir parça unutulmaz bir eser.
- Sanat hayatınız Ankara’da, ilk enstrümanınız pompalı ağız mızıkanız ile başladı...
Evet. Ağabeylerim müziğe karşı çok duyarlıydı. Mimar olan Bülent ağabeyim ağız mızıkası çalardı. “Bir tane de bana alır mısın?” dedim. Bir müzik aleti olarak taşıması da çok kolaydı. Mandolin çalardım. Hoşuma gidiyordu. Türkülere, şarkılara bu müzik aletlerimle eşlik ediyordum. Sonraları piyano eğitimi de aldım. Ortaokulu ve liseyi yatılı okuduğumdan dolayı bu müzik aletleri en büyük arkadaşımdı. Ortaokul zamanında o seneki şarkıların sözlerini keserdim, ezberlerdim, söylerdim. Özellikle Dean Martin, Frank Sinatra ve Nat King Cole şarkılarını dikkatle dinler, söylemeye çalışırdım.
- Sahneye ilk kez 1957 yılında Üstün Poyrazoğlu ile çıktınız. O günleri biraz anlatır mısınız?
1957 senesinde, 18 yaşlarımda Üstün Poyrazoğlu ile beraber Ankara’da Akalın Düğün Salonu’nda başladık. O sıralarda İlham Gencer, Ayten Alpman’la evliydi ve benim bir arkadaşımın kiracısıydı. Arkadaşım İlham Bey’e demiş ki “Benim bir arkadaşım var çok güzel şarkı söylüyor, onu bir getireyim size söylesin.” Yanına gittiğimizde “Sen ne söylüyorsun?” dedi. Elvis Presley’in iki parçasını söyledim. “Seni radyoya çıkarayım” dedi Ertesi gün radyoya gittik. Hiç unutmam piyano eşliğinde Elvis Presley’e ait bir parça seslendirdim. Sonra heyecanla radyosu olan bir arkadaşımın evine gittik. Bir anda mahallede meşhur oldum. İlk radyoya çıkışım böyle oldu. Daha sonra Jüpiter Kentet’i kurduk. Gitarda Yurdaer Doğulu, kontrbasta Atilla Özdemiroğlu, piyanoda Ertuğrul Çayıroğlu ve Oktay diye bir arkadaşla bir beşli kurduk. 1958 ve 1960 arası iddialı çalışmalar yaptık. O sırada Ankara’da Durul Gence, Orhan Sezener ve İtalyan Orkestraları vardı. Gece kulüplerinde çalışıyor, radyo programları yapıyorduk. Sonra askerlik dönemi başladı. O zamanlar askerlik uzundu. 3 yıl askerlik yaptım. Askerlik dönemim de müzikle geçti. Beylerbeyi’nde altı ay bando eğitimi aldıktan sonra Bando müziğiyle uğraştım. Bahriye çavuşu olarak terhis oldum.
-Ve İstanbul…
1964 senesinde İstanbul’a geldim. Ankara küçük gelmeye başlamıştı. Biz İstanbul’u zorlayacağız dedik ve geldik. Yurdaer, Tuna ve Ali ile İstanbul’a yerleştik. “İstanbul biz geldik, dikkat edin” dedik. Yıllar başarılı bir şekilde geçti. 45’lik plaklar 75’li yıllarda bitti. Kasete geçiş oldu. O sıralarda müzik tarzı Türkiye’de değişti. Arabesk tarzı başladı. Ben o senelerde çalışmadım. En son 1995’de parçalarımı topladım ve “95’de Berkant” adlı CD’de bir araya getirdim. Türk sineması içinde 7 tane filmde oynadım.
- Bugünkü şarkılar için düşünceleriniz? Beğendiğiniz şarkılar ve sanatçılar?
Bugün teknik öne geçti. Bizim zamanımızda plak düzenlemelerimi, plak kaplarını, fotoğraflarını kendim yapardım. Artı akımlar başladı. Dünyada da değişti. Bizim büyüdüğümüz 50’li yıllar, 60’lı yılların melodik ve anlamlı sözlü müzik olayı kalmadı. Frank Sınatra, Elvis Presley dönemleri kapandı. Bu Türkiye’ye de yansıdı. Tabii ki eski parçalardaki anlamlı sözler asla unutulmuyor. Halen dinleniyor. Yeni sanatçılardan bir isim isterseniz Kenan Doğulu’nun çizgisini beğeniyorum.
- Günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?
Üzerinde çalıştığım bir kitabım var; neleri doğru, neleri yanlış yaptım, neler yapabilirdim, neleri yapmamalıydım. Bugünkü müziğimizin nereye gittiğini, benimle beraber Berkant olmama yardımcı olan arkadaşlarımı anlatan bir öyküm var.
- Kitabın ismi Bay Samanyolu olsa gerek...
Evet güzel. “Bay Samanyolu” olabilir.
- Yapmak isteyip de yapamadığınız bir proje var mı?
O şekilde düşünmüyorum da “Daha iyi şeyler yapabilir miydim” diye düşünüyorum. Yani yapmak istediklerimin çoğuna ulaştım. “Samanyolu” gibi unutulmayan bir parçayı söyledim. Ve bugünkü popun babası sayılabilecek bir parçadır Samanyolu. Eğer bugün Türkçe sözlü hafif müzik varsa bu Samanyolu parçasının rotasıyla olmuştur. Samanyolu şarkısından sonra bir sürü eserim çıktı ama onlar hep Samanyolu’nun gölgesinde kaldılar. Ben yorumcuyum, yaratıcı değilim. Beğenirim, seçerim ve söylerim. Kulağımın güzel duyduğu şeyleri söylerim. Önce bana güzel gelmesi lazım. Böyle bir başarıya ulaşmak ise benim mutluluğum oldu.
- Sanat hayatınızda gerçek isminizi mi kullandınız?
İsmimi değiştirilme zannederler ama gerçek ismim Berkant Akgürgen’dir. Berkant ismi o senelere kadar pek yoktu. Metin Bükey daha sonra doğan çocuğuna benim adımı verdi. Ve sonra Berkant’lar çoğaldı.
- Fenerbahçe Dergisi’ni okuyor musunuz? Bizlerden beklentileriniz neler?
Dergi hazırlamak zor iş, kolay değil. Dergimizde ilk sayfanın Başkanımız Aziz Yıldırım’ın yazısıyla başlaması bize daha fazla güven veriyor. Spor böyle güzel; dergisiyle, televizyonuyla, stadıyla, taraftarıyla...
-Fenerbahçe Dergisi okuyucuları için mesajınız var mı?
Taraftar centilmendir. Hepimiz hata yapabiliriz. Ben de basketbol, futbol oynadım bugünkü futbolun içinde olmak kolay değil. Enerjisi, çabası kolay değil. Kolay olsaydı herkes futbolcu olurdu, herkes oynardı. Müzikte de böyledir, çok güzel müzikler üreten kişiler vardır. Ama hepsi meşhur değildir. Sporda da aynı. Rıdvan fotoğraf olarak beynimde yer etmiştir. Saçlarıyla, şekliyle, oyun tarzıyla. Ama hiçbir zaman Rıdvan için “Vay şu maçta şunu yaptı, hata yaptı” demem. Hepimiz insanız. Günümüz, dönemimiz birbirine uymayabilir. Önce renkleri sevsinler. Sarı-Laciverdi, içinde bulundukları camianın asilliğini ve güzelliğini sevsinler. O stada yakışan seyirci olmak lazım. Benim şarkımı da, başka şarkıları da söylesinler. Şarkı, spor, müzik, gülmek, alkış hepsi bir arada olsun.
Samanyolu
Sen kalbimin mehtabısın güneşisin
Sen ruhumun vazgeçilmez bir eşisin
Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek
Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek
Ruhum senin kalbim senin ömrüm senin
Yıllar geçse ölmeyecek bende sevgin
Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek
Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek
Uzaklara kaçıversek seninle biz
Bir gün elbet göze gelir bu sevgimiz
Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek
Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek
Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi:Kasım 2006
Röportaj Sibel Kurt