|
Nedim Doğan: “Sevdiğim takımda top oynamak
kadar dünya güzeli bir şey var mı?” 12 yılda, 416 maç ve 101 gol… Fenerbahçe’nin
100’ün üstünde gol atan 20 futbolcusunun arasına giriyor Büyük Kaptan Nedim
Doğan. Özellikle de penaltı vuruşlarıyla… Ayrıca eski Başkanımız Faruk Ilgaz’ın
da göz bebeği… Her futbolcusunu sevdiği gibi Nedim Doğan’ı da ayrı bir seviyor
eski başkanımız. Tabii mertliğinin, düzgün kişiliğinin, mütevazılığının bunda
payı çok büyük böyle söylüyor eski başkanımız. Başarılarına gelince… O,
Fenerbahçe’de 1963-64, 1964-65, 1967-68 ve 1969-70 Türkiye Ligi, 1964 Atatürk
Kupası, 1967-68 Türkiye Kupası, 1968 ve 1973 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 1973
Başbakanlık Kupası, 1969 Türkiye Spor Yazarları Derneği Kupası, 1966-67
Spor-Toto Kupası ,1967-68’de ilk uluslararası kupa olan Balkan Kupası’nı
kazanan takımda, 1963-64 sezonunda Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nda da yarı
finali kaçıran ve 1968-69’da da Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Manchester
City FC’yi eleyen kadrolarda da yerini aldı. O yüreği Fenerbahçe sevgisiyle
dolu eski sporcumuz, kıymetlimiz Sayın Nedim Doğan… Beni Fenerbahçe
takımında kaleci hariç her yerde oynattılar. En sonunda forvete karar verdiler.
Forvetin de her tarafında oynattılar. Dama taşı gibiydim. Hayatımdan çok
memnundum. Sevdiğim takımda top oynamak kadar dünya güzeli bir şey var mı? Futbolun bu kadar ilerleyeceğini, Kulübümüzün de lokomotif olması çok onur verici. Biz bugünleri hayal bile edemezdik. O zaman tahta tribünler vardı. Bir de açık tribün vardı. Antrenman yapardık. Özellikle kışın soyunduğumuz yer tahta tribünlerin altıydı. Bir de sobalı bir odamız vardı. Dışarısı kar, soğuk, fırtına. Bir de yağan yağmur tahtalardan içeri sızıyor, akıtıyordu aşağı. Büyüklerimiz sobalı odada keyif yapıyordu. Küçüktük şikâyet edemezdik, hemen giyinir, çıkar giderdik.
Mithatpaşa Stadı’nda orta tribün
Fenerbahçelilere ait, deniz tarafı Galatasaraylılara ait, Gazhane tarafı da
Beşiktaşlılara aitti. Hepsi bir arada seyrederlerdi. Bir taraf bağırdığında,
diğer taraf susardı. Çok güzel günler geçti. Maç kötü gittiği vakit, taraftar
maçı döndürüyordu. Taraftar coşkuyu veriyordu. Koşacak halin kalmasa bile
koşmaya çalışıyordunuz. -Fenerbahçeli oluşunuz ve aktif spor hayatınız nasıl
başladı? İstanbul’da doğdum. Doğduğum yer, Haliç kıyısına yakın Küçük Mustafa Paşa semtiydi. Okula da orada başladım. Ortaokulu da Sultan-i Sanat Mektebi’nde bitirdim. O günkü şartlarda aile olarak bütçemiz kısıtlıydı. Sanat okuluna gitmemizin sebebi de doğal olarak sanat öğrenip hayata atılıp sanatkâr olarak birinin yanında çalışmak ya da iş kurmaktı. Mahallede hep top oynardık. Kendi aramızda semtimizde maç yaparken Beşiktaşlılar bir tarafta, Galatasaraylılar bir tarafta. Ben de her zaman Fenerbahçeliydim. Fakat Allah’ın iyi kuluyum ki iyi top oynuyordum. Beni görmüşler, gören de o zamanlar şimdi altyapı diyorlar ya oyuncu arıyorlardı. Böyle de bir ağabeyimiz vardı: Ali Mortaç diye… Çok meşhurdu genç futbolcuları bulup çıkartmakta… O görmüş. Ben de o zamanlar amatör kümede mücadele eden bizim semtimizin takımında top oynuyordum, beni hemen transfer ettiler. Böylece ben de Cibalispor’dan İstanbulspor’a geçtim. Yaşımı tahmin edin! Daha ortaokula gidiyordum.16 yaşındaydım. Beni İstanbulspor’a alır almaz hemen A takımında oynatmaya başladılar. Bilmiyorum herhalde iyi top oynuyordum ki tuttuğum ve sevdiğim takımım Fenerbahçe bana göz koymuş. Beni hemen transfer etmek istediler. Bu arada başka takımlar da istiyordu. O zamanlar Başkan Faruk Ilgaz’dı. Başka takımlar daha fazlasını verdiği halde ben çok sevdiğim ve hayal ettiğim takımım Fenerbahçe’de oynamaya karar verdim. 1960-61 senesiydi. Ben de Fenerbahçeli oldum. Bu arada kulübüm benden huylanıyordu. Hem çocuğum hem de çok isteyen olduğu için amatör lisansı ile oynuyordum. Her an transfer yapma imkânım vardı. Beni başka takımların kandıracağını düşünüyorlardı. Beni Kadıköy Dereağzı’nda bir otele sakladılar. Sanırım Balin Otel’di. Beni orada bir ay tuttular. Taa transfer ayı bitene kadar. Ama çok güzel yaşattılar. Gerçek futbol hayatım Fenerbahçe’de başladı, Fenerbahçe’de bitti.
-Takım arkadaşlarınız kimlerdi? Takım arkadaşlarım mı? Hepsi benden büyük, hepsi birer efsaneydi. Bir babayla aynı yerde yaşamak gibiydi. Onların yanına giremezdik zaten, on yaş büyük olanlar vardı. Lefter Ağabeyler, Can Ağabeyler… Ben onların evladıydım. Çok ciddi insanlardı. Şaşırıp kalırsın. Özcan Arkoç, rahmetli Nedim Ağabey, Basri Ağabey, Avni Ağabey vardı. En çok elimden tutan bana yol gösteren Avni Ağabey oldu. Daha da sayayım mı? Niyazi Ağabey, Feridun Ağabey, Mikro Mustafa vardı, daha kimi sayayım. Onlarla beraber top oynadım.
-Hangi mevkide oynadınız? Beni Fenerbahçe takımında kaleci hariç her yerde oynattılar.
En sonunda forvete karar verdiler. Forvetin de her tarafında oynattılar. Dama
taşı gibiydim. Hayatımdan çok memnundum. Sevdiğim takımda top oynamak kadar
dünya güzeli bir şey var mı? Sevdiğiniz işi yapıyorsunuz. Şikâyet etme
imkânınız var mı? Hiç ayrılmadım. Transfer zamanı gelen aykırı rakamlara hiç
kafayı takmadım. O kadar güzel bir ortamımız vardı ki… Kaptanlık da yaptım.
Şimdi de o yılları anlatabileceğim röportajımı yapıyorum. Daha ne isterim, iyi
ki Fenerbahçeliyim. -Jübilenizde hangi takımla maç yaptınız? En son Beşiktaş maçıyla jübile yaptım. Beşiktaş Başkanı da beni çok severdi. O jübileyle 1973’de bıraktım. Herkese jübile yapılmazdı. Çok memnun ayrıldım.
-Sonra futbolla hiç ilginiz olmadı mı? Futboldan tamamen uzaklaştım. Ben futbolu para kazanmak için
oynadım. Aile olarak maddiyatımız kötüydü. Profesyonel olarak oynadım. En
iyisini yapmaya çalıştım. Biz üç erkek kardeştik. Ben top oynarken onlara iş
kurdum. Sonra teneke fabrikası kurdum. İlaç firmalarının % 90 kutularını ben
yapıyordum. 15-20 senedir, o işimi de bıraktım. İki evladım var. Bir kız, bir
oğlan. Oğlum iş hayatına atıldı. Kızım Fransız mektebini bitirdi. Sonra Koç
Üniversitesi’ni bitirdi. 1940 doğumluyum. Eşim de Türkiye güzeliydi. O vefat
ettiğinden beri de yalnız yaşıyorum. -Renkli bir kariyer olan futbol hayatınızı bıraktıktan sonra
sporla birebir ilginiz oldu mu? Siz futbolu bıraksanız bile vücut spor yapmayı istiyor. Ben de arkadaşlarımla halı saha maçları yapardım. Fakat bir özelliğimiz vardı; aramıza kimseyi sokmazdık. Çok da iddialı maçlar oluyordu. Zamanla tabii sporu da bıraktım, şimdilerde bir diz operasyonu geçirdim.
-Geçmiş olsun… Futbol oynadığınız 60 ve 70’li yılları
kulübümüzün şu an sunduğu olanaklarla karşılaştırmanızı istesem neler
söyleyeceksiniz? Futbolun bu kadar ilerleyeceğini, Kulübümüzün de lokomotif
olması çok onur verici. Biz bugünleri hayal bile edemezdik. O zaman tahta
tribünler vardı. Bir de açık tribün vardı. Antrenman yapardık. Özellikle kışın
soyunduğumuz yer tahta tribünlerin altıydı. Bir de sobalı bir odamız vardı.
Dışarısı kar, soğuk, fırtına. Bir de yağan yağmur tahtalardan içeri sızıyor,
akıtıyordu aşağı. Büyüklerimiz sobalı odada keyif yapıyordu. Küçüktük şikâyet
edemezdik, hemen giyinir, çıkar giderdik. Şimdiki formalarla yüzde bir milyon
fark var. Düşünebiliyor musunuz antrenmanlarda düş, kalk, yağmuru ye 76 kiloluk
adam 80 kiloya dönüşüyordum. Fakat o zamanlar bile “zengin kulüp” derlerdi. -Kendinizle ilgili dokümanları topladınız mı? Formamı kaç kez giydiğimi bile bilmiyorum. Topu bıraktıktan sonra hiç alakadar olamadım. Oğlum benimle ilgili dokümanlar topladı ama hepsi onda duruyor.
-Taraftarlarımızla ilgili neler söyleyeceksiniz? Valla taraftarlar dünyanın en güzel taraftarlarıydı. Hepsi bir arada maç seyrederlerdi. Mesela Mithatpaşa Stadı’nda orta tribün Fenerbahçelilere ait, deniz tarafı Galatasaraylılara ait, Gazhane tarafı da Beşiktaşlılara aitti. Hepsi bir arada seyrederlerdi. Bir taraf bağırdığında, diğer taraf susardı. Çok güzel günler geçti. Maç kötü gittiği vakit, taraftar maçı döndürüyordu. Taraftar coşkuyu veriyordu. Koşacak halin kalmasa bile koşmaya çalışıyordunuz. Özellikle 67-68 sezonu çok güzeldi. O yıl tüm kupaları almıştık. Ankara Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne davet edildik. İlk defa köşkü gördüm. Topçu olmasaydım, ne köşkü ne Avrupa’yı nerde görecektim.
-Biraz da derbi maçlar öncesi yaşadığınız duygularınızı bizimle
paylaşır mısınız? Fenerbahçe derbi maçları öncesi gece uyuma imkânı yoktu.
Öyle oluyordu ki aslında bu ligdeki durumunuza bağlıydı. Zor durumdaysanız yani
ligde sayı olarak birinci sırada değilseniz uyuma imkânı hiç olmuyordu. Bir de
maddi boyutuna bakarsanız bu zamanki gibi paralar yoktu. Galip gelirsen prim
alırsın. Başlardık hayaller kurmaya… Kazanmak için oynuyorduk. Maça çıkan
herkes kendi görevinin dışında da işler yapıyordu. Kim daha başarılıysa o gün
onun günüydü. Takıma maç kazandırmış. O güzel hareketleri yapıyor. Bütün herkes
onunla oynamaya çalışırdı. Aile gibi oynardık. Paylaşım vardı. Sonraları yavaş
yavaş ağabeylerimiz futbolu bıraktı. Takıma yeniler gelmeye başladı. Şenol,
Birol, Ziya Şengüller… Hatta o dönem bana da başka takımlardan geldiler, çok
para da verdiler, Beşiktaş’a götürmek istediler ama gitmedim çünkü ben
Fenerbahçe’yi çok seviyorum. Futbolu da istediğim gibi Fenerbahçe’de bıraktım. -Anılar, anılar, anılar… Tüm eski oyuncularımızın da
bizlerle paylaştığı gibi sizin de bizlerle paylaşacak anılarınız olmalı… Futbolcuların hepsi şeytandır. Leb demeden leblebiyi anlarlar. Bizim anılarımızın da çoğu fırlamalıklarla geçti. Allah herkese nasip etsin. Eskiden bir ailenin çocuğu topçu olmak istese her aile frene basardı, olmasın okusun diye. % 90 fakir ailenin çocuğu top oynamak istiyordu. O çocuk 7-8 yaşında top oynuyor, nerde oynuyor sokakta, toprakta… Aile ona senede bir çift ayakkabı alıyor. O toprakta oynadığında altı açılıyor ikinciyi alma imkânı çok zor. “Olmasın” diyor okusun işte… Benim ailem de top oynamamı istemiyordu. Babamın da futbolla hiç ilgisi olmamıştı. Ben top oynarken babam beş vakit namazındaydı, top sevmezdi. Fakat ben Fenerbahçe takımına geçince arkadaşları hep beni babama dolduruyorlarmış, “Senin oğlun çok iyi bir oyuncu oldu.” diye anlatırlarmış meğer ben top oynarken onun maçlara geldiğini bilmiyordum. “Camiye gidecek, topu sevmez, gelmez.” diyordum. Bizim semtteki babamın arkadaşları babamı gaza getiriyorlar, stada maçı seyretmeye götürüyorlarmış. Devamlı bir iki üç beş böyle devam ediyorlarmış. Bir gün maçta çok kötü oynadık galiba en kötü oynayan da benim, orada bunların seyrettiği açık tribünden bir seyirci bana büyük küfürler ediyormuş. Benim babaya çok dokunmuş, babam o yaşta kalk yerinden iki, üç sıra atla, git yumruk atmaya başla. Bundan yine benim haberim yok maçtan geldim semtte oturduk, arkadaşlar başladı bana anlatmaya.
Ben tabii çıldırdım. “Gelmez” diyorum, şaşırıyorum. Eve
geldim oturdum, o zamanlar babaya bir laf söylemek, ses çıkarmak mümkün değildi.
“Sana bir şey soracağım baba?” dedim. “Sen maçlara geliyor musun?” diye sordum.
Sesini çıkartmayınca “Tamam, anlaşıldı.” dedim, sonra “Tek bir şey
söyleyeceğim, sen benim babam değil misin, sana yakışıyor mu açık tribüne gelip
maç seyretmek taşların üstünde, kafana yağmur geliyor.” Rahmetli babam ses
çıkartmadı. “Tek bir şey söylüyorum, sezon sonuna kadar sana kulüpten numaralı
tribün kartı alacağım, geleceksin ve seyredeceksin, ondan sonra da seni hacca
göndereceğim, o farzı da yaptıktan sonra maç olayında bitecek.” dedim. Sonra
aynen öyle oldu, Allah rahmet eylesin. -Maçlara çıkarken uğurlarınız var mıydı? En büyük uğurum babamın bana yaptırdığı muskaydı. Her maça
çıkarken çorabımın içine onu koyardım. -Şimdi nasıl bir maç izleyicisi veya seyircisisiniz? Şimdi seyrederken hiç kızmıyorum, çok sakin izliyorum. -Dergimiz hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Dergimizden çok memnunum, özellikle biz eski oyunculara da
yer vermeniz bizleri çok mutlu ediyor. Eski oyuncu arkadaşlarımı dergide görmek
çok güzel… -Okuyucularımız için son sözünüzü alabilir miyim? Taraftarlarımızın takımlarını en iyi şekilde desteklemelerini istiyorum. Taraftar bir takımın şampiyonluk yaşamasındaki en itici güçtür. Bayanlarımızın desteğinden de çok memnunum.
|