Metin Serezli: “Hayatımdaki en büyük onur Fenerbahçe’de oynadığım 3 senedir”
Tiyatro ile ilgili bir okul konferansına davet edilen Metin Serezli’ye, okulun müdür yardımcısı şu soruyu sorar: “Size tiyatro dışında bir soru sormak istiyorum. Fenerbahçeli olmak nasıl bir duygu?” Metin Serezli şöyle cevaplar: “Sanırım siz de Fenerbahçelisiniz bundan hiç şüphem yok” der ve devam eder “Fenerbahçeli olmak dünyanın neresinde olursanız olun, ne konuşursanız konuşun kafanızdan çıkaramadığınız bir duygudur.” İşte Sayın Metin Serezli’nin Fenerbahçe sevgisini anlatmak için aslında başka söze gerek yok ama bakın bize daha neler neler anlatıyor… O’nun paralel yaşamında bir futbol yıldızı olduğunu düşünmemek elde değil.
Bir gün Fenerbahçe Spor Kulübü’nden genç yetenekleri futbol takımına kazandırmakla görevli iki kişi geldi. Bizi bir süre seyredip iki arkadaşıma ve bana “Fenerbahçe’de Genç Takım’da futbol oynar mısınız?” diye sordular. “Nasıl oynamayız?” dedik. Düşünebiliyor musunuz? Antrenörümüz Sabri Kiraz, kalecilerimizi de Cihat Arman çalıştırıyordu. Aslına bakarsanız Cihat Arman benim akrabamdı ama “Beni Fenerbahçe’ye al” demek aklımdan geçmemişti fakat keşfedilmiş olmak çok özeldi. Üç yılım Fenerbahçe genç takımda geçti.
Tiyatro festivali için hocamız Avni Dilligil’e söz vermiştim. Almanya’ya gitmemiz gerekiyordu. Szekelly’nin kapısını çaldım. “Bana antrenmanlar başlamadan önce 1 ay izin verebilir misiniz?” Kırık Türkçesiyle “Ya teatro ya futbol… O zaman git, bir daha gelme” dedi. Çok kızmıştı. Tabii artık döndüğümde genç takıma da dönemedim.
Söz bu sezona gelince son günler bize güzel günlerin geleceğini ve şampiyonlukla noktalanacağını vaat ediyor.
Mutlaka oyunun arasına maçla ilgili bir laf sokardık, maçın skorunu bizi izlemeye gelen Halit Kıvanç’a duyururduk. Mesela şimdi sapsarı görünen tarlanın ortasında bir direk var dediğimizde Fenerbahçe 1-0 önde demekti.
Tiyatro, çok büyük ilerleme kaydetti. Televizyon dizileri daha emekleme çağında… Güzelleri de var ama dizi izlettirme tekniği tamamen paraya dayandığı ve yanlış olduğu için iyi dizileri de giderek kaybetmek durumunda kalıyorsunuz.
- “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur” deriz her zaman. Siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz?
Doğuştan Fenerbahçeli sayılırım. Ailemde daha çok Galatasaraylı vardı. Gerek okulda, gerek mahallede de öyleydi. Fakat amcamın oğlu çok sevdiğim bir ağabeyim Kemal Onan, hem Fenerbahçe Yönetim Kurulu Üyesi hem de Vatan Gazetesi’nin Yazı İşleri Müdürüydü. Jön Kemal adıyla tanınırdı. Onun Fenerbahçe’ye olan büyük aşkı beni çok etkilemişti. Ona “Sen bu Fenerbahçe sevgisiyle Fenerbahçe’ye zarar verebilirsin.” derlerdi. Galiba Fenerbahçeliliğimde onun etkisi oldu. 3 veya 4 yaşlarımda Fenerbahçeli oldum.
- Yalnız Fenerbahçeli olarak kalmayıp Fenerbahçe Spor Kulübü genç takımda da oynadınız.
Sene 1951, mahalle arasında top oynarken yaşımız 14-15 idi. Şimdiki Cemal Reşit Rey Salonu’nun bulunduğu arsada futbol oynardık. Bir gün Fenerbahçe Spor Kulübü’nden genç yetenekleri futbol takımına kazandırmakla görevli iki kişi geldi. Bizi bir süre seyredip iki arkadaşıma ve bana “Fenerbahçe’de Genç Takım’da futbol oynar mısınız?” diye sordular. “Nasıl oynamayız?” dedik. Düşünebiliyor musunuz? Antrenörümüz Sabri Kiraz, kalecilerimizi de Cihat Arman çalıştırıyordu. Aslına bakarsanız Cihat Arman benim akrabamdı ama “Beni Fenerbahçe’ye al” demek aklımdan geçmemişti fakat keşfedilmiş olmak çok özeldi. Üç yılım Fenerbahçe genç takımda geçti. Zaten o yıllarda bir genç takım; bir de A takımı vardı. Futbolda “WM” denilen bir İngiliz sistemi vardı. Yani beş forvetle oynanırdı. Bugünkü orta sahayı dört kişi olarak düşün, ileri geri onlardan 4 numara benim mevkiimdi. A takımdaysa 4 numarayı giyen Selahattin Torkal’dı. Tiyatro hayatımda hiçbir zaman bir idolüm olmadı. Her şey kendiliğinden olsun dedim ama futbolda idolüm Selahattin Torkal’dı. Kendi antrenmanlarımın dışında hep onu takip ederdim. O zamanla hepsi bize ağabeylik yapıyorlardı. Lefter var, Feridun var, Basri var, Hilmi var… Üç sene orada ağabey kardeş gibiydik.
- Fenerbahçe’yi ve futbolu çok sevdiniz. Peki ya tiyatroya nasıl başladınız?
Bir yandan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam ediyor; okul takımında da futbol oynuyordum. Çekişmeli maçlar olurdu. O yıllarda bir üniversiteli öğrencinin çeşitli sosyal faaliyetleri olması gerekiyordu. Sanatla da ilgilenmem gerekiyordu. Ben de sporun yanı sıra tiyatro bölümüne katıldım. Aktör olmayı becerebileceğimi zannetmiyordum, top her zaman elimin ayağımın altında olan bir şeydi yani kontrol benim elimdeydi ama aktörlükte başarılı olacağımı hiç düşünmemiştim. Tiyatro hocamız Avni Dilligil bana bir iki prova yaptırdı sonra da bana “Sende ışık görüyorum.” Dedi. Ben de şaşkınlıkla “Hocam beceremem.” dedim. Bana “Göreceksin, başaracaksın.” dedi. Dünya üniversiteliler arası tiyatro festivaline katılacaktım. Bana bir rol verdi ve “Almanya’ya gideceğiz, orada oynayacağız.” dedi. 1953 yılı yaz ayıydı, Fenerbahçe’de antrenmanlar da azalmıştı. Genç takımda en son maçımızı Beyoğluspor’la yapmıştık. O sene yaz başlangıcında müjdeli bir haber aldık. Ben ve iki kişiyi genç takımdan A takımına çağırdılar. Benim gözümde dünyanın en büyükleriyle oynayacaktım. İnanılmaz bir şeydi. Ve teknik direktör Lazslo Szekelly idi.
Lakin tiyatro festivali için hocamız Avni Dilligil’e söz vermiştim. Almanya’ya gitmemiz gerekiyordu. Szekelly’nin kapısını çaldım. “Ne var?” dedi. Olanları anlattım. “Bana antrenmanlar başlamadan önce 1 ay izin verebilir misiniz?” diye izin istedim. “İzin ne demek? Ne yapacaksın?” diye sordu. Almanya’da festivale gideceğiz dediğimde, kırık Türkçesiyle “Ne tiatrooo, bir ay izin ne demek ya teatro ya futbol… O zaman git, bir daha gelme” dedi. Çok kızmıştı. Tabii artık döndüğümde genç takıma da dönemedim. Lisansım artık Fenerbahçe de değildi. Hasköy’e gittim. Artık buna uzaklaşmak mı deriz, kovulmak mı deriz? Bilemiyorum. A takımında oynama şerefine erişemedim ama bu forma hayatımın en önemli şeyi oldu. Sonraki yıllarda tenis şampiyonlukları, okul şampiyonlukları olsun birçok sportif faaliyetim oldu. Hatta okul takımıyla lisede Türkiye şampiyonu olmuştuk hem de Galatasaray’ı yenerek. Hayatımda hiçbir onur Fenerbahçe’de oynadığım üç senenin bana verdiği onur kadar büyük değildir.
- A takımında oynayamadınız ama tiyatroda 1970’de profesyonel oldunuz. Bu da çok büyük bir onur.
Evet tabii ki öyle… Papaz Kaçtı profesyonel anlamda ilk oyunumdu. O kadar provalar ve yoğun bir tempo başlayınca Hukuk Fakültesi’ni yarım bıraktım. Sonra Haldun Dormen de tiyatrosunu kurmak istiyordu. “Ben askere gideceğim gel beraber gidelim” dedi. Beraber yedek subaylık yaptık. Hukuk fakültesini bıraktığımda İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü vardı, basın derslerini vererek bitirdim. Mesleğim ve hayatımda çok da faydasını gördüm.
- Size hangi formamızı getirelim diye sorduğumuz da ille de çubuklu dediniz…
Bizim zamanımızda ne reklam var ne sponsorluklar ne de Feneriumlar… Hiçbir şey yoktu. Üç çeşit formamız vardı bir düz sarı, bir düz lacivert, bir de çubuklumuz vardı. Tabii maçlara çıkarken hangi formayı giyeceğimizi antrenör seçerdi. Biz seçemezdik. Fakat ne zaman çubuklular gelir işte o zaman “Tamam bu maçı kazandık.” derdik. O çubuklu ki bizi maça konsantre ederdi.
- Gidişatımıza bakılırsa bu sezon şampiyonluk Fenerbahçemizin gibi gözüküyor. Ne dersiniz?
1951’de Fenerbahçe’ye girdiğimizde tüm gençleri üye yapmışlardı. 1951’den beri Fenerbahçe’nin yalnız futbolda değil bütün branşlarda yaptığı her maçı, her hareketi, nasıl toparlanır, sakatlıklar, Fenerbahçe’nin bugünlere gelişi, gerek tesisleriyle gerek başarılarıyla her şeyini takip ederim. Gençken gözyaşı dökerdik, ağlardık fakat bir tek olay vardır ki hayatımda hiç bu kadar üzülmemiştim. O da; Denizli’de kaybettiğimiz şampiyonluk. Bunun uzun bir travma olduğunu düşünüyorum ama söz bu sezona gelince son günler bize güzel günlerin geleceğini ve şampiyonlukla noktalanacağını vaat ediyor.
- Maçları genelde kimlerle izliyorsunuz?
Küçük oğlum maçları çoğunlukla tribünden seyrediyor ama evde izlediğinde bizim için çok hoş bir seremoni oluyor. Evi tribüne çeviriyor. Formalar, bayraklar, alkışlar… Her şey bir şova dönüşüyor sanki… Bir de derbileri biz eski alışkanlıkla o takımı tutan başka arkadaşlarla seyretmeye alışmışız… Tiyatroda uzun yıllar Altan Erbulak’la oynadık. O da Galatasaraylıydı. Bazen maçlar bizim oyun saatine denk gelirdi. Maç oynanırken bizim oyunda 15.00’de başlardı. Bazı dostlar da mesela Halit Kıvanç da bizi seyretmeye geldiğinde bir yandan da maçı merak ediyor, seyircilerin arasında olduğunda öğrenemiyor ve sorup duruyordu. Biz de mutlaka oyunun arasına maçla ilgili bir laf sokardık, maçın skorunu ona duyururduk. Mesela şimdi sapsarı görünen tarlanın ortasında bir direk var dediğimizde Fenerbahçe 1-0 önde demekti.
- Sporda şiddet için neler söyleyeceksiniz?
Ülkemizdeki bütün kulüplerin bazı taraftarlarına sitem ediyorum, taraftarın saygısızlığını kabul edemiyorum. Yanlışını kendi sahasını hangi hareketlerle kapatacaklarını bilmemelerini kabul edemiyorum. Tabii düzelecek. Fenerbahçe başı çekiyor; neyin yanlış neyin doğru olduğunu taraftarına gösteriyor, çabalıyor.
- Tiyatronun ve televizyon dizilerinin bugün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tiyatro, çok büyük ilerleme kaydetti. Televizyon dizileri daha emekleme çağında… Güzelleri de var ama dizi izlettirme tekniği tamamen paraya dayandığı ve yanlış olduğu için iyi dizileri de giderek kaybetmek durumunda kalıyorsunuz. Ayrıca dizi süreleri uzun olduğundan kaliteli iş çıkarmak zorlaşıyor.
- Futbolu bıraktıktan sonra maç yapmaya devam ettiniz mi?
Futbolu ihmal etmiyordum haftanın iki günü eski milli futbolcularla oynardım. Can Bartu, Puşkaş Ergun, Ziya Şengül, Basri Dirimlili bizim futbol takımımızdaydı. Metin Oktay da dostumuzdu. 50 yaşıma kadar haftanın üç günü maç yaptık. Fakat bir ara ayağım sakatlandı. Ben spor yapmadan duramam, hemen tenise başladım. Beş kupa kazandım. Bunun dışında Nevra’yla beraber kayak yapmaktan çok hoşlanırız.
- Son olarak dergimiz hakkındaki düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Fenerbahçemiz her şeyiyle güzel. Dergimizin de sıkı bir takipçisiyim. Türkiye’deki spor dergileri arasında en çok satışı bizim dergimizin yaptığını biliyorum, fakat yurt dışında kulüp dergilerinde okur sayısı daha yüksek. Bizim de taraftarlarımızın dergiyi sıkı bir şekilde takip etmelerinin taraftarlık açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sizleri kutluyorum.
METİN SEREZLİ KİMDİR?
Metin Serezli, 1934 doğumludur. Aktör, tiyatro ve sinema oyuncusu olan Serezli,
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü, Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümlerinde okudu. 1954’de İstanbul Üniversitesi Gençlik Tiyatrosu’nda amatör olarak oyunculuğa atıldı. 1955 yılında “Dormen Tiyatrosu”nun ilk oyunu olan “Papaz Kaçtı” komedisi ile profesyonel oldu. Bugüne kadar tiyatrodan hiç kopmadı. “Dormen Tiyatrosu”, “Şan Tiyatrosu”, 1971 yılında Altan Erbulak’la birlikte kurduğu “Çevre Tiyatrosu” ve “Tiyatro İstanbul”da 69 oyunda oynadı, 28 oyun ve 5 müzikali yönetti. Ünlü tiyatro oyuncusu Nevra Serezli ile evlidir. Murat ve Selim adlı iki oğlu vardır. Avni Dilligil, Afife Jale, Üniversiteler Birliği, İsmail Dümbüllü ve Lions en iyi oyuncu ödüllerinin sahibidir.