TARAFTARA GÜVENİM SONSUZ...
Eski sağlık bakanımız Sayın Yıldırım Aktuna gönlünü Fenerbahçe’ye kaptırmış. Sonuna kadar yönetimine ve taraftarına güveniyor. Bu düşünce ve görüşlerinde de sonuna kadar haklı. Bu sevda hiç bitmesin. Yensek de yenilsek de en büyük Fenerbahçe….
Sayın Yıldırım Aktuna 1930, İstanbul doğumlu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. İngilizce, Fransızca ve Farsça biliyor. Nöropsikiyatr. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimliği, Bakırköy Belediye Başkanlığı ve Sağlık Bakanlığı görevlerinde bulunmuştur. Bir önemli misyonu da üstlenmiş olup Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Başhekimliği görevindeyken tüm mesaisini hastanenin çağdaş hale getirilmesine, halkın ruh sağlığı alanında bilinçlendirilmesine ve ülkemizde çağdaş bir ruh sağlığı politikası oluşturulmasında katkıda bulunmuştur. Hastane bünyesinde, yurdumuzdaki ilk “Alkol ve Uyuşturucu Madde Bağımlılığı Tedavi ve Araştırma Merkezi”ni kurmuş, uyuşturucu tehlikesini önleme konusunda gösterdiği gayretlerden dolayı Türkiye Halk Sağlığı Derneği Hizmet Ödülü’nü kazanmıştır. Sayın Yıldırım Aktuna’yı kendisine ait olan çalıştığı Tıp Merkezi’nde ziyaret ettik. Çok farklı kişiliği ve konusunda bilgili bir insan olduğundan kendisinden fazlasıyla bilgi yüküyle döndük. Yıldırım Aktuna çok neşeli bir insan. Her şeyi pozitif düşüyor. Yaşamın son derece göreceli bir kavram olduğuna inanıyor. Hayatta önemli olan şeyin elimizden geldiğince yaşam süresini uzatmak ve kendimize kaliteli yaşamı sağlayabilmek olduğunu savunuyor. Stresi elimizden geldiğince yaşamımızdan uzak tutmamızı öneriyor. Eve iş getirmemize asla tahammülü yok. Ama söz Fenerbahçe’ye gelince her yerde konuşabilir. Ayrıca takımına desteği ise sonsuz. Gerçek bir Fenerbahçeli. Kendisine Fenerbahçe Dergisi adına saygı ve sevgilerimizi iletiyoruz.
- Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Yıldırım Bey?
Ben de Fenerbahçeli doğanlardan sayılırım. Çok küçüktüm. Sanırım 3- 3,5 yaşlarında Fenerbahçeli oldum. Babam subaydı. Devlet Demir Yollarında çalışan, babam yaşlarında çok yakın bir akrabamız vardı. Ve o çok koyu bir Fenerbahçeliydi. Dolayısıyla o Fenerbahçeliliği bana ve ağabeyime aşıladı. Ağabeyim de o sıralar 8 yaşlarındaydı. İkimizi de koyu birer Fenerbahçeli yaptı. 1989-1991 yılları arasında Bakırköy Belediye Başkanlığı yaptım. Belediye başkanlığım süresi içinde Bakırköy Spor Kulübü’nün başkanlığını da yapıyordum. Ama Fenerbahçe ile Bakırköy Spor Kulübü’nün maçı olduğunda içim çok acırdı. Hem başkanı olduğum spor kulübünün kazanmasını hem de çocukluğumdan beri tuttuğum takımın kazanmasını istiyordum. Böyle bir ikilem içinde kaldığım zamanlar oldu. Ama tabii ki her zaman Fenerbahçeliyim.
- Fenerbahçe’deki büyümeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Aziz Yıldırım başkanlığı süresince çok başarılı çalışmalar yaptı ve halen yapmaya da devam ediyor. Genellikle futbolcu transferi, para vermek, iyi futbolcu almak, takımı geliştirmek üzerinde ağırlık görüyorum diğer kulüplerde. Önemli olan kulübün alt yapısını sağlamlaştırmaktır. Tesisleridir, finans kaynaklarıdır. Eskiden bilirsiniz kulüpte olan, yönetimde görev alan insanlar paralar verirlerdi. Kulüpler bu paralarla ayakta durmaya çalışırlardı. Amatörce bir şey bu. Halbuki kulübün gelir kaynakları olacak. Profesyonel bir kulüp için para çok önemli. Çünkü size gelen futbolcu, voleybolcu, basketbolcu parayla geliyor. Dolayısıyla iyi gelir elde etmemiz lazım. Bu, ondan bundan para istemekle olmaz. Bunların devri geçti artık. Onun için Sayın Aziz Yıldırım bence son derece başarılı bir başkan oldu. Çok başarılı çalışmalar yaptı. Finans kaynaklarını güçlendirdi, arttırdı, geliştirdi. Alt yapı tesisleri çok gelişti. Şükrü Saracoğlu Stadı dünyanın sayılı modern statlarından birisi haline geldi.
- Maçları takip edebiliyor musunuz?
Belediye başkanlığımda ve 1991’de sağlık bakanı olduktan sonra da Fenerbahçe’nin tüm maçlarına gelebiliyordum. Siyasetten ayrıldıktan sonra artık o stada gelmenin bir takım zorlukları doğdu. Orada oturacaksın, burada oturacaksın. Bunlardan kendimi korumak için maçları evimde daha rahat bir şekilde heyecanla izliyorum. Her hafta sonu Fenerbahçe’nin maçı benim için ayrı bir heyecan, ayrı bir zevk. Ama içimde her zaman bir güven duygusu var. Fenerbahçe mutlaka kazanır.
- Önümüzdeki sezona ilişkin görüş ve beklentileriniz nelerdir?
Fenerbahçe 100. yıla giriyor. Fenerbahçe artık Türkiye sınırlarını aşma noktasına gelmiştir. Bu sezon geçiş dönemidir. Yeni yaptığı transferlerle artık bir Avrupa takımı haline gelecektir. Bunun için de tabii ki zamana ihtiyaç vardır. Ben Türkiye’deki diğer takımları asla küçümsemem. Tam tersi Anadolu’daki bu gelişmeyi de takdirle karşılıyorum. Onlar da güçlenmeliler ki; Fenerbahçe için bir rekabet ortamı doğsun. Güçlü rakiplerle oynayarak başarı kazanacaksınız ki bunun bir anlamı olsun. Fenerbahçe büyük bir gelişme içinde olduğu için bu sezon artık Avrupa takımı haline gelecek. Çünkü bu iş planlanmış, parasal kaynaklar düşünülmüş, hazırlanmış. Artık Avrupa arenasında isminden söz ettirecek.
- Derbi maçları öncesi medyadaki hareket, taraftarın, futbolcuların psikolojisini bir uzman olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Medyaya saygım var ama ben bunu siyasette de yaşadım. Medya kendine hep malzeme arar. Hep malzeme bulacak ki okuyucu ilgisini çeksin, satış yapsın. Medyanın kendi içinde rekabeti var. Televizyoncunun, gazetecinin, yazılı basının rekabeti var. Dolayısıyla zaman zaman değil de çok kere bütün televizyonlarda hafta sonlarında spor programlarını izliyorum. Orada şunu yapabilmek lazım: Rekabet tamam, izleyicilerin ilgisini çekmek tamam ama bir kısım medya kuruluşları duygusal davranıyor. Duygusal olmamak lazım. Başarılı olanında başarısını bazı eleştirmenler doğru yapıyor. Hakkını veriyor. Şurada doğrudur, şurada hata yapmıştır. Örneğin başka bir kulüptense Fenerbahçe için “Bedavadan bir maç kazandı”; “Bu oyunu futbolcular kazandı”; “Teknik direktör bir şey yapamadı” gibi sözler, doğru olmuyor ve böyle program bana keyif vermiyor. Bunlara da katlanacağız. Çünkü bütün dünya da bu böyle. Eleştirilerden faydalanmaya çalışacaksınız. Doğru eleştiriler de var. Genelde bu eleştirilere yanlış da olsa doğru da olsa katlanmak ve faydalanmak gerektiğini düşünüyorum.
- Bir sporcunun zihni ve ruhsal dünyası en az fiziksel kondisyonu kadar önemli mi?
Ben Bakırköy Spor Kulübü başkanlığını yaptığım için takımla her dakika beraberdim ve şunu gördüm: Futbolda kişi fiziğiyle oynuyor ama zihni ve ruhsal dünyası da fevkalade önemli. Eğer ruhsal sorunları varsa, zihnini meşgul eden problemler varsa, kişinin fiziksel aktivitesini etkiliyor ve performansını ortaya koyamıyor. Dolayısıyla çok eski yıllarda bu konuda o kadar hassas davranılmıyordu. Bunu yeni yeni yapıyorlar mutlaka işi iyi bilen psikologlar, takımlarıyla iç içe olmalılar. Bu insanların sorunları varsa, o sorunlarını çözüp onların motivasyonunu arttırmalılar. Fizik kondisyonunu çalıştırıcı sağlıyor. Antrenmanlar yapıyor, çift kale oynatıyor. Peki ruhsal ve zihinsel kondisyon ne durumda? Onlarla daha yeni yeni ilgilenilmeye başlandı. Halbuki geç kalındı. Sporcunun fiziksel, zihinsel ve psikolojik kondisyon durumu bir bütün olarak ele alınmalıdır. Ancak bu şekilde ele aldığınızda onları motive edebilirsiniz. Bu söylediklerim sadece Fenerbahçe değil de, tüm takımlar için geçerli. Bir gün bakıyorsunuz takım mükemmel bir oyun sergiliyor. Bakıyorsunuz 3 gün sonra, 5 gün sonra aynı oyunu çıkaramıyor. Halbuki takımı bütün olarak motive edildikten sonra, maça hazırlanılsa başarı düzeyi bu kadar zig zag çizmeyecek. Belli bir düzeyde gidecek. İnsanların iş birliği önemli. Futbolcuların aralarında birbirlerini onu tercih etmek, bunu tercih etmek gibi ayrıcalık olmaması gerekir. Teknik direktörler ne direktif verirse ona uyulması gerekir. Bir de o günkü maça oyuncu psikolojik olarak hazır mı? Şimdi mesela önemli bir maç var diyelim... Fizik olarak hazırlar ama psikolojik olarak hazırlar mı? Neticede bunlar 18-20-25-28 yaşlarında gençler. Ruhsal dünyalarında bir sürü çalkantılar olabilir. Kimi evlidir. Kimi bekardır. Zihinsel, psikolojik olarak hazır olmalılar ve %100 o maçı kazanmaya motive edilmeleri lazım. Bunları teknik direktör veya çalıştırıcı yapar ama onlar profesyonel olarak bu mesleğe sahip değil. Netice itibariyle teknik direktördür. Psikolojiyi çok iyi bilen bir teknik direktör de bu işi yapabilir ama genelde psikologlarla işbirliği içinde yapılabilir. Bunun bir kere daha altını çizmek istiyorum. Fiziksel kondisyonun yanı sıra zihinsel ve psikolojik kondisyonda aynı derece de önemli.
- Peki taraftar psikolojisi hakkında neler söyleyeceksiniz?
Bir gönüllü taraftarlar var, bir de fanatik taraftarlar var. İnsan psikolojisinde fanatikleri şöyle görüyoruz: Fanatikler takımla kendilerini özdeşleştiriyorlar. Yani takım kazandıkça o da büyüyor. O da zafer kazanmış hissediyor. Takım kaybedince sükut-u hayale uğruyor ve bundan büyük bir rahatsızlık duyuyor. Dolayısıyla kazanmayı engelleyecek bir takım müdahaleler olduğu zaman, o müdahale hakem tarafından olsa, kimden olursa olsun ona karşı büyük bir tepki gösterme durumunda olabiliyor. Netice itibariyle herkese bunun bir spor dalı olduğunun anlatılması lazımdır. Güzel oynamak, herkese zevkli ve kaliteli maç seyrettirmek çok önemlidir. Bir ödül vardır. Futbolun da bir ödülü vardır. Sonunda da kazanmak önemlidir ama kazanmak her şey değildir. Kazanmak adına bir çok yanlışlıklar yapmaya kalkmak doğru değildir. Şimdiler de sahada seyreden seyircinin çok daha iyi noktaya geldiğini görüyorum. Ama çok daha iyi olması, medeni bir anlayış içerisinde maçı izlemesi gerekir. Hakkıyla kazananı da, alkışlamayı bilebilmelidir. Bu noktaya geldiği zaman taraftar açısından bir sorun kalmamış demektir. Bence Türk seyircisi iyi yolda. Yavaş yavaş daha sakin, daha olayı spor gibi görerek maçları takip etmeyi başarabiliyor sanıyorum.
- Peki ya hakemler…
Tabii hakemlerin yaptığı yanlışlara da tepkiler çok büyük oluyor. Ben hakemlerin maksatlı yanlış yaptığını düşünmüyorum. Maçta kararlar saliseler içinde cereyan ediyor. Televizyonda 8 defa 10 defa onları yavaşlatarak gösteriyor. “Bu faul mu? Değil mi, sarı kart gerekir mi?” diye dakikalarca konuşup çözülebiliyor. O zaman tabii ki bunu çözüyorsun. Ama hakem maç anında dışardan koşarak saliseler içinde onu görüyor. Doğru görebiliyor, yanlış görebiliyor. Bütün dünyada oluyor bu. Bazen tespit edemiyor. Onun için bu hataları da fazla büyütmemek gerekir.
- Bir oğlunuz var. Babası gibi Fenerbahçeli mi?
Oğlum Oğul Aktuna. Şimdi 35 yaşında. Koyu bir Fenerbahçeli. Fanatik bile diyebiliriz. Maça gitmeyi bırakın maçı izleyemiyor bile. Önemli derbi maçlarını da izleyemiyor. Benden gol atılana kadar telefon bekliyor. Bir iki gol olmuşsa, haber veriyorum. O zaman televizyonu açıp rahatça izlemeye başlıyor. Kulübüne son derece bağlı. Çok heyecanlı.
- Oğul ismi çok ilginç geldi…
Çok enteresan oldu. O zamanlar teknoloji bu kadar gelişmemişti. Ve bebeğin cinsiyetini bilemiyorduk. Aklımda hep kız isimleri vardı. Birden erkek doğunca erkek ismi aramaya başladık. Ahmet diyorum aklıma bir sürü Ahmetler geliyor. Mehmet diyorum aklıma bir sürü Mehmetler geliyor. Hiçbir isimi uygun bulamıyordum. Muayenehaneden çıktım Dolmabahçe’den arabayla aşağı iniyordum. Ya Allahım öyle bir isim aklıma gelsin ki o isim bana oğlumu bana oğlum olarak hissettirsin. Oğlum oğlum derken “Oğul” geldi aklıma. Ben biraz şakacıyımdır. Bir de bir muziplik düşündüm. Oğul koyayım adını ilerde biriyle ilişkisi olur. Sevgilisi “ne bu mektup?” diye görürse “Annemden geldi.” Diyebilir diye düşünüp bayağı gülmüştüm.
- Sağlık Bakanlığı yaptığınız süre içinde mecliste futbol üzerine anekdotlarınız oluyor muydu? Tuttuğu takımını saklayan meclis üyeleri olur muydu? Siz saklar mıydınız?
Tabii sık sık şakalaşma oluyordu ama bunlar kimseyi rahatsız edecek şekilde değildi. Kendi aramızda ufak atışmalar, rekabetler. Doğru, bazı arkadaşlar takımlarını belli etmek istemezlerdi. Örneğin Fenerbahçeli olduğu bilinirse, Beşiktaşlı taraftarlar oy vermez diye saklarlardı. Ben buna katılmıyorum. Her kulübün taraftarları vardır. Bazıları der ki; “Ben diğer takımı tutan adama selam bile vermem. Konuşmam.” der. Tabii böylesi oy da vermez. Bunlar çok az tabii. Bütün taraftarın %3’ü gibi falandır.
- Yaşınızı hiç göstermiyorsunuz. Böylece 75 yaşında olduğunuzu saklamaya gerek görmüyorum. Hatta bir çok insanın gıpta ile baktığını düşünüyorum. Bu kadar genç görünmenizi neye borçlusunuz?
Burada genetik faktörler ve kişinin kendi gayretleri çok önemli. 3 şeye dikkat etmek gerekiyor: Beslenme, spor, zararlı şeylerden kendinizi koruma. Beslenme olarak; kırmızı et hemen hemen hiç yemem. Balığı hafta da bir yerim. Tavuğu on günde bir yerim. Sebze ve meyve benim vazgeçilmezimdir. Brokoli, Lüksemburg lahanası, havuç, karnabahar, lahana bunlar çok önemli. Vitamin ve antioksidan etkisi olan sebzelerdir. Bir de Ginko, balık yağı, E400, kokusuz sarımsak ekstresi gibi ürünleri düzenli olarak kullanıyorum. Yeşil çay ekstresiyle kanser riskini azaltın. Arı sütüyle de enerjinizi artırın. Haftada 5, 6 gün yürüyüş yapıyorum. Alkol, içki, sigara kullanmam. Asla sigara içilen ortamda bulunmam. En zararlısı sigara içilen ortamda bulunma yani “duman altı” dediğimiz en zararlı ortamdan uzak kalıyorum. Ayrıca çalışmak son derece önemli. Freud ruhen sağlıklı olmayı şöyle tanımlamıştır. “İki şey çok önemli. Çalışmak ve sevmek” Sevgi duygusundan hiç vazgeçmeyin. Hep sevin, her şeyi sevin, çalışın, bir şeyler üretin. Eve iş getirmeyin. Bu sayede sağlıklı olursunuz.
- Çok meşhur bir sabah doping kokteyliniz olduğunu biliyoruz…
Evet var. Elma, kivi, üzüm gibi meyvelerden oluşuyor. Yıldırım Aktuna kokteyli diyebiliriz.
- Fenerbahçe taraftarları için bir mesajınız var mı?
Fenerbahçe Spor Kulübü mensupları ve gönülden Fenerbahçe’ye bağlı olan insanlar, iyi bir kulüp seçtiklerini ve bu kulübün çok iyi bir yolda olduğunu, başarılarının daha da katlanarak devam edeceğini, başta Aziz Yıldırım olmak üzere çok iyi bir yönetim kadrosuna sahip olduğunu, herkesin birbirine kenetlenmesi gerektiğini, bununla birlikte bunun bir spor dalı olduğunu akıldan çıkarmamalarını, kimseyi incitecek bir tezahürat yapmamalarını ve Fenerbahçe’ye sonuna kadar güvenmelerini istiyorum. Ben bu taraftara çok güveniyorum.
Dr. Yıldırım Aktuna’nın her sabah içtiği kokteylinde dokuz ayrı sebze ve meyvenin bileşimi var. Aktuna kendi ismini verdiği bu kokteylin formülü şöyle:
* Yeşil elma (1 adet)
* Sıkma portakal (1 adet)
* Kivi (1 adet)
* Siyah üzüm (4 tane)
* Çilek (4 tane)
* Havuç (1 adet)
* Domates (1 adet)
* Kereviz (1 adet)
* Brokoli (Bir avuç kadar)
Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi: 2006 Ekim
röportaj:Sibel Kurt
Fotograflar:Serkan Hoşgör