DEVLERİN AŞKI! İKİ EFSANE, İKİ DEV YANYANA!
Bir yanda Türkiye’nin en büyük kulübü Fenerbahçe, diğer yanda Türkiye’nin en büyük sanatçısı Kadir İnanır. Bu iki isim de hep büyüklüğün, sevginin, karizmanın sembolleri...
Kadir İnanır, Türk sinemasının kazandığı bizlerin de kendisini yakından tanıma fırsatı elde ettiğimiz Türkiye’nin en güçlü oyuncusudur. İnanır sanat dünyasına “Amele” adlı belgesel film ile başladı. Selvi Boylum Al Yazmalım, Dönüş, Yılanların Öcü, Cevriyem, Derviş Bey, Devlerin Aşkı, Ah Güzel İstanbul, Bir Yudum Sevgi, Gönderilmemiş Mektuplar, Komiser Şekspir…Yüzlerce film, diziler, reklamlar ve daha niceleri. Her filminde, her reklamında kamuoyunu farklı şekilde konuşturan, kendi doğru bildiği yolda fikrinden ödün vermeden başarıyla ilerleyen bu değerli sanatçımız, şimdiki günlerde hepimizi bizlere çok şeyler katan, gelenek ve göreneklerimizi bize bir kez daha anımsatan “Bütün Çocuklarım” dizisiyle ekrana bağlıyor. TV’de yaptığı bir diziyi bile bize sinema tadında izlettirebilen ve arkasında dev bir hayran kitlesi bulunan İnanır’ın bize gurur veren özelliklerinden bir diğeri de; Fenerbahçeli olmasıdır. Kadir İnanır’ın futbola ve Fenerbahçe’ye olan sevgisi herkes tarafından bilinir. Çatalca’da “Bütün çocuklarım” dizisinin çekildiği çiftliğe vardığımızda, çekime ara verilmiş, göz ucuyla TV’ye bakıyordu. TV’de rahmetli Kemal Sunal’ın bir filmi oynuyordu. Onu göstererek üzüntüyle karışık tebessümle “O da koyu bir Fenerbahçe taraftarıydı.” dedi. Sonra başladı kendine has üslubuyla konuşmaya. Gözlerinde ki gülümseme kalbimizi ısıtıyordu. Teşekkürler Kadir İnanır zamanını bize, Fenerbahçe’ye ve ülken insanlarına ayırdığın için. Fenerbahçe Dergisi olarak kesintisiz, keyifli ve çoğalan sağlık ve mutluluk dileklerimizle...
- Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki siz nasıl Fenerli oldunuz Kadir Bey?
Benimkisi biraz enteresan. Benim doğduğum kasabada Fenerliler, Beşiktaşlılar ya da Galatasaraylılar maçlar sonrası birbirlerine girerlerdi. Birbirlerini kızdırmak için çeşitli espriler yaparlardı. Mesela yenilen takımın kulüp bayrağını tabuta sarıp, sokak sokak dolaştırırlar sonrada getirip camiinin önüne koyarlardı. Zaman zaman da taraftarlar gruplar arasında sert tartışmalar olurdu. İşte benim de bir tane ağabeyim vardı. Ben hep zannederdim ki onlar kavga ediyorlar. Tabii İstanbul’a gelince liseyi okumak için Fenerbahçe hayranlığı okulla daha da pekişti. O zamanlar Fenerbahçe Lisesi yoktu. Haydarpaşa Lisesi Fenerbahçe Lisesi olarak bilinirdi. Haydarpaşa Lisesi’nin tamamı Fenerli’ydi zaten. Haydarpaşa, Galatasaray, Kabataş ve Saint Joseph Liseleri arasında maçlar yapılırdı. Böyle başladı işte benim Fenerbahçe taraftarlığım...
Futbola olan ilginizi çok iyi biliyoruz… En son gittiğiniz maç?
-
Futbola olan ilgim çok yoğun ve ilginç, dünyada çok az insana nasip olan enteresan örnekle dolu. 1974 yılında Almanya’da “Almanyalı Yarim” filmini çekiyorum. O arada birden Münih şehri dünyanın çeşitli ülkelerden gelen insanlarla dolmaya başladı. Dünya Spor Şampiyonası yapılıyordu. Birden dehşete düştüm; her ülkenin insanları ülkelerinin milli formaları ile Münih caddelerinde bir şenlik oluşturmuştu. Ben de orada Münih Olimpiyat Stadı’nda ilk Dünya Kupası finallerini izledim. Giderek o görüntü bende futbola karşı müthiş bir sevda oluşturdu. Sonra 1978 Arjantin,1982 İspanya, 1986 Meksika, 1990 İtalya, 1994 Amerika, 1998 Fransa, 2002 Kore. Yani sekiz tane Dünya Kupası finalini yerinde izlemiş olan sanatçı dünya yüzünde yoktur herhalde. (Darısı gelecek dünya kupalarına diyoruz Kadir Bey.) Dünyanın bütün ülkelerinin futbol gibi büyük bir sevdaya ne kadar tutkun olduğunu, bu finallerle beraber bütün dünya insanlarının tek bir amaç uğruna nasıl bir arada toplandıklarının coşkusunu anlatmak çok zor. Onu yerinde yaşamak lazım. Taa ki geçen seneki Dünya Kupası finallerine kadar da biz hep Brezilya’yı; o başarılı olmazsa İtalya’yı, o da olmazsa İspanya’yı tutardık. Benim özellikle bu takımları desteklememin altında da futbolu yüksek estetik değerlerle oynamaları yatıyor. Gerçekten de ben bugün bir maçı izlerken orada benim mesleğime yakın neredeyse bir sanatçı tavrı, sanatçı estetiğini yakalamış futbol ve onun takımı olmazsa o maçtan zevk almıyorum. Topa o estetik hareketler ve onun bütünlüğünden kaynaklanan, seyirlik hale gelen bir maç benim için enteresan olabilir. En son sahada izlediğim maçlar maalesef gene Milli Takım’la ilgili maç; Türkiye-Letonya maçı. Fenerbahçe maçlarına gidemiyorum; çünkü işim nedeniyle çok yoğun bir tempoyla karşı karşıyayım. Bir de Fenerbahçe maçları artık bundan sonra daha çok seyredilecek, onu görüyorum. Tam benim arzuladığım seyirlik hale gelmiş, dünya literatürüne uygun çok hoş bir Fenerbahçe Takımı oluştu. Bunun giderek daha da yükseleceğine inanıyorum.
Diğer spor branşlarını da takip etme fırsatı buluyor musunuz?
-
Olsa da futbolun önüne geçemez. Ben bireysel sporları çok seviyorum. Örneğin boksu, güreşi, halteri… Kişiyi kendi becerisinden elde ettiği başarıların bende seyri çok yüksek. Tabii hepsinin başarıları gurur kaynağı oluşturur ama futbol her zaman ağır basar.
AB giriş sürecinde Futbol Federasyonumuzun ve takımlarımızın uyum aşamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Son dönemde tartışılan “tribünde şiddet” konusunda siz neler söyleyeceksiniz?
-
Türk ekonomisinin şu anki yapısına baktığımızda onun sosyal yaşama yansıması, Türkiye’deki futbolun çok hızla bu bütünlükten ayrılarak dünyanın tüm gelişmiş ülkelerinin futbol yapılarıyla neredeyse yarışır hale gelmesi, bende dehşet duygusu uyandırıyor. Yani bir spor takımının bütçesi ve o spor takımını var eden öğelerin yıllık ortalama kazandıkları rakamlar dünya standartlarıdır; ama bir İtalya’da futbol maçına gidenlerin ekonomik yapılarıyla bizdeki seyircilerin ekonomik yapıları aynı mı? Arada büyük uçurumlar var. Stattaki anarşinin bu boyutlara gelmesinin ana sebebi de budur zaten. “Söyle senden başka neyim var?” diyen bir izleyici yoğunluğu her zaman var ama onun kendi yaşantısıyla, izlediği olayın genel yapısı arasında müthiş bir uçurum var. Bu beni endişelendiriyor. Federasyonun yapabileceği pek bir şey yok; çünkü uluslararası organizasyonların koyduğu temel yasaları uygulamak zorundalar. Tartışma konusu olan birtakım olayların önünü kesmek sadece bu tüzüklerle olmaz. Önce bu aradaki uçurumun kapanması lazım. Bu sosyolojik bir vakadır. Dramatik boyutlara ulaşması da çok normal. Önce oraya giren seyircinin ekonomik, sosyal, kültürel yapısını futbolun ulaştığı o çağdaş yapıya ulaştırması gerekir. O zaman Türkiye futbolu AB’ye girmiş denilebilir. Türk futbolu neredeyse oradaki yönetime girmek üzere ama ülkesi ancak 14 yıl sonra alınabilecek. Çok komik ve dramatik bir olay!
Şampiyonlar Ligi’ni grubunda 3. bitirerek UEFA Kupası’nda mücadele etme hakkını elde etti. Ve rakibi İspanyol ekip Zaragoza! Maç tahmininiz nedir? Fenerbahçe’yi UEFA’da nerede görüyorsunuz? Sonuç ne olur sizce?
-
Zaragoza Takımı’yla şu andaki Fenerbahçe’nin bütün özelliklerini karşılaştırdığımız zaman Fener’in Zaragoza Takımı’ndan daha başarılı olduğunu görüyor ve hissediyorum. Eğer araştırma yapılırsa; takımların bütçesi bile karşılaştırılırsa; Fenerbahçe daha iyidir. Real Madrid ile karşılaştırsaydınız; daha düşük bir yapıya sahip olduğunu söylerdim ama Fenerbahçe’nin şu anda İspanya Ligi’nde alt sıralarda oynayan bu takımı mutlaka yenmesi lazım ve yenemiyorsa maçtır bu kaybedilebilir; ama sorunun karşılığı olarak Zaragoza’yı rakip görürse benim için Fenerbahçe iyi yerde değildir. Ama futbolda her şey var. Elenebilir de… Uşak’taki maçın ne kadar ciddiye alındığı ortada. UEFA’ya çok önemli takımlar kaldı. Fenerbahçe giderek zorlaşan yerde ne durumda olur, hangisini geçebilir, bunu ancak elendikçe, karşısına gelen takımların gücüyle karşılaştığımızda bu soruların cevabı alınır.
Başarı kazanılan bazı alanlarda olduğu gibi futbol ve benzeri spor dalları da ün ve para getiriyor. Siz de kendi alanınızda üne sahip biri olarak bu konuda sporcularımıza vereceğiniz mesaj var mı?
-
Çok önemli bir soru! Şimdi futbolun çok yol aldığı ülkelerde, sporcuların kazandığı parayı, alanlarında şöhret olmuş insanlar kazanmıyorlarsa, burada soru tam anlamıyla yerini buluyor. Şimdi bizim futbolcu kardeşlerimiz bu çarpık fotoğrafı iyi bilecekler. Bilecekler ki; biz çarpık bir fotoğrafın içerisindeyiz. Bir çılgınlık almış başını gidiyor. Bunun bilincinde olmalılar. Yanlış bir yapılanma içinde hem şöhret hem de büyük paralar kazanıyorlar.
- Peki sizce çözüm yolu olarak neler yapılabilir?
Bunun yansıması çeşitli şekillerde olabilir. Mesela benim önerim; kazancının belirli bir kısmını toplumun sosyal gelişmesinde etkili olan çeşitli kurum ve kuruluşlara aktarabilirler. Eğitimin gelişmesine aktarmalılar. Yani ortalama 10 yıl olan futbol yaşamlarını toplumun değer yargılarını bozmadan sürdürebilirler. Çünkü orda adaletsiz bir yapı var. On yıl sonra dolar milyoneri bir adam olarak toplumla baş başa kaldıklarında bunu hak ederek alacaklar. On yıl süren ortalama futbol hayatlarında Tanrı’nın onlara verdiği bu üstün yeteneği, asla kötü düşünce ve kötü yaşamla harcamayacaklar. Ve herkesin sevgilisi haline gelecekler. Bizdeki mevcut yapıda halkın sevgisinin kazanmak, mutlaka kazanmak için toplumun gelişimine katkıda bulunmak gerekiyor. Tabii ben demiyorum ki kazancının hepsini versin; ama bir kısmını sağlıksa sağlık, eğitimse eğitim, açık açık vermeliler. Ağabeyleri olarak beni dinlerlerse önerim bu olur.
- Yönetmenlik yanınızı da biliyoruz. Bir futbolcuyu filminizde oynatmak gerekseydi bu hangi Fenerbahçeli futbolcu olurdu?
Size futbola olan düşkünlüğümün ana sebebini anlattım. Hepsini tek tek çok seviyorum. Ayrımcılık yapamam. Futbolcu önce bir aktör olacak, estetik değerleri çok iyi kullanan, futbolu seyirlik hale getiren bir futbolcu olacak. Bunun örnekleri Fenerbahçe’de var; dediğim anlamda mutlaka bir örnek istiyorsanız, (gülüyor) Alex’i görüyorsunuz; vals yapıyor, resital yapıyor. Yani şimdi onların arasında görevleri gereği fazla estetik yapıya müsaade etmeyen çok başarılı futbolcular da var. Tuncay’ın daha estetik bir futbol oynayacağını görüyorum.
- Ülkemizde ekonomik anlamda futbola yüksek miktarda yatırım yapılıyor. Karşılığı alınıyor mu?
Bunun karşılığı Milli Takım’a yansırsa karşılığı alındı denilebilir. Kulüpler, amatör kulüpler değil, profesyonel bir yapıdadırlar. Karşılığı ancak kulüpler alır. Topluma yansıması ancak Milli Takım’ın başarılarıyla ölçülür.
Siz hep örnek alınan bir sanatçı oldunuz. Peki Kadir İnanır’ın kendine örnek aldığı biri oldu mu?
-
Var tabii. Bir defa benden evvel bu mesleği yapan bütün sanatçılara, hepsine son derece saygılıyım. Onların hepsinden hem işimle ilgili hem de bir sanatçının toplumda sosyal hayattaki yaşantısıyla, sanatçı kimliği ile ilgili, toplumda yaşamı içersindeki değerini bulma da örnek aldığım bir çok büyüğüm var. Bu düşünce olarak, bir yerde birleşme anlamına gelmez. Ama “Sanatçı kimliğinin toplum içindeki saygınlığını hangi yollarla arttırabilir?” örneğini bulduğum çok çok önemli ağabeylerim var. Onlardan en önemlisi de Ayhan Işık’tır. Ayhan Işık benim saygı duyduğum, toplumda varoluşunun altını çizen çok önemli bir kişiliğe sahipti.
Başka bir meslek grubunda olsaydınız örneğin futbolcu olsaydınız, bugünkü gibi bir başarılı elde eder miydiniz?
-
Bir futbolcu olsaydım, gene Kadir olarak, kendi özelliklerimle bir futbol starı olurdum. Ben sanatçı olmasam bile, hangi mesleği yaparsam yapayım, herkesin tanıdığı, ünlü bir isim olurdum. Lokantacı olsaydım lokanta zincirlerim olurdu. Dünyanın sayılı restaurantlarından birisinin sahibi olurdum. Ekonomist olsaydım yine öyle, modacı olsaydım da örnekler çoğalır. Bu değişmezdi.
- Kadir İnanır’ı 2005’te yeni projeler içinde görebilecek miyiz?
Şu an “Bütün Çocuklarım” projesi devam ediyor. Tabii ki yeni projeler var. Onları zamanı geldiğinde size söyleyeceğim. (Gülüyor)
Kadir İnanır her ne kadar röportaj verse de bunları bir de kendi kaleminden okumak istiyoruz. Biliyoruz ki daha derinlerde daha yakından tanımak istediğimiz bir Kadir İnanır var. Bir gün biz hayranlarınıza ulaşmasını istediğiniz bir kitap yazmayı düşünüyor musunuz?
-
Ben kitap yazmıyorum ama kitabın alt yapısını oluşturacak şeylerim var. Öyle bir şey oluştu ki bütün materyaller hazır. Bunu masa haline getirecek bir otoriteye ihtiyaç var, o masa da hazırlanıyor. Adı da değişmezse “KUZEYDEN GELEN ADAM” olacak.
Biliyorsunuz Şubat ayında “Dünya Sigarayı Bırakma Günü” var. Fenerbahçe Dergisi okuyucularımıza bu konuda mesajınızı alabilir miyiz?
-
Ben de bıraktım, puroyla idare ediyorum. Öyle kolay değil tabii. Keşke insanlar içmese ama tahmin ediyorum ki çeşitli vesileler ile insanın varoluşundan beri bu duman çekilmiştir. Umarım içen herkes bir gün bırakır.
Fenerbahçe Dergisi okuyucularına vereceğiniz mesajınız var mı?
-
Fenerbahçe taraftarlarına benim söyleyeceğim sözler, futbolu bir hobi olarak almaları, diğer rakip taraftarlarına sadece o günkü maç için belirli şovlarını yapmaları ve maçtan sonra da orada bunları bitirmelerini tavsiye etmek olacaktır. Çünkü eğer karşı rakipler olmazsa o maçın hiçbir özelliği olmaz. Onlar da var olacak ki, birbirleri ile maç yapacaklar ki böyle bir ortam oluşsun. Kırıp dökmek olmaz tabii. Ancak bir lafın ortadan kaldırılması lazım: “Söyle senden başka kimim var benim?” Eğer o insanların o sevgiden başka hiçbir şeyleri yoksa bütün kulüplerin kendi taraftarlarını bu durumdan kurtarmaları için güç birliği yapmaları gerekiyor. Tabii ki seyirciler olmazsa, futbolun tadı olmaz.
Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi: şubat 2005
Röportaj:Sibel Kurt