|
Yüksel Gündüz: “Fenerbahçe bir zirve ve bütün
futbolcular oraya tırmanmak ister.” Bu ayki konuğumuz kıdemli futbolcularımızdan
“Fırtına” lakaplı Sayın Yüksel Gündüz… 1958 yılında Fenerbahçe’ye transferi
gerçekleşen futbolcumuzu camiamız “Gol makinesi”
diye de çağırıyordu. Fenerbahçe’de 1958-59 İstanbul Profesyonel Ligi, 1959,
1960-61 ve 1963-64 Türkiye Ligi ve 1964 Atatürk Kupası şampiyonlukları yaşadı
ve yaşattı, 1962-63 sezonunda da Türkiye Kupası finali oynayan kadroda yer
aldı. Kulübümüze değerli katkıları olan Sayın Yüksel Gündüz’le röportaj
yapmaksa bizim için bir onur kaynağı oldu. 01: Fenerbahçe ruhu, Başkanımızla çağ atladı. İlkel
durumumuzdan şu günlere gelmemize inanamıyorum. 02: Galatasaray’ın iki katı para teklifine karşın ben
Galatasaray’a gitmek istemiyordum. Gönlüm Fenerbahçe’deydi. Onun için
Hüsamettin Büke beni ailemle beraber Karamürsel’e getirdi. Orada bir nevi
saklayarak misafir ettiler. Kaçırmışlardı beni. İstanbul’a trenle geldim. Yol
hiç bitmiyordu… 03: Fenerbahçe’ye geldiğimde çok gençtim. O kadar değerli
futbolcuların arasında oynama şansımın olacağını hiç düşünmemiştim. Lefter,
Avni, Şeref, Can, Basri, Nedim, Naci, Akgün hepsi çok kıymetli futbolculardı.
Ve onlarla aynı topun arkasında koşturmayı ne mutlu ki başardım. 04: Galatasaray maçında bizim kaptan Naci ve Metin Oktay
aynı anda topa kafa çıktılar ve Metin Oktay o topu aldı ve sonra bizim kaleye
gol attı, durum 1-0 oldu. Bu duruma çok üzülen Naci yere çömelip başını iki
elinin arasına alıp öylesine kala kaldı. Bu durumu görünce ben koştum yanına
gidip “Kaptan kalk sen üzülme şimdi ben bir gol atarım telafi ederiz.” dedim.
Hakikaten 5 dakika sonra ben bir gol attım ve maçı 2 -1 kazandık. 05: En büyük Lefter’di tabii. Beraber aynı takımda yanyana
oynamamıza rağmen maçta bile onun oyunu seyrederdim. -Nasıl Fenerbahçeli oldunuz? Fenerbahçeli olmak için İstanbullu olmak gerekmiyordu. 1937’de
Kütahya’nın Tavşanlı kazasında bir Fenerbahçeli olarak doğdum. 7- 8 yaşında
babamın vazifesi dolayısıyla Ankara’ya taşındık. Babam laboranttı. 1950’li
yılların başında Ankara’da Dışkapı takımında futbola başladım, aynı zamanda
atletizm de yapıyordum. Disk atma ve güllede de iki birinciliğim vardı. 1954
yılında daha sonra Güneşspor’a transfer oldum. 6 Nisan 1955’te Yugoslavya’ya
karşı Gençler Avrupa Şampiyonası Grup Elemeleri’nde ilk kez genç milli formayı
giydim. 1957 yılına kadar Güneşspor’da devam ettim. O zaman birinci ligdeydik. - Fenerbahçe Spor Kulübü’ne transferiniz nasıl gerçekleşti? Fenerbahçe idarecilerinden aynı zamanda eski
kalecilerimizden Hüsamettin Büke beni Güneşspor’dan transfer etti. Fenerbahçe’ye
gelmem olaylı oldu. Çünkü o zamanlarda Güneşspor beni Galatasaray’a vermek istiyordu.
Galatasaray’ın iki katı para teklifine karşın ben Galatasaray’a gitmek
istemiyordum. Gönlüm Fenerbahçe’deydi. Onun için Hüsamettin Büke beni ailemle
beraber Karamürsel’e getirdi. Orada bir nevi saklayarak misafir ettiler.
Kaçırmışlardı beni. Orada bir yaz sezonu geçirdik. İstanbul’a trenle geldim.
Yol hiç bitmiyordu. Geçtiğimiz yolda ağaçlar villalar derken yolu bitirdim,
heyecanım hiç geçmiyordu. Fenerbahçe’de oynayacaktım. Birinci sezon geçtikten
sonra Acıbadem’de Anadolu Lisesi’ne kaydımı yaptılar. Son sınıftaydım, mezun
olduktan sonra prosedür sorunları yüzünden bir sene top oynayamadım. Bir sene
boyunca sadece özel maçlarda oynattılar beni. Özel şartlara bağlı olarak futbol
federasyonunun koyduğu şartlardı. 1958 yılında normal transferim yapıldı. Osman
Göktan, Mikro Mustafa onlarla beraber oynadım. Böylece transferim gerçekleşmiş
oldu, o sene şampiyon olduk. 1958 -59 sezonunda milli lig şampiyonu olduk.
Futbola 1965 yılına kadar devam ettim. Fenerbahçe’ye geldiğimde çok gençtim. O
kadar değerli futbolcuların arasında oynama şansımın olacağını hiç
düşünmemiştim. Lefter, Avni, Şeref, Can, Basri, Nedim, Naci, Akgün hepsi çok
kıymetli futbolculardı. Ve onlarla aynı topun arkasında koşturmayı ne mutlu ki
başardım. İlk on birin sol kanadında oynadım. Ve Fenerbahçe’de yıllarca tek
santrfor olarak oynadım. Her iki ayağımı da iyi kullanabiliyordum. Çok da iyi
sıçrar, kafa gollerinden de kaçmazdım. -Fenerbahçe’de kaç sene oynadınız? 8 sene oldu.115 gol atmışım, 268 maçta oynamışım. Osman,
Mikro Mustafa, kaleci Şükrü en yakın arkadaşlarımdandı ama hepsiyle çok iyi
anlaşıyordum. O zamanlar herkesin birbirine sevgi ve saygısı vardı. Takımın her
iki açık mevkiinde de yer alıyordum. Hem liseyi bitirip, futbolun yanı sıra
İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nden de mezun oldum. -O zamanlara dair en
hoşunuza giden bir anınızı bizimle paylaşır mısınız? En büyük anılarımdan birisi 1958-59 yıllarında Galatasaray’la
iki sefer karşılaşmamız oldu. İlk maçı Galatasaray 1-0 kazanmıştı. Hani o
meşhur Metin Oktay’ın ağları delen golü vardı. 3 gün sonra da rövanşta
Galatasaray’ı 4-0 yenmiştik. Kupayı aldık. İlk golü ben atmıştım. Lakin o ilk
yenilgimiz tam bir kâbustu bizim için. Ne uyku uyuyabiliyorduk ne de herhangi
bir şey yapabiliyorduk. Bir an önce o gün gelsin maçımızı oynayalım, bütün her
şeyimizi ortaya koyalım istiyorduk. Ve hakikaten de öyle oldu. Oradaki
heyecanımızı hiç unutamıyorum ve dört tane golle süsledik olayı. - Futboldan arta kalan zamanınızda neler yapardınız? O zamanlar bir pul koleksiyonuna sahiptim. Boş zamanlarımda
pulları ortaya çıkarır onları odanın her tarafına yayar, saatlerce onlarla
vakit geçirirdim. Müziğe de büyük merakım vardı. Halen de var. Bir de antrenman
sonrası Moda’daki kütüphaneye uğrar birkaç kitap alır onları okuyarak zamanımı
değerlendirirdim. - O yıllarda sizin izleniminizle tribünler, takım içi
dayanışma nasıldı? O zamanlarda tribünlerde seyirciler hepsi yan yana
otururlardı. Galatasaraylısı, Fenerbahçelisi ya da Beşiktaşlısı. Oradaki
dostluklar saha dışında da devam ederdi. Şimdiki gibi kavgalar- yoktu tabii ki.
Oyun içinde taraftarlar arasında güzel rekabetler olurdu. Yine bir anımı
anlatayım: Bir Galatasaray maçında bizim kaptan Naci ve Metin Oktay aynı anda
topa kafa çıktılar ve Metin Oktay o topu aldı ve sonra bizim kaleye gol attı,
durum 1-0 oldu. Bu duruma çok üzülen Naci yere çömelip başını iki elinin
arasına alıp öylesine kala kaldı. Bu durumu görünce ben koştum yanına gidip
“Kaptan kalk sen üzülme şimdi ben bir gol atarım telafi ederiz.” dedim.
Hakikaten 5 dakika sonra ben bir gol attım ve maçı 2 -1 kazandık. - Milli takımda da görev aldınız… Tabii milli takımda da oynadım. Macaristan ve İspanya’da da
oynadım, o zaman genç milli takımdaydım. A milli takımında Metin Oktay
oynadığında, ben hep yedekte kalıyordum. Sadece Macaristan maçında oynadım.
Ayrıca askerlik nedeniyle ordudayken ordu milli takımında da oynadım. 1963
yılında ordu takımı için Atina’da oynadık ve dünya ikincisi olduk. -Ne zaman jübile yaptınız? 1964 yılında evlendim. Bir sene daha Fenerbahçe’de
oynadıktan sonra 1965 yılında futbolu bırakmak zorunda kaldım. Ömrümüz hep
maçlarda ve kamplarda geçtiğinden dolayı ailemle doğru dürüst beraber
olamıyordum. O ara çok jübile vardı. Metin Oktay’ın falan… Kulübün teklif
etmesine rağmen ben jübile yapmayı istemeden futbolu bıraktım. Çok sıkıntılar
çekmemize rağmen para yönünü hiç düşünmemiştim. - Futbolu bıraktıktan sonra neler yaptınız? Sonra özel şirketlerde çalıştım, müdürlük yaptım. İlaç firması
kurdum. İki oğlum var, onlar da ilaç sektöründe çalışıyorlar. - Fenerbahçe sevdalısı bir eski futbolcu olarak
taraftarımıza mesajınız nedir? Taraftarlarımız hem fedakâr hem de cefakârlar her zaman
olduğu gibi. Kulüplerine oldukça bağlılar. Onları her zaman çok sevdim. Futbol
hayatım bittiğinden beri de onların oturduğu koltuğa oturup maç seyrederek neler
hissettiklerini çok iyi anlayabiliyorum. Fenerbahçe’nin taraftarı her zaman çok
farklıdır. Futbolcuları derseniz Fenerbahçe’nin kendilerine verdiği o şöhretten
dolayı her yerde itibar kazanıyorlar. Ben 50 sene oldu bırakalı hala
unutulmuyorum. Nereye gitsek yine tanıyan çıkıyor yani. Fenerbahçe’nin kredisi
bitmiyor. Fenerbahçe bir zirve ve bütün futbolcular oraya tırmanmak ister. Başka
kulüplerde oynayan futbolcularımız bugün bile halen ziyaretimize geliyorlar.
Bizden kopamıyorlar. Fenerbahçe’ye karşı hep bir özlemleri var. - Fenerbahçe’de oynarken en çok hangi futbolcuyu beğenip,
örnek alırdınız? En büyük Lefter’di tabii. Beraber aynı takımda yanyana
oynamamıza rağmen maçta bile onun oyunu seyrederdim. Lefter’le aram çok iyiydi,
birbirimizi çok iyi anladığımızdan hem paslaşıp gol atar ya da gol attırırdık,
ayrıca ben kendisine çok şeker taşımışımdır. Benim en büyük ve tek gayem
Fenerbahçe’de oynamaktı. Yedeklerimiz bile çok kıymetliydi. Fenerbahçe’nin
başarılı olması en büyük temennimizdi. Biz bu kadar mücadele ettik, şimdi de
yine onların başarılarıyla öğünmek istiyoruz. - Lakabınız var mıydı? Bana “Fırtına” lakabı takmışlardı. - Ya şimdi Fenerbahçe Spor Kulübü’ne baktığınızda
gururlanıyor musunuz? Fenerbahçe ruhu Başkanımızla çağ atladı. İlkel durumumuzdan
şu günlere gelmemize inanamıyorum. Başarılarımız, güzel tesislerimiz oldu.
Topuk Yaylası çok nefis ve güzel olmuş, havası da çok temiz. Lefter Dereağzı
Tesisleri’ni çok beğeniyoruz ve sıkça gidiyoruz. Bugün oynanan futbolu
beğenmediğim oluyor. Belki de futbolun endüstriyelleşmesinden dolayı bizim
futbola verdiğimiz o amatör sevgi kalmamış. Şehirler, takımlar birbirine
küsmüşler, sporun üstü buzdağı altı para olmuş, bütün her şey bundan
kaynaklanıyor. - Son olarak Dergimiz hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Fenerbahçe benim için her şeyiyle güzel. Dergide ise hepsini
bir arada görebiliyorum. Fenerbahçe Televizyonu’nu izliyor, dergimizi de takip
ediyorum. Bunlar bize ancak gurur veriyor. |