POZİTİFLİĞİN SİMGESİ BEYEFENDİ BİR FENERBAHÇELİ!...
Beyazıt Öztürk’le röportajımız için Lütfü Kırdar’a vardığımızda, bizleri hanımefendi kişiliğiyle dikkatimizi çeken, Beyaz’ın basın danışmanı Ayşe Ertaş, karşıladı. Çalışma hayatında, bir patrona, bir sanatçıya veya bir üst düzey yöneticiye gitmeden evvel, öncelikle yakın çalışanı ile karşılaşmak bizde ilk izlenimi oluşturur. Ayşe Hanım’ın profesyonel yaklaşımı röportajımızın hoş geçeceğine dair bir işaretti. Beyazıt Öztürk’le karşılaştığımızda ise, kendisi için düşündüğüm simgelerin isabetli olduğunu anladım. Pozitif, beyefendi, saygılı, başarılı, merhametli, samimi. Bunlar gerçekten de Beyaz’ın sembolleriydi. Üstüne üstlük bir de Fenerbahçeli olması gururumuzu okşuyordu. Bugüne kadar tanıdığım ve insanlarla iletişimlerine tanık olduğum ünlüler arasında en samimilerinden birisi olduğunu düşündüğüm Beyazıt Öztürk’ün kendini bu kadar koruyabilmiş olması beni çok etkiledi. Hep iyi bir şovmen olduğunu düşünmeme rağmen “Yıldızların Altında” müzikalini izledikten sonra oyunculukta da çok yetenekli olması, tiyatroyu bilmesi ve bize tadını hissettirmesi çok hoştu. “Yıldızların Altında” müzikalini izlediğimde eski Türk filmlerini ne kadar özlediğimi bir kez daha farkettim. Provaların yoğun geçtiğini belirten Beyazıt Öztürk’e, Fenerbahçe Dergisi olarak zamanını bizlere ayırdığı için sonsuz sevgi ve teşekkürlerimizi ileterek samimi ve Fenerbahçe coşkusuyla ve de değişmeyen ilk sorumuzla koyu sohbetimize başladık...
- Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki siz nasıl Fenerli oldunuz Beyazıt Bey?
Fazla fanatik olmamak gerektiğini düşünüyorum. Nerede doğulursa doğulsun, nasıl doğulursa doğulsun, Fenerbahçeli olunur. Ben babadan kalma Fenerliyim. Türkiye’de genelde böyledir, babadan kalmadır takım işi. Bir ara GS çok büyük başarılara imza attı. Türkiye’de yeni doğan çocuklar bile GS’liydi. O dönem de her takımdan biraz taraftar kaybedildi ama Fenerbahçe’nin şu günkü durumuna bakıyorum öyle zannediyorum ki bir çok insan Fenerbahçe’ye geçiş yapıyordur. Her saniye yeni birisi geliyordur diye düşünüyorum.
- Bugünkü Fenerbahçe’yi nasıl buluyorsunuz?
Çok güzel yıllar yaşanıyor. Eskiden böyle değildi. Antrenörler çok büyük sıkıntı yaşanıyordu. Kadro tam anlamıyla oluşturamıyordu. Bugünkü tabloya baktığımızda, Aziz Yıldırım başkanlığında, çok iyi transferler yürütüldüğünü ve başarıyla kadroya dahil edildiğini görüyoruz. Daum da bu yönde çok çok iyi bir tercih. Fenerbahçe’nin içinde çok iyi ekonomistler de var. Bu işi çok büyük bir ekonomi olarak da görüyorlar. Stadın yapımından tutun, tesislere, alışveriş merkezlerine kadar çok başarılı işlere imza attılar.
- Takımın ligdeki durumunu ve Şampiyonlar Ligi’ndeki geçmiş performansını nasıl değerlendiriyorsunuz? UEFA kupası için neler öngörüyorsunuz?
Fenerbahçe ilk defa beni korkutmadan futbol oynuyor. Bir dönem GS’ye karşı 4-0 galip olduğu maçta bile 5-4 yenilir miyiz diye korkulu dönemler yaşardım. Bu sene ilk defa korkusuzca futbol oynamaya başladı. Yinede ilk yarıda, on beş maç çok iyi bir futbol oynadığını söyleyemem. Bir futbol zevki, resitali vermiyordu ama kazanmayı biliyordu. Daha sonra takımın güveni de yerine geldi özellikle Alex’le beraber… Takım da Alex’i kabul edince hem futbol hem görüntü hem de skor olarak takım son derece iyi bir konuma geldi. Şampiyonlar Ligi’nde ise kendilerini herhalde hala dünya kulübü olarak görmüyorlar. Bir motivasyon eksikliği var. Bu çok büyük eksiklik. Alex’i, Anelka’yı, Nobre’yi almakla bu işler bitmiyor. Diğer oyunculara da bu ruhun aşılanması lazım. Manchester’a giderken Şampiyonlar Ligi’nde bu elemeye katılmamızın daha başta hesabının yapılması gerekiyor. Çünkü orada takımın performansını en düşük ve en yüksek olarak göz önüne alırsak az çok birbirlerine eşit olması lazım. UEFA tam Fenerbahçe’nin dişine göre… Bu maçlarda daha başarılı olacaklarına inanıyorum. Fenerbahçe’nin ve biz taraftarların üzerine Avrupa heyecanı gelecek...
- Son dönemlerde bilinçli izleyici kitlesi çoğalıyor. Terör şiddetinin yok olmasını sağlamak için sizce nasıl önlemler alınmalı? Bir birey olarak size, sanat ve show dünyasına, ne gibi görevler düşüyor sizce?
Bu kültür işidir. Türkiye’nin genel sıkıntısıdır. Bu insanlar yalnız stadyumda saldırganlaşmıyorlar. Bu insanların günlük hayatları da böyle… Aile, ana kavramının dünyada en güçlü olduğu ülkemizde, bu insanlar maçtan dört saat evvel stadyuma gidip sırf birbirlerinin analarına küfrediyorlar. Anneye, hakeme ve birbirlerine bu kadar çok küfür eden başka bir insan topluluğu dünyanın hiç bir tarafında var mıdır? Varsa da ben bilmiyorum. Seyirciye biraz da güven vermek lazım. Zaman zaman yeni yapılan aktivitelerle “Aslında bu siz değilsiniz!” mesajını vermek ve bunu öğretmek lazım. Bu mesajları verenler arasında Ersin Hoca, rahmetli Tevfik Hoca ve bir iki hoca daha vardı. Önce teller kaldırıldı. Hangi futbol seyircisinin önüne tel çekebilirsiniz? Bu bir kafes değil, bu bir hayvanat bahçesi değil, insanlara bu tip muameleler yapılmamalı; fakat dediğim gibi bu bir kültür meselesi. Bir biçimde futboldaki terörün bitmesi için daha çok organize hareketler yapmak lazım. Fenerbahçe tribünlerindeki keyif, neşe bundan kaynaklanıyor. Müzikler çalıyor, stat çok mükemmel, insanlar o stada zarar vermek istemiyorlar. Herhangi bir karşı kulüp bile gelse ona eskisi gibi sandalyeler falan fırlatılmıyor. Fenerbahçe kadın taraftarlarına bakıyorsunuz hoş makyajlarını yapıyorlar, aksesuarlarını kullanıyorlar. Çok güzel bir ekip oluşturuyorlar. Onların da hatırına ortam dinginleşti. Bunların yanı sıra hocaların orda olması, büyük bayrakların açılması, maçtan önce insanlara konfetilerin dağıtılması ortamı bir sanat şölenine döndürüyor ve maçtan önce ve maç boyunca şenlik devam ediyor. İnsanlara böyle organize hareketler yaptırtmak lazım. Siz müzik ve organizasyonu yapmazsanız onlar da kendi marşlarını söyleyerek bekleyecek, marşlarının yanı sıra da küfüre devam edecekler. Bunlara dikkat çekmek lazım.
- Dünya barışının en büyük anahtarı olan futbolla aranız nasıl? Seyirci kimliğinizin yanı sıra siz de futbolla birebir ilgileniyor musunuz?
Çocukluk dönemimde Ankara’da iken lisanslı kaleciydim. Daha sonraları fazla ilgilenemedim. Dönem dönem futbol oynar, halı sahada maçlar yapardık. Artık yaştan ve üzülerek söylüyorum ki sigaradan dolayı nefesimiz, performansımız kalmadı. Vücudumuzda dalak diye bir şeyin varlığını öğrendik. Şişermiş! Gerçekten onunla yaşamayı öğrendim. Delicesine fanatik değilim. Takımımı destelemek için takım tutuyorum, takım tutmanın keyfini bir stadyuma doyasıya yaşamak için… Onun dışında ne kimseyle bu konuda ağız dalaşına girerim, ne kimseye zarar veririm, ne de olumsuz hareketler yaparım sadece takımım için keyifli sohbetler yaparım.
- Futbolla ilgili bir anınız var mı? Maçın bitiminde, sonucun iyi ya da kötü üzerinizdeki etkisi ne kadar devam ediyor, neler hissedersiniz? İddiaya girer misiniz?
Sadece bir maç hatırlıyorum: Türkiye-Brezilya Milli maçıydı. İlk defa dünya kupası maçı, bir sürü kutu bira almıştık. Heyecandan bir kutu bira bile içemedik altı şişe sakinleştirici bitkisel şurup içmişiz. İkinci yarı uyuduk heyecanımız geçsin, kendimizi bastırabilelim diye, öylece uyuyakalmışız, sonra çok gülmüştük. Maç galibiyetle sonuçlanırsa keyfim yerine geliyor. Bir gün sonraki gazete haberlerini okumayı çok seviyorum. Güzel şeyler yazılıyor. Kaybedince de kısa bir süre için keyfim yerinde olmuyor tabii. Çevremde takım elbisesine falan çok iddiaya giren var ama benim iddia ve kumarla hiç işim olmadı şimdiye kadar.
- Programlarınızı kendi istediğiniz şekilde hazırlayabiliyor musunuz? Yoksa reyting rekabeti yaşayarak size ters gelen uygulamalara yer vermek durumunda kalıyormusunuz?
Reyting her zaman için çok çok önemli tabii. Biz de isteriz reytingimiz her zaman yüksek olsun. Biz artık belli bir çizgiyi geçmiş insanlarız. Okan Bayülgen olsun, Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Ata Demirer olsun, biz bu gücü arkamızda hissettiğimizden artık çok büyük reytingler çok önemli değil. Benim programım 3. de olsa 40. da olsa çok fazla önemsemiyorum. İyi program yapmak önemli. Onun içinde reytinglerimi süper reyting yapmak için benim hiç istemediğim birisini aldığım olmadı. Ama “Gelinim Olur musun?” evindeki Semra Hanım’ı alırım. Çünkü show yapıyor. Onu kimsenin isteyip, istememesine bakmam. “Beyaz Show” bir show programı onu alma, ötekini alma derseniz hiç kimseyi alamazsınız, programınıza bu ülkede on tane adam kalır geriye.
- Sizinde başrol üstlendiğiniz Gani Müjde’nin yazdığı ve Mehmet Ergen’in yönettiği “Yıldızların Altında” Lütfü Kırdar’da sahneleniyor. Müzikalde siz ve ekip arkadaşlarınız çok başarılı. Müzikal olsun, Beyaz Show olsun ekip çalışmalarınızdaki başarılarınız her zaman dikkat çekiyor. Bir takım ruhu oluşturabiliyor ve bunu bize yansıtabiliyorsunuz? Başarınızın anahtarı nedir?
Beyaz Show’daki başarımız ekibi sıkça değiştirmemiz. Çok genç, dinamik insanlarla çalışıyorum. Bizde işi öğrenen insanlar bir süre sonra birden işi öğrenmenin rehavetine kapılıyorlar. Onlar hiçbir zaman Beyaz Show ile çalıştıklarını düşünmezler. Herhangi bir programa gidip geliyorlarmış gibi düşünürler. Halbuki bizim programımız özeldir bize göre. Gruba yeni katılan insanlar her zaman daha fazla çalışırlar. Bizde çalışan insanlar iki seneden fazla çalışmazlar. Bir de, iki sene çalışan insanı başka programlarda da deneyim sahibi olması için göndeririz. Bu arada yeni iş olanakları yaratmak için genç arkadaşlar alırız. Yoksa bir ekiple otuz sene çalışmanın hiçbir anlamı yok. Müzikal için tabii ki bu geçerli değil. Müzikalde daha başka bir şey var. Sahnede beraber olabilmek, birbirinin halinden, tavrından, dilinden anlamak, en ufak bir şey unuttuğunuzda diğer arkadaşların sizi kurtarması gibi şeyler var. O biraz şans. Biz çok şanslıyız çünkü ekibimiz çok iyi denk geldi. Birbirinden değerli insanlarla dolu bir ekibimiz var.
- Biliyorsunuz Mart ayı önemli günlerle dolu Tıp Bayramı, Dünya Kadınlar Günü, Şiir Günü, Tiyatro Günü gibi, önümüzdeki günlerde 18-24 Mart Yaşlılar Haftası olacak. Yaşlılara karşı hassasiyetinizi biliyoruz. Kulübümüzün hali hazırda bir huzurevi projesi var. Böyle bir projeye zamanı geldiğinde destek vermek ister misiniz?
Tabii zamanı geldiğinde destek veririm. Şimdiden büyük sözler verip sonradan yapmamaktan iyidir. Benim en hassas olduğum konu öncelikle yaşlılar. Ben yaşlılara karşı çok hassasım. Onların bir kütüphane olduğunu ve en okunulması gereken en verimli, en dolu oldukları dönemde rafa kaldırıldıklarını düşünüyorum. Bunu reklam olarak yapmadığım sürece, yaşlıların elini kamera yokken öptüğüm sürece, her zaman giderim. Bugüne kadar böyle bir şey yapmadım. Darülaceze’ye çok gittim. Hastanelere çok gittim ama gittiğimi hiç kimse bilmez.
- Organ bağışında bulundunuz mu?
Böbrek vakfına böbreğimi bağışladım. İlik Bankası’na iliğimi başladım. İstedikleri zaman gelsinler alsınlar diye... (Allah size uzun ömürler versin diyoruz...)
- Bir zamanlar siyah gözlükleriniz ile tanınırdınız. Tüm genç kızlar hayranlıkla gözlüğü çıkarmanızı beklerlerdi. Bazen insanlar bir topluluk karşısına çıktıklarında ellerinde kalem, gözlük, vb. birşeyler bulundurmaya gereksinim duyarlar; hem streslerini yatıştırmalarına yardımcı olur, hem de izleyenlerle aralarına belirli bir mesafe koyar, bu da onların kendilerini daha güvende hissettirmelerini sağlar. Bu gözlük o günlerde sizin için ne anlam taşıyordu?
Ben ilk gözlükle Number One TV’de dj olarak görev yaptığımda çıkmıştım. O günlerde canlı telefon bağlantısı yaptığım bütün kızlar hiç benim açtığım konularda konuşmadılar. Hep gözlerine bakalım dediler. O sırada orada bir gözlük vardı. Ben de gözlüğü taktım ve açtığım konular hakkında şimdi konuşabilir miyiz dedim. Davranışım protest bir tavır olarak kaldı, böylece benim gözümde de o gözlük kaldı. Yoksa kendi heyecanımı yenmek için takılan bir gözlük değildi. O an için bir amacı vardı. İzleyiciler merak edince de hoşuma gitti. Bir süre kullanmaya devam ettim.
- Yaptığım mini bir araştırmada bile, insanların sizin için belirttiği görüşler çok pozitif, yaklaşımınız sıcak ve ortaya saygılı bir kişiliğiniz olduğu gerçeği çıkıyor. Ünlü biri olmanın psikolojisi nasıl?
Her şeyden önce hakkımdaki düşünceler için teşekkür ederim. Ünlü olmanın psikolojisine gelince; sabah uyandığımda ünlüyüm diye uyanmıyorum ya da gece yatarken “Allahım bu günü de ünlü bitirdim” demiyorum. Horlarken “Ne kadar ünlüyüm” diye horlamıyorum. Mümkün olduğu kadar ünlü olmadığımı düşünmeye çalışıyorum. Siz bu röportajı yapmasanız burda dışarıda hiç öyle bir hayatım yok aslında. Ancak birileri “Aaa Beyaz bir imza verir misin?” dediklerinde ünlü olduğum geliyor aklıma. Onun dışında kendimi bu işe o kadar kaptırmamam gerektiğine inanıyorum. Sadece bu camia içinde bir yer teşkil ediyorum. Tabii bu yerin keyfini sürmeye ve hakkını vermeye de gayret ediyorum. Ancak bugün bitse yarın hiç aramam. Hatta ve hatta belki bu işin en güzel tarafı unutulmak. Unutulup eski hayatıma dönmek kadar keyifli bir şey yoktur herhalde...
-Fenerium alışveriş merkezlerine gidiyor musunuz?
En çok neleri beğeniyor, satın alıyorsunuz? Arasıra denk geldiğinde, zaman buldukça alışveriş ediyorum. Geçenlerde Bakırköy Fenerium’u ziyaret ettik. Bazen Akmerkez’dekine yeni bir şeyler var mı diye uğruyorum. Ama maça gideceksem evden tedarikliyim. Herşeyim var.
- Fenerbahçe Dergisi’ni okuyor musunuz? FBTV’yi izliyormusunuz? Bizlerden beklentileriniz?
Tabii okuyorum. Fenerbahçe Dergisi bayağı ileri gitmiş, daha da ileri gitmesi, daha büyük kesimlere yayılabilmesi için içeriğindeki aktüel, magazin artırılabilir. Futbolcularla ilgili en merak edilen haberleri diğer basın haberlerinden duymaktansa ilk FB Dergisi’nden duymayı tercih ederim. Bu avantajıda çok iyi kullanmanız gerekir. FBTV’ye gelince; bir spor kulübü televizyonu ancak bu kadar olur mantığıyla yapmamak lazım. Daha ileri götürmek lazım.
- Fenerbahçe taraftarları için son mesajınız?
Fanatik olmasınlar. Fenerbahçe’nin şu anki duruşunun, tablosunun kıymetini bilsinler, tadını çıkarsınlar. Hepsine sonsuz sevgiler...
Gelecek ay görüşmek umuduyla sevgiyle kalın..
.
Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi:2005 Mart
röportaj:Sibel Kurt
Foto:Tolga Ovalı- Serkan Hoşgör