|
Saffet Akbaş kimdir? İstanbul Gaziosmanpaşa’da doğdu. İlçenin takımında uzun
yıllar forma giydikten sonra, önce 1992-1993 yıllarında Ayvalıkgücü, ardından
1993-1994 yıllarında Karşıyaka, Denizli ve oradan da 1994-1995 yıllarında Vanspor’a
transfer oldu. Daha sonra 1995-1996 sezonunda Fenerbahçe forması altında
şampiyonluğu da yaşayan milli futbolcu, 1998 yılında 6 aylığına Ankaragücü’ne
kiralık gitti. Yeni sezonda takımın başına geçen Rıdvan Dilmen’in isteği
üzerine tekrar Fenerbahçe’ye geri döndü. 2000-2001 sezonu Diyarbakırspor’da bir
yıl kiralık olarak oynadı. Fenerbahçe’de sözleşmesi bitince İstanbulspor’a
transfer oldu. İstanbulspor’da yeşil sahalara veda etti. İstanbulspor’un ve
Malatyaspor’un yardımcı antrenörlüğünü yaptı. 2009 yılından beri de TFF’de
İstanbul Bölge Teknik Sorumlusu olarak çalışıyor. NOT: SİBELİN SAHASI VİNYET GİRECEK FOTO: Ahmet Hopyar BAŞLIK: Saffet Akbaş: “Bir oyuncu Fenerbahçe’deyse; kaliteli
olduğundandır” GİRİŞ SPOTU: Tandem
olayını en iyi beceren stoperlerden birisiydi. Onu bir futbolcudan daha çok
sarı laciverte âşık bir Fenerbahçeli, koyu bir taraftar olarak da görebiliyoruz.
O Saffet Akbaş, gün geldi Fenerbahçe’nin efsane 1996 şampiyonluğunda yer aldı,
şu anda da her ortamda Fenerbahçe’yi savunması bu yüzdendir… Onun için “adam
gibi adam” diyorlar. Açık sözlü de… Ve söz Fenerbahçe’ye geldiğinde de bakın
neler diyor: “Bir oyuncu sizin hayalinizdeki gibi oynamayabilir ama sizin
hayalinizdeki gibi gelişmiyor olaylar. Onu oynatan hocası, hocasına saygı
göstereceksin, hocayı getiren yönetim, yönetime saygı göstereceksin, yönetimi
getiren kim? Taraftar. O zaman kendi-kendine saygı göstereceksin.
Sabredeceksin. Bir oyuncu Fenerbahçe’de oynuyorsa kaliteli olduğu için
ordadır.” ARA SPOTLAR: 01: Aykut Kocaman İstanbulspor’da antrenördü, bonservis
bedelimi yatırarak beni oraya aldılar. Aykut Kocaman hep düzgün insandır, hem
de iyi bir antrenördür. Benim çalıştığım dönem içerisinde bana çok yararları
olmuştur. Hem vizyon bakımından hem de yaşantı biçiminde bende çok artıları vardır.
Futbolu iyi bilir, çok iyi etüt eder. Ama elinizdeki kadroya göre oynarsınız.
Antrenörlüğü tartışılmaz, ben çok beğeniyorum. 02: Mayıs ayı sonunda transferimle ilgili görüşmek için
Fenerbahçe’ye gittim. Ama buna bir türlü inanamadım, bir hayaldi benim için,
hatta arkadaşların şakası olduğunu ve başkanın sesini taklit ediyorlar sandım.
Şaka diye aileme bile söylemedim. Benimle dalga geçerler diye düşündüm. 03: Her Fenerbahçelinin bu tesisleri mutlaka görmesi
gerekir. Aziz Başkan kulübü çok büyük yerlere getirdi. Çizgisini her zaman
yukarı çıkıyor. Ne yapılıyorsa doğrusu yapılıyor, destekliyorum. Topuk
Yaylası’na hayran kaldım. Ben diyorum 30, siz deyin 20 sene… Başka hiçbir kulüp
bu tesislere yetişemez. Kim ne söylerse söylesin, çizgisi her an yukarı çıkan
bir kulüp… Doğru yoldalar; sonuna kadar da arkalarındayım. - Nasıl Fenerbahçeli oldunuz Saffet Bey? Annem - babam Boşnak’tı, ben İstanbul’da doğdum. Futbola da
İstanbul’da başladım, o zamanlar mahalle aralarında Fenerbahçe, Beşiktaş,
Galatasaraylı oyuncular olurduk. Gaziosmanpaşa’da sokağa çıktığınızda
çocuklarla, arkadaşlarınızla maçlar yapıyorsunuz, işte o zamanlar hangi takım
popüler, onların isimlerini kullanarak mesela kendinize Cemil Turan diyorsunuz,
Alpaslan, Datcu diyorsunuz bu şekilde onları model alıyorduk. Ağabeyimin de
Fenerbahçeli olması nedeniyle Fenerbahçeliliğim başladı. Ağabeyim koyu
Fenerbahçeliydi. Ailede de birisi bir takım tuttuğu zaman ondan da etkilenmiş
olabiliyorsunuz. Tabii örnek verdiğim bu futbolcuların da Fenerbahçeli olmamda
büyük etken oldular. - Peki, spor yaşamınız nasıl başladı? Sokak arasında arkadaşlarla böyle maçlar oynarken
Gaziosmanpaşa Kulübü de evimize çok yakındı. Beni oynarken görüp 10 yaşımda
oraya çağırdılar ve orada lisansım 18 yaşımda çıktı. Futbol oynuyoruz ama para
falan düşünmüyorsunuz, hiçbir şey düşünmüyorsunuz, her şeyiniz orada,
arkadaşlarınızla beraber gidiyorsunuz. Daha sonra askerliğimizi yaptık, geldik.
Birileri aldı beni ve “Seni başka takıma götürelim.” dediler. “Ayvalıkgücü”
dediler. Biz de “Tamam hadi gidelim.” dedik. -Bambaşka bir yer… Ayvalık ve devamında başka yöreler ve
iller de var. Neler yaşadınız oralarda? Ayvalık’a gittim. Ayvalık’ın neresi olduğunu bilmem, yolu
nedir bilmem. Bir gece yarısı götürdüler. Fakat sabah kaçıp geri dönmek istedim.
Evinizden ilk kez dışarı çıkıyorsunuz, para düşünmüyorsunuz aileden de uzak
diye panik yapıyorsunuz. Gaziosmanpaşa’dan çok dışarı çıkmamışımdır. Böylece
profesyonel futbol hayatım başladı, derken Ayvalıkgücü Kulübü’nden,
bonservisimin ödenmesi karşılığında Karşıyakaspor Kulübü’ne, oradan da
Denizlispor’la anlaştım, beni 3-4 gün beklettiler cevap vermediler. Otelde tek
başıma kaldım ne arayan ne soran oldu. Bu süre içinde çok sıkıldım,
sinirlendim, atladım arabaya evime geri döndüm. Profesyonelim ama amatör gibi
davranıyordum. Ben para istemiyorum ama zorla para veriyorlar, oynamak
istemiyorum, futbolu bıraktım diyorum. Gene de ısrar ediyorlar. Bir sene
Ayvalıkgücü, bir sene Karşıyakaspor’da futbol oynadım. 18 yaşında Gaziosmanpaşa
sporda profesyonel olmuştum zaten. Denizlispor’da da oynadıktan sonra
Vanspor’la anlaştım. Van’a gittim. Çok iyi bir dönem geçirdim, başarıyı
yakaladık ve birinci lige çıktık. - Anlaştığınız bu kulüplerden maddi olarak istediğiniz
karşılığı aldınız mı? Benim pek para ile işim yoktu. İlk üç kulübün her biri bir
araba parası gibiydi tabii gezecek benzin yoktu, ilk kez Vanspor’dan 1000 lira
almıştım. Van’ın nerede olduğunu bile bilmiyordum, anlaştıktan sonra haritaya
bakmış ve ne kadar uzak olduğunu anlamıştım. Van dediğim gibi gerçekten güzel
bir dönemdi. - Ve hayalinizdeki kulüp Fenerbahçe’ye transferiniz nasıl
gerçekleşti? Daha sonra Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Ali Şen beni aradı
ve beni istediğini, kimseye söz vermememi söyledi. Mayıs ayı sonunda
Fenerbahçe’ye gittim. Ama buna bir türlü inanamadım, bir hayaldi benim için,
hatta arkadaşların şakası olduğunu, başkanın sesini taklit ediyorlar sandım.
Şaka diye aileme bile söylemedim. Benimle dalga geçerler diye düşündüm. Cemşit
Hoca aradı beni -tercümanlık yapıyordu takımda -. Daha sonra telefonla beni
aradılar, Ali Başkan’ın Levent’teki evine gittim. Beni takıma almak istediğini
söyledi ve iki seneliğine anlaştım. O an inanmıştım. Ne kadar istediğimi sordu.
Tabii ben hiç para lafı etmedim. Kendisi de bana 10.000 lirayı uygun buldu.
1000 lirada peşin vereceklerdi. Tabii imza öncesi kulübe şık gitmek istedim ve
çok ilginçtir Taksim Beyoğlu’nda Vakko’ya girdim, tepeden aşağı giyinmek
istediğimi söyledim. “Emin misiniz?” diye alaycı bir tavırla sordu. “Evet”
dedim. “Bakın, bunlar pahalıdır.” Dedi, satıcı. Vakko’nun bile ne düzeyde bir
mağaza olduğunu bilmediğimden içimden “Pahalıysa pahalıdır. Kolay mı?
Fenerbahçe’ye imza atacağım.” dedim, ama satıcı öyle bir kıyafet seçmiş ki bana,
renkler lacivert ve sarıydı, beni tanımadan bu renkleri seçmişti. Ayakkabıyı
giymek için şöyle bir altına baktım. 120 liraydı. “Ayakkabıya ihtiyacım yok.”
dedim. Sonra “Kemere de ihtiyacım yok.” dedim. Sonra sadece takım elbise ve
gömleğe karar vererek “Cebimde 5 milyon var bunu kaparo olarak bırakayım.” dedim.
Satıcı “Kardeşim 850 milyon tutuyor. Hepsi 5 milyon kaparo olur mu?” dedi. Kim
olduğumu söylemeden ikna ettim. Nüfus cüzdanımı bıraktım. “Pantolon paçaları
hazır olunca iki gün sonra gelip alacağım, bana güven daha sonra beni
göreceksin.” dedim. Nasılsa inandı ve kabul etti. Daha kulüpten parayı
almadığım için dayıoğlundan borç para aldım. Kıyafetleri bir an önce alıp,
giyinip Fenerbahçe Spor Kulübü’ne gittim. Orada Serkan Acar’ın yanına uğramak
istedim, bir sürü gazeteci var, neyse ki o sırada Serkan Ağabey geçti, O da
bana “Gel Saffet” deyince herkes “Aaa Saffetmiş bu” demeye başladılar. İmzaları
attık. Formalar giyiliyor, resimler çekiliyor, kendimi damdan düşmüş gibi
hissediyorum. Fenerbahçe’ye geçişim çok hızlı oldu, bu arada antrenmanlarda
basın resim almak istiyor, röportaj yapmak istiyor… Bunun gibi şeyleri hiç
sevmiyordum çünkü çok sıkılıyordum ve alışık değildim bu tür ortama. Sizi
istedikleri gibi çeviriyorlar. Şimdi daha farklı bakıyorum tabii hatta basında
birkaç kişiye ters çıkmanın da yararlarını gördüm diyebilirim. Böylece
Fenerbahçe hayatım başladı. -Adaptasyonunuz, ilk dönemleriniz nasıl geçti? 1995-96 sezonuydu. O zamanlar kaptan Selim Soydan’dı. Teknik
direktör de Brezilya’dan Carlos Alberto Parreira’ydı. Kimseyi tanımıyor doğal
olarak, 40 kişiyi elemeden geçirdi. 25 kişi seçerek Brezilya’ya kampa gittik.
Brezilya’da saat farkına alışmamız için izin verdi hoca. Hem bilgili hem akıllı
bir antrenördü. Bu da ender rastlanır. Aramızda maçlar yapıldı. Fakat ben hep
kenarda bekletildim. İki üç pas yaptım o kadar. Çok kızmıştım orada. Bir
bakabilirdi. Benim haricimde herkesi oynattı. O zaman niye götürdün diyerek
kendi içimde kurgulamaya başladım. Çok üzüldüm. Cevap da bulamıyordum. Bir süre takımda hep bekletildim, kenarda tutuldum. Bir gün
dinlenme odası koridorunda Dr. Mehmet Ünal doktorla karşılaştım “Nasılsın?”
diye sordu. Ben de “Ne yapayım avare avare dolaşıyorum” dedim, durumu anlattım. O da bana “Unuttum söylemeyi sen yarınki maçta oynuyorsun.”
dedi. Derin bir nefes almıştım. “Beni denemeyi bile istemeyen antrenör yarınki
maçta beni niye oynatsın?” dedim. Sonra hoca beni çok beğenmiş hatta “Saffet
varken niye yabancı oyuncu aldınız? O hakkımızı başka yerde kullanırdık.”
demiş. Tabii duyunca bu bende şevk uyandırdı, özgüvenim arttı, takımımda herkes
beni daha yeni tanımaya başlamıştı. Kadroda Rüştü - Murat - İlker - Uche - Högh
- Oğuz - Erol - H.İbrahim - Tayfun - Tarık - Bülent - Boliç - Kemalettin -
Feyyaz - Aykut - Aygün - A.Nail - Emre - Serkan - Atkinson - Saffet - Engin -
Ahmet vardı. Oyuncuların size yakınlaşması sizin oyun gücünüzle anlaşılıyordu
size daha yakın farklı davranıyorlardı. Ben hocanın görmesi gereken her şeyi en
iyi olarak yaptım ve yaptığıma inanıyorum. Lig maçları başladı ama ben 16
kadrosunun içinde yer alamıyordum. Fakat benim açımdan bir problem yoktu,
sıramı bekliyordum idmanlarımın hiçbirini yarım yapmıyordum, hem futbolcuların
hemen hepsi elit oyunculardı ve benim de o formayı yakalayabilmem için daha çok
çalışmam gerekiyordu. Ve o şans geldi bir Galatasaray maçıydı, o döneme denk
geldi bir derbi maçına… O sene Hakan Şükür gol şampiyonu olmuştu, çok iyi bir
oyuncu karşısında iyi bir oyun sergilediğimi düşünüyorum. Bu maçtan sonra
hocanın bakış açısı değişti. Bana daha farklı bakmaya başladı. Beni oynatmaya
başladı, ben stoperdeki yerimi aldım. Bu seferde Högh’ü kullanamıyordu. Högh
için oyunda bayağı yer değişiklikleri yaptı. Hem taraftar hem yönetim
baskısında dolayı hoca direneceği yere kadar direndi, Högh de Uche de iyi
oyunculardı. Ben zaten takımın genelinde daima hep iyi şeyler söylerdim ve
söylemişimdir. Çünkü iyi insanlardı ve iyi futbolcuydular. Ama onların bizim
için aynı şeyleri söyleyeceklerine inanmıyorum. Bunu net olarak söyleyebilirim.
Yabancıların bize bakış açıları çok farklıydı. Ben iyi olanın arkasında dururum
ama burada verilen ödünler neticesinde çok serbesttirler daha özgürler. - Örnek verirseniz… Mesela Fenerbahçe Spor Kulübü’nde başıma gelmedi ama bizim
paramız 2-3 ay geç verildiğinde ses çıkarmayız belki biz kulübün içinde
bulunduğu parasal sıkıntıyı biliriz ama yabancılar öyle değildirler. Maç günü
mesela pazar günü maça gideceğiz, parası gelmeden otobüse binmezler. Bir
şekilde paraları tedarik edilir bulup, teslim eder getirirler öyle maça
giderler, ama bize gelince para verilmediğinde aynı şekilde davrandığımızda
“Pekâlâ, sen maça gelme, kalabilirsin yerine başkasını buluruz.” derler.
Birilerine bu tavizleri yaptığınızda takım içinde huzursuzluk baş gösterir,
kendi aralarında sıkıntı meydana gelir. - Toplam ne kadar
zaman Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oynadınız? 1995’de başladım. 2000 yılında resmi bir şekilde ayrıldım.
1998 senesinde 3 ay kadro dışı bırakıldım. O üç ay zarfında kiralık olarak
Ankaragücü Kulübü’ne gittim. 1999 yılında Rıdvan Dilmen Hoca geldi, tekrar geri
çağrıldım. Zdeněk Zeman Hoca geldi. Sonra Turhan Sofuoğlu Hoca geldi, o sezon
kötüydü. Bizi kiralık olarak Diyarbakırspor’a verdiler. Dönüşümde de Aykut
Kocaman, İstanbulspor’da antrenördü, bonservis bedelimi yatırarak beni oraya
aldılar. -Yeri gelmişken, hocamız ile ilgili görüşlerinizi de bizimle
paylaşır mısınız? Aykut Kocaman hep düzgün insandır, hem de iyi bir
antrenördür. Benim çalıştığım dönem içerisinde bana çok yararları olmuştur. Hem
vizyon bakımından hem de yaşantı biçiminde bende çok artıları vardır. Futbolu
iyi bilir, çok iyi etüt eder. Ama elinizdeki kadroya göre oynarsınız.
Antrenörlüğü tartışılmaz, ben çok beğeniyorum. - Aslına bakarsanız Fenerbahçe’de belki de daha uzun yıllar
oynayabilirdiniz… Evet bazı şanssızlıklarım oldu. Hakkımda özellikle dönemin
gazetecileri tarafından yanlış değerlendirmeler yapıldı. Yerden yere
vurulduğumu bilirim. Yinede problem etmedim. Zaten çalıştığım bütün hocalar
bana ya “doğru adamsın” ya da “adam gibi adamsın” demiştir. Bu gurur bana
yeter! - Futbolu bıraktıktan sonra neler yaptınız? 2005’de futbolu bıraktım. 30-32 yaş futbolda en iyi
zamandır. Antrenörlük kariyerim başladı, tecrübeme göre İstanbulspor’da
yardımcı antrenör oldum. Naci Hoca ile çalıştım, bir sene orada kaldım. 6 ay
kadar da Malatyaspor’da yardımcı antrenör oldum. 2009’da TFF’ye girdim. Halen de
çalışmaktayım. Burada İstanbul bölge teknik sorumlusuyum. Bütün iyi sporcuları
bulmaya çalışıyoruz. İstanbul amatör takımların hemen hemen hepsini geziyorum. -Türk futbolunun daha fazla gelişebilmesi için yapılması
gerekenleri aktarır mısınız? Türkiye’de bir takım şeylerin muhakkak değişmesi lazım. Yetkili
insanların el atmasında da yarar var. Altyapı antrenörlerinin çoğunun değişmesi
gerekir. Kendilerini geliştirmesi gerekir. Sorumlu kimdir bilemiyorum. Siz
çocuklara ne verirseniz, onu alırsınız. Beslenme diyoruz, dinlenme diyoruz. Ne
yazık ki bütün büyük takımlar dâhil bunun hiçbiri hemen hemen yok gibi. Her şey
oradaki yetkili kişinin bakış açısına bağlı. Maddi problemler de cabası tabii
ki… - Tesislerimize sık sık gelebiliyor musunuz? Lefter Küçükandonyadis Tesisleri’ne geliyorum en çok.
İnanılmaz derecede güzel tesisler yapılmış. Her Fenerbahçelinin bu tesisleri
mutlaka görmesi gerekir. Aziz Başkan kulübü çok büyük yerlere getirdi.
Çizgisini her zaman yukarı çıkıyor ne yapılıyorsa doğrusu yapılıyor,
destekliyorum. Topuk Yaylası’na hayran kaldım. Ben diyorum 30, siz deyin 20
sene… Başka hiçbir kulüp bu tesislere yetişemez. Kim ne söylerse söylesin,
çizgisi her an yukarı çıkan bir kulüp… Doğru yoldalar, sonuna kadar da arkalarındayım.
- Taraftarlarımız için neler söyleyeceksiniz? Taraftarları yakından takip ediyoruz. Bazılarını tenzih
ederek söylüyorum çok çabuk dolduruşa geldiklerini izliyorum. Basının
yazdıklarından hemen etkileniyorlar. “Bu sporcu iyi, bu sporcu kötü” diye hemen
karar veriyorlar. Fenerbahçelilik asla bu değildir. Burada herkese saygı
göstereceksin. Ben şunu tutuyorum, ben bunu tutuyorum değil, ben
Fenerbahçeliyim diyeceksin. Olaya böyle bakmak zorundayım diyeceksin. Burada
oynayan herkese saygı göstereceksin. Bir oyuncu sizin hayalinizdeki gibi
oynamayabilir ama sizin hayalinizdeki gibi gelişmiyor olaylar. Onu oynatan
hocası, hocasına saygı göstereceksin, hocayı getiren yönetim, yönetime saygı
göstereceksin, yönetimi getiren kim? Taraftar. O zaman kendi-kendine saygı
göstereceksin. Sabredeceksin. Bir oyuncu Fenerbahçe’de oynuyorsa kaliteli
olduğu için ordadır. - Son olarak Dergimiz hakkındaki düşüncelerinizi alabilir
miyim? Fenerbahçe Dergisi her ay düzenli olarak geliyor. Derginin
çok iyi bir okuyucusuyum. Dergi sayesinde her bilgiye ulaşıyorum. Röportajlar
da süper. Faruk Başkanımın da yazıları, röportajlar çok hoşuma gidiyor. KUTU OLACAK BAŞLIK: Taraftarlar Saffet Akbaş için neler dediler? ·
Fenerbahçe’de kadroya Tayfun Korkut’un
sakatlanmasıyla sürekli olarak girebilmiş oyuncu. “Ne alakası var Tayfun orta
sahanın solunda, Saffet ise stoperde oynuyor” diyebilirsiniz. 1996-97 sezonunda
Lazaroni yönetimindeki Fenerbahçe’de Tayfun Korkut, bir Beşiktaş maçı öncesi
ısınma hareketleri yaparken ciddi şekilde sakatlanır. Tayfun’un ilk yarıyı
kapatmasının anlaşılmasından sonra Lazaroni, alternatifler aramaya başlar.
Mustafa Doğan, Tuncay Akgün, Bülent Uygun, Tarık Daşgün gibi oyuncular, bu
bölgede denenmesine karşın bir türlü istenen randıman alınamaz. Bunun üzerine
Lazaroni, defansa gözünü diker. Bir Trabzonspor maçından başlayarak Högh’ü
tandemden çekip orta sahanın soluna kaydırırken, Saffet’i de Uche’nin yanına
monte eder. Parreira döneminde özellikle Uche’nin milli maçlar için ülkesine
gittiği zamanlarda tandemde oynamaya alışmış Saffet de sezonun ikinci yarısının
ortalarına kadar bu bölgede başarıyla görev yapmıştır. Fenerbahçe,
deplasmandaki Manchester maçından itibaren Şampiyonlar Ligi’nde de bu düzenle
oynamış ve Saffet, tüm bu zor maçlar boyunca hiçbir zaman “şimdi orda Högh
olsaydı” dedirtmemiştir. ·
Parreira’nın prensi olup 95 -96 sezonunda
Fenerbahçe ile şampiyonluk yaşadı. Futbol dünyasında “K. Saffet” olarak meşhur
oldu. Högh’ün olmadığı maçlarda forma giyip iyi maçlar çıkardı. İtalya’da
alınan Parma yenilgisinden sonra takımdan uzaklaştı. Libero olmasına rağmen bir
maçta 10 numaralı formayı da ıslatmışlığı da vardır. ·
Adı geçince aklıma sadece Parma kelimesi
geliyor. ·
Çubukluya âşık bir Fenerbahçe sevdalısı.
Fenerbahçe’nin efsanevi 1996 şampiyonluğunda vardı, çoğu maçta oynadı,
Manchester galibiyetinde, Trabzon deplasmanındaki galibiyette ilk 11’deydi. ·
Şu anda da her yerde Fenerbahçe’yi savunması bu
yüzden. Şükrü Saracoğlu’nda izliyor çoğu
maçı ve bir taraftardan ötesi… ·
Twitteri takip edilesilerden: https://twitter.com/#!/Saffet_akbas) ·
Aykut Kocaman’ın İstanbulspor’dan istifası
üzerine basın toplantısında ağlamış içi dışı bir futbolcu. ·
Günümüz Türk futbolunun belki de en şahsiyetli,
en delikanlı futbolcusu… |