|
Osman Göktan Kimdir? 1958 yılından 1966 yılına kadar formasını giydiği Fenerbahçe
Spor Kulübü’nde 1958-59 İstanbul, 1959, 1960-61, 1963-64, 1964-65 Türkiye Ligi
ve 1964 Atatürk Kupası şampiyonlukları yaşadı. Sarı-lacivertli forma altında
340 kez maça çıktı, 3 de gol attı.1963-64’te yine Fenerbahçe ile Kupa Galipleri
Kupası’nda çeyrek final oynama mutluluğuna ulaşan Göktan, 2 kez B Milli takımda
oynadıktan sonra 1 Haziran 1961’de Avrupa Kupası elemelerinde Türk Milli
Takımı’nın Norveç’i Oslo’da 1-0 yendiği maçta ilk kez A milli olma başarısını
tattı ve toplamda 4 kez ay yıldızlı formayı giydi.
BAŞLIK: Osman Göktan: “Fenerbahçeli Osman olarak anılmanın
değeri paha biçilmez”
GİRİŞ SPOTU: İleride Beşiktaş’ın kaptanlığını yapacak olan
Nazmi Bilge ile birlikte kurdukları mahalle takımı maçları ile başlayan,
Trabzon’dan İstanbul’a giden bir başarı öyküsü bu. Fenerbahçemizin o efsane
kadrosunda yer alan Sayın Osman Göktan, bizimle on yıllık futbol yaşamını ve
yöneticilik yıllarını paylaştı.
ARA SPOTLAR:
01: Ben Emniyetspor’da oynarken Fenerbahçe Spor Kulübü’nün
doktoru rahmetli Reşat Dermanver’in muayenesi Beyoğlu’ndaydı. Sakatlandığımızda
biz de ona giderdik. O da bana çok ısrar ediyordu. Beni illaki Fenerbahçe’ye
almak istiyordu. Benim hayalimse zaten Fenerbahçe’ydi.
02: Lefter bizim için o kadar önemliydi ki, Lefter’le maça
çıktığımız zaman hiç korkmuyorduk. Tüm maçları alacağımızdan emindik. “Lefter
ne yapar eder maçı aldırır” diye düşünürdük hep. “En azından bir gol atar”
derdik. İşte Lefter bize böyle bir güven verirdi. Lefter başka bir futbolcuydu.
Onunla oynama bahtiyarlığa da ulaştık. Nur içinde yatsın. Onun gibi bir
futbolcu gelmedi sahalara…
03: “Terledim, bu formayı arada değişeyim” diye bir şey
yoktu. O zaman bu kadar para da yoktu. Sahaya sezon başında çim ekerlerdi,
sezon ortalarına doğru sahada çim falan kalmazdı, toprak sahada çamur içinde
oynamak zorunda kalırdınız. Mukayese bile edilmez.
- Spor hayatınız nasıl başladı?
Çocukluktan başlarsak; 1934 yılında Trabzon’da doğdum.
Ortaokulu bitirdikten sonra o sıralar annem vefat etmişti. Ağabeyim de eşiyle
İstanbul’da yaşıyordu. 1950 yazında iki, üç aylığına İstanbul’a onların yanına
geldim. Geliş o geliş… Annem de olmadığı için ağabeyim beni bırakmadı, Vefa
Lisesi’ne yazdırdı. Vefa Lisesi evimize çok ters bir yerdeydi. Okula yürüyerek
gidip gelmek zorundaydım. Sonra Beyoğlu Anadolu Lisesi’ne geldim. Tünelspor
diye bir takımı vardı. Önceleri mahalle arasında oynanan futbol, bu kulübe
girmemle benim için profesyonelliğin ilk adımı oldu. Trabzon’dan bir de
arkadaşım sonradan Beşiktaş’ın kaptanı olacak Nazmi Bilge vardı. Hepsinin
arasından ikimiz sivrildik. Ben defans, o forvet oynardı. O sene Liseler arası İstanbul
Şampiyonu olduk. Kuleli Askeri Lisesi’ni yendik. Kısa dönem Kasımpaşa
takımından sonra Emniyetspor’a geçtim. İktisat Fakültesi’ne giderken de
Emniyetspor’da oynuyordum. Antrenmanlar çok sıkı olmadığından üniversite
eğitimimi çok kolay tamamladım. Tamamen müstakil bir kulüptü. Galatasaray
Kulübü’nde santrafor oynayan Bülent Eken Beyoğluspor takımını yönetiyordu.
Takım karşılaşma için Danimarka’ya gidiyordu. “Gelir misin?” diye sordular. Ben
de “ Bülent Ağabey bıktım küçük takımlarda oynamaktan maçlar 8-7 bitiyor. Biraz
da şansımı büyük kulüplerde deneyeceğim.” diye cevap verdim. Fazla ısrar
etmedi. Ben Emniyetspor’da oynarken Fenerbahçe Spor Kulübü’nün doktoru rahmetli
Reşat Dermanver’in muayenesi Beyoğlu’ndaydı. Sakatlandığımızda biz de ona
giderdik. O da bana çok ısrar ediyordu. Beni illaki Fenerbahçe’ye almak
istiyordu. Benim hayalimse zaten Fenerbahçe’ydi.
- Ve hayaliniz gerçekleşti…
Kim istemez ki Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oynamayı… 1958
senesi Naciler, Lefterler, Basriler, Canlar, Şükrüler eski ve oturaklı bir
takımdı. “Tamam” dedik, gittik kulübe… Hiçbir şey konuşmadan “İmzala” dediler,
imzaladık ne para ne pul hiçbir şey sormak yok. Yeter ki Fenerbahçe olsun.
Öğrenciydim, ev de geçindirmiyordum. Paranın da pek önemi yoktu. Böylece
1958-59 sezonu Fenerbahçe’ye girdim. O
sezon da çok iyi gidiyoruz. Bütün sezon her maçı da kazandık. Bayağı da iyi
oynuyoruz. Öyle ki diğer takımlar bizden korkuyor ve “Fenerbahçe’den ilk 20
dakika gol yemezsek maçın berabere kalma ihtimali var.” derlerdi. % 90 da her
maçı kazanırdık.
-Unutamadığınız maçlar hangileriydi o dönem?
O sene, bir gruptan Galatasaray; bir gruptan da biz birinci
çıktık. İlk maçta Metin Oktay’ın ağları yırtan o gol oldu ve maç 1-0 yenildik. Dolmabahçe’de
oynuyoruz. Ağlar şimdi olsa yırtılmaz da işte o zamanlar sökmüyorlar bir sene
asılı dururdu. Kar, yağmur, çamur çürümüş tabii… Neyse o bize büyük bir darbe
oldu. “Biz bu maçı kazanacağız, nasıl kazanacağız” diye de konuşuyoruz. Bir maç
Çarşamba diğeri ise pazardı. O maça çıktık. Çınar Oteli’inde kamptaydık. Ondan
önce ben sağ bek oynuyordum. O maçta benim isteğimle santrhaf oynattı beni
Fikret Kırcan ağabey. Molnar da antrenördü. Fikret Kırcan’a “Ağabey ben Metin’le
oynayayım onun stilini çözdüm, ben varken nefes bile alamaz” dedim. O da kabul
etti, o pazar günü ikinci maça çıktık. Ve çok rahat bir şekilde bu final maçını
aldık. 4-0 Galatasaray’ı yendik. Bu iki maçı asla unutamam. İşte o sene ilk
Milli Lig Şampiyonluğu başladı. Biliyorsunuz daha önce mahalli ligdi. İlk Milli
Lig şampiyonu biz olduk.
- Bu arada Lefter gibi futbolun ordinaryüsü ile de oynama
şansı elde ettiniz.
Lefter bizim için o kadar önemliydi ki, Lefter’le maça
çıktığımız zaman hiç korkmuyorduk. Tüm maçları alacağımızdan emindik. “Lefter
ne yapar eder maçı aldırır” diye düşünürdük hep. “En azından bir gol atar”
derdik. İşte Lefter bize böyle bir güven verirdi. Lefter başka bir futbolcuydu.
Onunla oynama bahtiyarlığa da ulaştık. Nur içinde yatsın. Onun gibi bir
futbolcu gelmedi sahalara…
- Bir de bir Lefter’le bir anınız varsa paylaşabilir misiniz
bizlerle?
Var tabii, olmaz mı! Bir sene Beşiktaş’la üç maç yapacaktık.
Bir İstanbul, bir Ankara, bir de Adana. Özel bir turnuvaydı. İstanbul’da,
Ankara’da yendik. Son maçımız da Adana. Çok sıcak bir mevsimdi. Lefter çok
cinlikler yapar hepimizi güldürürdü. Otelde odada oturuyorum. Öyle yukarıda
bavulların konulduğu bir yer vardı. Ben de o sırada yatağın üzerinde
oturuyorum. “Tak” diye bir yumurta düştü yanıma, nereden geldi anlamadım, biraz
sonra baktım bir tane daha düştü. Bir baktım Lefter valizlerin konduğu yere
çıkmış oradan kafamıza pişmemiş yumurta atıyor. “Sen ne yapıyorsun?” dedim
kaçtı odadan ben de bir yumurta aldım elime lobide dolaşıp onu arıyorum. Onu
görünce attım kafasına yumurtayı, yumurta kafasından akıyor. Aman beni bir
kovaladı, Adana’da 100 metre yarış olsa birinci olacağız yani. Öyle bir anımız
vardı.
- Fenerbahçe’de kaç sene forma giydiniz?
Zaman içinde Fenerbahçe’de demirbaş olduk. 10 sene oynadım.
Ve 340 maça çıktım. O zamanlar defans oyuncularının santrayı geçmesi yasaktı, o
nedenle gol sayım çok azdır. Antrenör bağırırdı. “Santrayı geçmeyeceksin”
derdi. Ara sıra penaltı atardım. Beğenirlerdi. Ama asıl penaltıcı yine Lefter’di.
Yalnız Ankara’da bir son şampiyonluk maçında Lefter yok muydu tam olarak
hatırlamıyorum bir penaltı oldu, attım ve o maçla şampiyon olduk. Zaten
şampiyonluğa gidiyorduk fakat o penaltıyla şampiyonlukta hisse sahibi olmuştum.
- Bu 10 sene içinde kaç defa şampiyonluk yaşadınız?
5 şampiyonluk gördüm. Bunların hepsi de benim için ayrı bir
önem taşır.
- Sizin döneminizde WM sistemi ile oynanırdı. Yani kalecilik
dışında defansın her yerinde görev aldınız. Sizi zorlar mıydı?
Ben her iki ayağımı da rahat kullanan bir oyuncu olduğum
için bu beni hiç zorlamadı. Santrhaf, sağ bek, sol bek oynadım.
- Futbol oynarken mi evlendiniz?
1962 yılında evlendim. Evli olunca takip altındaydınız.
Hatta bazı maçları aldık mı hep beraber eğlenmeye gazinolara giderdik. Bir
ağabeyimiz rahmetli Müslüm Bağcılar vardı “Fenerbahçe’de evliyim” diye bana
takılırdı. Hepimizin hesabını da verir öyle giderdi.
- Çocuklarınızın sporu erken bırakmanızla ilgisi oldu mu?
İki tane de evladım oldu. 1967’de tamamen futbolu bıraktım.
Evliydim. Deplasmanlara gidiyordum, artık çocuk olunca da ihmal etmek
istemiyordum. Futbol hayatımı noktaladım. Fakat futbolu Fenerbahçe’de bırakmak
benim için hep bir onur kaynağı oldu. Spor hayatım bittikten sonra bile adım
her zaman “Fenerbahçeli Osman” oldu. Bunun da değeri para ile ölçülemez.
- Fenerbahçe Spor Kulübü’nde bir de yöneticilik geçmişiniz
var, anlatabilir misiniz?
Futbolu bıraktıktan on sene sonra yönetim kuruluna seçildik.
Faruk Ilgaz başkandı. İki sene yöneticilik yaptık. O iki senede de bir
şampiyonluk, bir ikincilik gördüm. Rahmetli Ahmet Erol vardı. Yönetimdeydi.
İkimiz futbol takımına karışırdık. Ben sahaya çıkardım. 7-8 sene sonra da
Fenerbahçe Yüksek Divan Kurulu’na seçildim. Adnan Alptekin as başkandı. İki
sene de öyle çalıştım. Orada da yine bir şampiyonluk, bir ikincilik gördüm.
Şansımıza çok güzel geçti.
- Teknik direktörlük yapmak istemediniz mi?
Maalesef hayır çünkü çocuklarım çok küçüktü. Çalışacağım yer
de İstanbul dışı ve mutlaka bir Anadolu takımı olacaktı. Çocuklarımı da
götürmek istemedim. Zaten çocuklar da çok iyi okudular. Oğlum, Alman Lisesi’ni
bitirdi. İTÜ’de okudu, master yaptı. Futbolla da ilgisi olmadı. Benim için
şartlar çok zordu. İstanbul’daki büyük takımlar ise hep yabancı hocalarla
çalışıyordu.
- Milli takımda kaç kez forma giydiniz?
Milli takımda dokuz kez oynadım. O zamanlar milli maçlar o
kadar çok oynanmıyordu. Bir de benim askerlik dönemimde Ordulararası
şampiyonluğum var. Maçlar 1960 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel zamanında
Ankara’da oynandı. O sırada Ankara’da Hollanda ile de bir milli maç oynadık.
Ankara’da kampa girmiştik. Oradan da milli takımla Dünya Şampiyonası için
Rusya, Norveç’e gidecektik. Bir taraftan da ordular arası dünya şampiyonası
oynanıyor üç maçtı. Türkiye, Fransa, Hollanda, Belçika vardı. Dört takım finale
kalanlar. Ankara’da ilk iki maçı ordu adına oynadım bu iki maçı kazanarak
aslında Ordulararası şampiyonluğumuz belli olmuştu. Sonra ben A milli ye
seçilince kamptan beni aldılar. Milli takımın kampına gideceğiz, askerim de...
Almanya’da kamp yaptık, oradan Norveç’e geçtik, milli maç oynadık oradan
Moskova’ya geçtik orada da Lenin Stadı’nda ikinci milli maçı oynadık Dünya
Kupası için. Her şey bitince, Türkiye’ye döndük. Bir gün evimdeyken bir baktım
kapı çaldı, askerlikten firarımı vermişler “Haber vermeden yurt dışına çıkmış.”
dediler. Gittiğim takım milli takım “Orduya haber vermedi.” demişler. Ve
mahkemeye verdiler. Sonra her şey açıklığa kavuştu. Bu da bir anıydı benim
için.
-Deplasmanlarda genelde kimle aynı odayı paylaşırdınız?
Mikro Mustafa ile aynı odayı paylaşırdık. Ben de o da çok
uykucuyduk. Kafamızı vurduk mu uyurduk. O nedenle beraber kalırdık. 1958-59’ da
Mikro Mustafa, Özcan Erkoç, Yüksel Gündüz hep beraber aynı sene geldik. Takımda
oynamaya başladık. Hepsini de çok severdim.
- Kulübümüzün bugünkü
şartlarında oynamak ister miydiniz?
Tabii ki, kim istemez ki? Şimdi kulübe baktığımda çok
büyüdü. Fenerbahçe’de olmadı ama Emniyetspor’dayken formamı getiriyor, evde
yıkatıyordum. Fenerbahçe’de o zaman böyle değildi tabii. Şimdi formalar havada
kapışılıyor. Bizde bir forma vardı. “Terledim, bu formayı arada değişeyim” diye
bir şey yoktu. O zaman bu kadar para da yoktu. Sahaya sezon başında çim
ekerlerdi, sezon ortalarına doğru sahada çim falan kalmazdı, toprak sahada
çamur içinde oynamak zorunda kalırdınız. Mukayese bile edilmez.
- Taraftara mesajınızı alabilir miyiz?
Fenerbahçe
taraftarını dünyaya değişmem. Kulübünü bu kadar seven taraftar görmedim.
Taraftarımız hep takımını seviyor ve hep kazanmak istiyor. Ben seyircimizi çok seviyorum.
Oynarken de bir problem yaşamadım. Zaten taraftarla problem varsa o takımda
barınamazsınız.
- Maçlara gelebiliyor musunuz?
Maçlara geliyorum. Ve
aynı heyecanla seyrediyorum.
- Dergimiz hakkındaki düşünceleriniz?
Dergimizi takip
ediyor ve biriktiriyorum. En hoşuma giden şey bütün bir ay dergiyi okumak.
- Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
4 tane dünya tatlısı torunum var. Hepsi de dedeleri gibi
Fenerbahçeli, bundan dolay çok büyük bir mutluluk duyuyorum.
|