Haldun Dormen: “Fenerbahçe yıllardır ışık saçıyor”
Bugün
hayranlıkla seyrettiğiniz oyuncuların pek çoğu Sayın Haldun Dormen’in
öğrencileridir. Sanat dünyasındaki başarılarını hepimiz çok iyi
biliyoruz. Peki ya Fenerbahçeliliğini? Babadan oğla geçen bir yaşam
tarzı Fenerbahçe, Dormen Ailesi için… Oğlu da, torunu da şimdi ondan
daha fazla Fenerbahçeli. Bu Fenerbahçelilik nerdeyse 100 yıla dayanıyor.
Bize de dergimizin 100. sayısında Sayın Haldun Dormen’i ağırlamak
düşüyor.
Fenerbahçe yıllardır ışık saçıyor. Bu sezon saçtığı ışıkla Türkiye’nin dört bir yanını aydınlattı. Şimdiki hedefimiz önümüzdeki sezon Şampiyonlar Ligi’nde bir başarı sağlayarak aynı ışığı Avrupa’ya da yaymak olacak…
Robert Koleji’ne gitmeden ortaokulu Galatasaray Lisesi’nde okumuştum ve sınıftaki ender Fenerbahçelilerden biriydim. Okulda sadece 5-6 Fenerbahçeliydik. Geri kalan Galatasaraylıydı.
Bir sürü ödülüm var ancak en büyük ödül halkın sevgisi, halkın saygısı. Bir sürü şey kaybettim tiyatro için ama bunu hep söylüyorum bu ilgiyi ve bu sevgiyi hiçbir parayla satın alamazdım. Sinema ve tiyatroyu da sevdim ama daha fazlası halkımı çok sevdim.
-Sayın Haldun Dormen nasıl Fenerbahçeli oldu?
Babam futbol meraklısı bir Fenerbahçeliydi. İş adamıydı. Ford acentesi vardı. Kıbrıs’tan döndükten sonra çalışmalarına Mersin’de başlamış. Adını şimdi hatırlayamadığım bir futbol kulübü kurmuş. Önemli bir kulüptü. Ben de aileden Fenerbahçeli oldum. Fenerbahçeli bir babanın oğlu olmaktan mutluluk duydum.
-Siz Galatasaray Lisesi’nde okuyan Fenerbahçelilerdendiniz...
Robert Koleji’ne gitmeden ortaokulu Galatasaray Lisesi’nde okumuştum ve sınıftaki ender Fenerbahçelilerden biriydim. Okulda sadece 5-6 Fenerbahçeliydik. Geri kalan Galatasaraylıydı.
-Sizde Fenerbahçelilik babadan oğla geçiyor…
Evet, oğlum Ömer de özellikle babamdan dolayı koyu bir Fenerbahçeli oldu. Londra’da eğitimdeyken bile fırsat buldukça buraya gelip maçları seyredip tekrar geri dönüyordu. Eşi Ayşe Arman da, ailemiz de onun bu çılgın Fenerbahçeliliğini çok iyi anlıyoruz. Torunum Yasemin de Fenerbahçeli. Ben galiba ilginç bir Fenerbahçeliyim, oğlumun aksine maça hayatımda sadece bir kez gittim. Belki de yoğun tempom yüzünden hiç fırsat bulamadım. Maçları sadece televizyondan izliyorum.
-Yaşamınıza baktığımızda, Haldun Dormen olmak tabii ki kolay olmamış. Eğitim süreciniz başarılarla dolu. Amerika’da da bulundunuz. Bize biraz anlatır mısınız?
Çocukluğumu çok iyi ve rahat geçirdim. Oyuncu olmayı çok istedim. Ailemde sanatçı yoktu fakat ailece iyi filmlere, konserlere, tiyatrolara giderdik. Bende de bu tiyatro sevdası çocukluğumda başladı. Babam medeni bir insan olduğundan beni hiçbir zaman yolumdan çevirmedi. Bu konuda hep beni desteklemiştir. Ama bana tek şartı vardı eğer en iyisi olursam. Ben de sanırım yüzünü kara çıkartmadım.
Dört yıl Amerika’da yaşadım. 1950 yılında Amerika’daki Yale Üniversitesi’nin tiyatro bölümünü bitirdim. O yıllarda Amerika’da bile iki üniversitenin tiyatro bölümü vardı. İlk ciddi tiyatro bölümü, Yale Üniversitesi’ndeydi. Mastırımı da orada tamamlayınca Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’na girdim. 1954 yılında Cep Tiyatrosu’nu kurdum. Orada bir takım insanlar yetişmeye başladı. Erol Günaydın, Altan Erbulak, Nisa Serezli, Metin Serezli gibi. 1955 yılında askere gittim.
Sonra Cep Tiyatrosu’ndaki başarım nedeniyle bana Küçük Sahne’yi teklif ettiler, aynı kadroyla Küçük Sahne’ye geçtim. 1957 yılında da Dormen Tiyatrosu’nu açtım.
-Sinemayla da ilginiz oldu…
62’li yıllarda iki film yaptım. Ben sinemayı da çok sevmiştim hatta sinemacı olmak için okumuştum ama tiyatroya bağlandım. O dönemlerde sinemadan 7 ödül aldım. İkisi de yılın en iyi filmi oldu. Ama sinemada ilgisizlikten ve parasızlıktan zarar edip onu bırakıp tiyatrocu oldum. 8 sene süren “Kamera Arkası” diye de bir televizyon programım oldu sinemaya onunla yardımcı olmaya çalıştım. Çok da yararı oldu.
-Kültür Bakanlığı’ndan bir de “Devlet Sanatçısı” unvanı aldınız…
Kültür Bakanlığı’ndan bir de doktoram var. Bir sürü ödülüm var ancak en büyük ödül halkın sevgisi, halkın saygısı. Bir sürü şey kaybettim tiyatro için ama bunu hep söylüyorum bu ilgiyi ve bu sevgiyi hiçbir parayla satın alamazdım. Sinema ve tiyatroyu da sevdim ama daha fazlası halkımı çok sevdim.
-Sizi komedi türünde daha çok gördük… Özellikle “Dadı” dizi çok tutulan komedi türüne bir örnekti. Hala da televizyonda yayınlanmaya devam ediyor.
Komedi türündeki tiyatroyu daha çok seviyorum çünkü dünyaya gülerek bakmayı seviyorum. Kendimle alay etmeyi çok seviyorum. Son koyduğum oyun “Marikan’ın Altınları” hiç komedi türünde bir oyun değil. Çok ciddi bir oyun.
-Hocalık yapmayı seviyor musunuz?
Yönetmenlikten sonra en sevdiğim şey bildiklerimi paylaşmak, bu konuda insanları eğitmek.
-Şu an ne gibi çalışmalarınız var?
Osman Tan’la birlikte “Artiz Mektebi” başlıyor, onun elemeleri var. Kantocu oyununu sahneye koyacağım. Sokak Kızı Irma’nın Türkiye’de geçen versiyonu olacak yeni yılda. Afife Jale ödüllerinin hazırlıkları var, tiyatro okul kurma projemiz var. Her hafta gazete yazılarım var. Her zaman yoğun bir tempom var.
-Fenerbahçe Spor Kulübü ile ilgili bir sosyal sorumluluk projesinde yer almak ister misiniz?
Spor da sanat da iki kurtarıcıdır. İnsanları birleştirecek şey. Konferansları sıkıcı buluyorum ama istediğiniz zaman gelip soru - cevap söyleşisi yapabilir genç sporculara bu konuda merak ettiklerini paylaşabilirim.
-Fenerbahçe Dergisi’nin 100. sayısında okuyucuyla buluşmak nasıl bir duygu?
Bir Fenerbahçeli olarak derginin 100. sayısında yer almak benim için bir şereftir. Beni onurlandırdı. Fenerbahçeli bir ailenin çocuğu olarak gurur duydum.
-Tarifi imkânsız bir mutluluk yaşadık ve şampiyon olduk. Sizin duygularınız neler?
Fenerbahçe yıllardır ışık saçıyor. Bu sezon saçtığı ışıkla Türkiye’nin dört bir yanını aydınlattı. Şimdiki hedefimiz önümüzdeki sezon Şampiyonlar Ligi’nde bir başarı sağlayarak aynı ışığı Avrupa’ya da yaymak olacak… Futbolcularımızı başarılarından dolayı, taraftarımızı da her zaman gösterdikleri duyarlı davranışlarından dolayı kutluyorum.