Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi Röportajlarım
  • Ayten Salih Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi Kasım 2011 - 07/02/2012
  •  

     

     

     

    Ayten Salih: “ Biz sadece voleybol oynamaya gelmedik Fenerbahçe’ye!”


      “Biz sadece voleybol oynamaya gelmedik Fenerbahçe’ye! Atletizm, yüzme, kürek, basketbol ne varsa hepsinde varız.” demişti Fırtına Kızlar’ın kaptanı Dr. Ayten Salih Berkalp… İnanılır gibi değildi tabii bu kadar güven, bu kadar inanç… Lakin boşa da çıkmamış bu sözler! O her şeyde vardı. Kıbrıs’tan İstanbul’a; İstanbul’dan tekrar Kıbrıs’a uzanan şampiyonluk ve kahramanlık dolu bir yol… Onu spor sahalarında gördüğümüz kadar Kıbrıs mücadelesinde de, savaşlarda da gördük. O aynı zamanda dünyada bir ilk:  Ayten Salih, futbol kulübü başkanlığı unvanına da sahip. Dr. Ayten Salih hem başarılı bir Fenerbahçeli sporcu hem de yurtseverlik meziyetlerini üzerinde toplamış, kulübümüze de şeref katmıştır.  Şimdi Girne’deki evinde yaşıyor ama kalbi hala Fenerbahçe için çarparak…

     
      Teşvik Turnuvası’nda bütün maçları kazanarak galip olduk. Bunu gören Kulübümüz Bulgaristan’dan antrenör getirdi. Sonra Darüşafaka’dan Alaattin Hoca geldi sonra bu şekilde 1960 yılına kadar şampiyon olduk.


      Onlara “Yarın Türkiye Şampiyonluğu maçına çıkıyoruz. Başımızda bir yönetici Sedat Bayur ve antrenörümüz var. Kimsesiz çocuk yurdunda kalıyor ve kendimizi kimsesiz hissediyoruz. Eğer maçımıza birkaç yönetici gelmeyi lütfederse çok mutlu olup, kendimiz yalnız hissetmeyeceğiz.” cümlelerini yazdığım bir telgraftı. Maç günü uzaktan yöneticilerimizi getiren 3 tane Mercedes gördüm, şimdi bile anlatırken heyecanlanıyorum. Hepimiz ağlıyorduk. Şu an yine ağlıyorum ve o heyecanı yaşıyorum.


      Fenerbahçe taraftarı gibi bir taraftar kitlesini dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız. Kıbrıs’ta çok Fenerbahçeli vardır. Bu kötü günlerin altından kalkacağımıza inancım sonsuz…


     
    -Sevgili Ayten Salih, Fenerbahçe camiası olarak kalbimizde çok büyük bir yeriniz var. Birbirimize en çok destek olmamız gereken bir dönemde yine yanımızda oldunuz. Siz eski oyunculuğunuzun ve kahramanlıklarınızın yanı sıra aynı zamanda Kıbrıs’taki sesimiz oldunuz. Özellikle yeni nesil Fenerbahçelilerimizin sizi yakından tanımasını çok istedik. Kısa bir özgeçmişinizi bir kutu olarak yazdık.

    Önce bu Fenerbahçe sevginiz nasıl var oldu?


    Çamlıca Kız Lisesi’nde okudum. 1951 yılında lise birdeydim. İki erkek kardeşim vardı. Onları da ailem Haydarpaşa Erkek Lisesi’ne göndermişti. İki kardeşim de Fenerbahçeliydi. Özellikle bir tanesi tam bir tutkundu. Her gün futbol oynar. Maçlara gider Lefter ne söylemiş, Mehmet Ali ne söylemiş gelir duyduklarını anlatırdı. Zaten Anadolu yakasında olup da Fenerbahçe’yi tutmamak mümkün değil, değil mi? Lisede spor yapıyorduk. Spora önem verilen bir dönemdi, “Üniversitede spor yapacak mıyız?” diye çok düşündük, eksiklik hissettik. Fenerbahçe kız takımı diye bir şey yoktu, “Acaba tekrar açılabilir mi, bir ilki başlatabilir miyiz?” diye düşündük. Bir gece maçı sonrası Fenerbahçe Spor Kulübü’ne yanaştık. “Kız basket takımında olursak voleybol da arkasından gelir” dedik. Ne yol parası, ne şort, ne eşofman hiçbir şey istemedik. Antrenör zaman problemi yüzünden biraz sorun çıkardı. Fakat Fenerbahçe kongre üyelerinden Altan Dinçer, “Ben yardım edebilirim, sizi çalıştırabilirim, hemen konuşalım.” dedi. Kararlaştırdık. 1 Eylül 1954’de halk eğitimde buluşmak üzere sözleştik. İnci Önen ve ben öncülük ettik. Yine Çapa Kardeşler vardı. Onların babaları Selim Çapa da hem Fenerbahçe’de üye hem de Reşat Dermanver’den sonraki doktordu. O da “İki kızım da aranıza katılabilir” dedi. Genelde Çamlıca Kız Lisesi’nden topladık. Çünkü son 4 yıl hep şampiyonduk. Erenköy Kız Lisesi’nden de Seta’yı aldık. O sene Kıbrıs’a tatile geldiğimde 1 Eylül’de döneceğimi öğrenen babam “Üniversite 1 Ekim’de açılmayacak mı niye erken gidiyorsun?” diye sordu. Ben de Fenerbahçe Spor Kulübü’ne başlayacağımı söyledim. 1 Eylül’de kızlar babalarıyla geldi. İlk basketbol antrenmanını yaptık. Lisans falan çıkarılacaktı. Yönetime gittik. Ertesi gün bir baktık gazetede bir ilan “Galatasaray Kız Voleybol Takımını Kurdu” ve ardından Voleybol Teşvik Turnuvası ilan edildi. İnci geldi, Ayla geldi ilk basket antrenmanını yapmıştık. Hemen Çamlıca Kız Lisesi’nden voleybolcuları alıp, biz de hazırlandık. Hatta Kulübümüz jest yapıp Çamlıca’nın müdüre hanımına kupa hediye etti. Apar topar çalışmaya başladık. Antrenörümüz bize “Niye yalan söyleyeyim, siz daha iyi biliyorsunuz” dedi. İlk maç mağlup olduk, sonra Teşvik Turnuvası’nda bütün maçları kazanarak galip olduk. Bunu gören Kulübümüz Bulgaristan’dan antrenör getirdi. Sonra Darüşafaka’dan Alaattin Hoca geldi sonra bu şekilde 1960 yılına kadar şampiyon olduk.


    -Sayın Cem Atabeyoğlu sizin takım için yazılarında “Fırtına Kızlar” derdi…


    Evet, kendisini çok severdim.  Ben de basketbol ve voleybolla ilgili o zamanlardaki Fenerbahçe mecmuasına yazıyordum. Sonra yine Ankara’da şampiyonluğumuz oldu. 1960’da lig şampiyonluğunu kaybetmiştik. Türkiye şampiyonluğunu kazanmak için hazırlandık. Bu arada Beşiktaş PTT ve Kadıköy Spor, Voleybol Kız Takımlarını kurmuştu. Rakipler çoğalmaya başladı. Bu arada 27 Mayıs ihtilalı öncesi, 27 Nisan hadiseleri başladı. İhtilal dönemi Türkiye şampiyonluğu için izin çıkmadı, çok üzüldüm. En son yönetim maçın Ankara olması yerine İzmit olmasına karar verdi. Bu arada Galatasaray da iyi hazırlanmıştı. İzmit’te Seka Tesisleri’nde kaldılar. Bizim takıma orda yer kalmadı. O devirde kızlar olarak da otelde kalmak istemedik. Kızlarla birlikte hep birlikte valiye gittik. Bizim için kimsesizler yurdunu buldular. Aramızda burada da “Kimsesiz kaldık” dedik. Bizi orda 5-10 tane Fenerbahçeli çocuk destekledi. Maça onlar da gelmişti. Turnuvada PTT ile maç yapıyorduk. Çok zayıf bir takım olmalarına rağmen bir set verdik ve çok bozulduk. Galatasaray da maçı kazanmıştı. Final maçından bir gün önce Fenerbahçe Spor Kulübü’ne telgraf çekerek bizi burada kimsesiz bırakmamalarını, gelip desteklemelerini rica ettim. Onlara “Yarın Türkiye Şampiyonluğu maçına çıkıyoruz. Başımızda bir yönetici Sedat Bayur ve antrenörümüz var. Kimsesiz çocuk yurdunda kalıyor ve kendimizi kimsesiz hissediyoruz. Eğer maçımıza birkaç yönetici gelmeyi lütfederse çok mutlu olup, kendimiz yalnız hissetmeyeceğiz.” cümlelerini yazdığım bir telgraftı. Kimseye de söylemedim. Söylesem ve kimse de gelmezse herkesin morali bozulacaktı. Son dakikaya kadar yurttan çıkmadık, bir arkası açık araba geldi. Giydik formalarımızı bindik, gidiyoruz. Uzaktan yöneticilerimizi getiren 3 tane Mercedes gördüm, şimdi bile anlatırken heyecanlanıyorum. Seta, formasını çıkardı ve başladı “Ya ya ya şa şa şa! Fenerbahçe çok yaşa” diye… Hepimiz ağlıyorduk. Şu an yine ağlıyorum ve o heyecanı yaşıyorum.  Alaattin Hocam bana “Koş, ısın” diyordu. Ben de “Hocam yorgunum, antrenmansızım. Eğer ısınırsam maçta yorulacağım” diyordum. Kondisyon da yok. Sonra fırtına gibi girdik. Ben yoruldum, ayaklarım titriyor. Ben “Dinleneyim” diyorum. Hoca “Hayır seti verdik” diyor. 2-2 olduk. Ve sonunda biz kazandık.
    -Bu arada basketbol nasıl gidiyordu? Bir de kürek ve atletizm var…
    Basketbol çok iyi gitmedi. 1958’de bir futbol maçına gitmiştik.  “Aaa şampiyon kızlar geldi.” diye bizi karşıladılar. Sonra o gün orda düşündük “Yazın boş mu oturacağız? Deniz sporu yapalım” dedik ve İstinye’ye gittik. Küreğe başladık. O yıl “Yılın sporcusu” seçildim.  4 dalda spor yapıyordum. Eylül ayında da atletizm yapmıştım. Hatta Muzaffer Selvi şampiyonluğumu kutlamak için şampanya göndermişti.


    -Bir de yurt dışı şampiyonluklarınız vardı…


    Almanya’da maçımız vardı. Trenle gittik. Orada evlerde misafir kaldık. Üç maçı da kazandık. Demir perde ülkeleriyle maçlar yaptık, “Pas yoksa gol yok. Pas verin Ayten’e” derlerdi. Milli takıma çağrıldığım da öğrendim ki; din İslam, milliyet Türk, uyruk İngiliz olunca milli takım yerine İstanbul Karması ve formada ay olmayan Türkiye karmasına çıkılıyormuş. Maçı kazandığımızda da Anıt Kabir’e gittik. Almanya’da kalmam için teklifte bulunmuşlardı. Çeşitli olanaklar sağladılar. Üniversiteyi de orda bitirmemi istediler. Fakat doktorluk için orada biraz daha fazla okumam gerektiğinden zaman kaybı diye düşündüm. Sonra Tahran’a gittik. Orada da maçları kazandık. Üç yıl sonra Almanlar, Türkiye’ye geldiler fakat burada da bizi yenemediler. Son yıl devrettim. Antrenörlük kursuna gittim. Fenerbahçe de İstanbul’da kalıp Zeynep Kamil’de ihtisas yapmamı istedi. Fakat babam Kıbrıs’a dönmemi istiyordu. Döndükten sonra da babamı kaybettim.


    -Mesleğinize Kıbrıs’ta soğuk savaş döneminde başladınız. Bize biraz o yıllardan söz edebilir misiniz?


    1960 yılında Lefkoşe Genel Hastanesi’nde doktorluk görevimi yapıyordum. Daha uzman değildim. 1962’de Limasol’a tayin oldum. 1963 yılı Ocak ayında Lefkoşa’ya geldim. Anestezi asistanıydım. Ve çatışmaların başladığı 21 Aralık’ta Lefkoşa’daki hastanede Türk hemşire hastabakıcı ve hastalarla birlikte esir oldum. EOKA’cılar hastaneyi ele geçirmişti. Hatta başhekimin damadı Nikos Sampson da hastanedeydi. Başhemşire Türkan Aziz ile birlikte hastaları hastabakıcı ve hemşireleri korumak için büyük uğraş verdik. İnanılmaz günlerdi. Çok çabaladık. Bazılarını kurtardık ama maalesef tümünü kurtarmayı başaramadık. EOKA’cılar Lefkoşa Güney Hastanesi’nde Veli Hüseyin ile Menteş Zorba’yı da kurşuna dizdiler. Hastanede yatan 82 Türk hastadan onunun cesetleri de daha sonra teslim edildi. 20 kişi de kayıptır. Kanlarını çektiler diye yaygın bir söylem var. Ben gözümle görmediğim için bunu söyleyemem ama emin olduğum bir gerçek var ki oradaki hastalardan ölümcül olan yoktu, örneğin kana ihtiyacı olan bir genç ve yanında refakatçi olan 79 yaşındaki babasının cesetleri verildi. O insanlar ölümcül değildi. İhmalden veya zamanında müdahale edilmemesinden öldüler. Tahminim gence kan vermedikleri için yaşlı adamdan da kan aldıkları için öldü. Çünkü 60 yaş üstü insanlardan kan alınmaz. Ama Rumlarla iyi anılar da var o günlerden. Şefika hemşireye silah çektiler, elinden tutup ameliyathaneye çektim hemşireyi, EOKA’cılar arkamızdan silahla geldi. Şefika hamileydi, bu arada genç bir Rum doktor girdi içeri elinden tutup “Kal” dedim. Ve o genç Rum doktor benim için “ Doktor hanımı öldürmek için önce beni öldürmeniz gerek” dedi ve kurtulduk.


    -Devam edin lütfen…


    Lefkoşa’nın ardından bölge bölge çatışmalar başlamıştı. Ve arkadaşlarımızla birlikte gezici hekim olarak görev yaptık. Bu arada Ayvasil Şehitleri ve Erenköy’de şehit düşen pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in otopsilerinde bulunma şansızlığını da yaşadım.


    -1974 savaşı başladığında başhekim olarak görev başındaydınız, savaşta esir düşen Limasol yanında Larnaka’dan, Baf’a kadar esaret yaşayan Kıbrıs Türkü kahramanı oldunuz. Sadece hekim olarak değil sosyal görevleriniz de vardı…


    Kaçamayan erkeklerin hemen hemen tamamı esir kampında tutuluyordu. Onlarla irtibat bölgedeki TC vatandaşlarıyla ilişkiler, Türk bölgesine kaçırılmaları ve güneyde kalan 10 bini aşkın Türk sağlık sorunları, parçalanmış aileler, katliamlar, kaçışları organize etmek gibi bugün film gibi gelen birçok görevimiz vardı. Bölgedeki diğer hekimler ve hastane personeli milletvekilleriyle birlikte izin alarak düzenli olarak Limasol esir kampına gittik. Yaklaşık 2000 esiri muayene ve tedavi ediyorduk. Yiyecek servisi kuruluyor. Hastane merkez oluyordu,  ihtiyaçlılar buraya toplanmaya başlardı. İngiliz üslerine geçen milletvekili ve TMT’de görevli Ziya Rızkı burada Türklerin kaçışını, üstlere sığınan binlerce Türkün yaşamını organize ediyordu.


    -Kıbrıs’ta bir futbol kulübünün başkanlığını yaptınız, bu dünyada bir ilkti…


    Benim kardeşim orda futbol oynuyordu; eniştem de kulüp başkanıydı. Eniştem vefat edince ve kardeşim hastalanınca kulübün başına ben geçtim. Sarı lacivert renkleri seçmiştik.
    Fenerbahçe’den forma istemişti eniştemler, ben de kulüp ilk açıldığında bu isteği iletmiştim. Ve Fenerbahçe de vermişti. Fenerbahçe’yi de davet etmişlerdi. 1955 yılında Türkler ve Rumlar aynı lig maçlarında oynuyor, maç yapıyorlardı. Çetinkaya takımı vardı.
    Bizim kulüp olan Limasol takımı 2.kümedeydi önce renkleri kırmızı beyazdı. 1955 de EOKA’cılar Rumların Türklerle maç yapmasını yasakladılar. Rum ligi kurdular bizde Türk ligini kurduk, federasyon kuruldu. İste o zaman bana İstanbul’a mektup yazarak forma istediler. 1958’de de Fenerbahçe’yi Kıbrıs’a davet ettik. Takımımızın adı da Doğantürk Birliği oldu. Rum Ligi kapandığından 2. Ligde olan bütün takımlarımız Birinci Lige çıktı. 1970-1971 yılları arasında da ben de başkanlık yaptım. En azından ligden düşmedik idare ettim.


    -1974 Kıbrıs Çıkarması sonrası neler yaptınız?
    Temmuz 1974’ten Ağustos 1975’e kadar bir yıl güneydeki hastanede başhekim olmuştum. Sosyal Hizmetler, Çocuk Esirgeme Kurumu, Kızılay’ı kurduk. Kızılay Çıkarma olduğunda sabah bayram yaptık sonra diğer bölgelere çıkarma yapılmayacağını öğrenince zor günler yaşandı. Bir süre Güney Türkleri temsilciliği yaptım, kuzeye ilaç, yiyecek, para aldım. Silahlı adamlar vardı. 8 gün sonra sancaktarı unvanını aldım. Çok şey yaşadım. Ama konumuz şimdi spor olunca fazla anlatmak istemiyorum…


    -Dergimiz hakkındaki düşünceleriniz…
    Ben de bir zamanlar Fenerbahçe mecmuasında yazı yazdığımdan bu işlerin ne kadar zor bir o kadar de zevkli olduğunu biliyorum. Hepinize başarılar diliyorum.
    -Son sözünüz…
    Fenerbahçe taraftarı gibi bir taraftar kitlesini dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız. Kıbrıs’ta çok Fenerbahçeli vardır. Bu kötü günlerin altından kalkacağımıza inancım sonsuz…



    Ayten Salih Berkalp kimdir?
    Dr. Ayten Berkalp Salih, 1934 / Magosa doğumludur. İlkokulu Limasol’da, ortaokulu Lefkoşa Victoria Tali Kız Okulu’nda, liseyi İstanbul Çamlıca Kız Lisesi’nde, üniversiteyi ise İstanbul Tıp Fakültesi’nde 1960 yılında tamamladı. Gerek Çamlıca Kız Lisesi’nde gerekse üniversitede voleybol, basketbol ve atletizm takımlarında oyuncu ve kaptan olarak görev yaptı. Asıl başarısını Fenerbahçe ve Milli takımda gösterdi.
    Dr. Ayten Salih, Türkiye Milli Voleybol Takımı’nda yer alan ilk Kıbrıslı Türk sporcudur. Fenerbahçe Spor Kulübü’nde Voleybol Kız Takımı’nı yeniden 1954 yılında arkadaşlarıyla beraber kendisi kurmuş ve altı yıl boyunca voleybol, basketbol, atletizm ve kürek müsabakalarında kaptanlık yapmış ve hemen hemen tüm şampiyonlukları kazanmışlardır. 1958 yılından itibaren voleybolda milli karmaya seçilerek Çek, Macar, Romen ve Bulgarlara karşı kaptan olarak başarılı maçlar çıkarmış, Fenerbahçe takımı ile Almanya ve İran’da da başarılar kazanmıştır. 1958 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nin açtığı yarışmada ise yılın sporcusu seçilmiştir. 1960 yılında Kıbrıs’a dönerek Lefkoşe Genel Hastanesi’nde kayıt öncesi hizmetini tamamlayarak 1962 yılında Limasol’da pratisyen hekim olarak görevine başlar. 21 Aralık 1963 çarpışmaları esnasında Lefkoşe Genel Hastanesi’nde anestezi ihtisası yapmaktadır. Esaretten kurtulduktan sonra öncelikle Beş Parmak Dağları boğaz bölgesinde daha sonra da tüm çarpışma bölgelerinde mücahit doktor olarak hizmet yapmıştır. 1967-68 yıllarında Londra’da anestezi ihtisasını tamamlayarak 20 Temmuz 1975’de başlayarak bir yıl süreyle Güney Kıbrıs’ta başhekim olarak Sancaktar ve Güney Türklerinin temsilcisi olarak hizmet verir. Kuzeye geçince Eylül 1975’de Sağlık Müdür Muavinliği ve 1978’de müsteşar vekilliği yapar, özellikle 1980-81 yılları arasında Londra’da katıldığı sağlık idareciliği kursundan sonra IHF yani International Hastaneler Federasyonu üyeliğini kazanınca çeşitli ülkelerin sağlık sistemiyle ilgili hastaneleri ziyaret etme olanağını bulur.  
    1982’de ise Sağlık Müsteşarlığı’na atanır. 1991’de emekli olur.  1995- 2004 yıllarında ise Kamu Hizmet Komisyonu’nda görev yapar.




    Site Haritası
    Ziyaret Bilgileri
    Aktif Ziyaretçi8
    Bugün Toplam40
    Toplam Ziyaret218225
    Resimler
    Yazılarım
    8 Mart Kadınlar günü Organizasyonu