|
Zito Mikro / Sen Çok Yaşa Mikro Mustafa Kilo 51, boy 1.60. Futbol sahalarının en küçük dev adamı… Lakabı “Mikro”, boşa değil anlayacağınız... Oynadığı futbol ise, lakabının aksine çok büyük. Hızlı ve atak bir futbolcuydu, Mustafa Güven. Futbolunu seyredenlerin onu takip etmekten gözleri yorulurdu. Onun Fenerbahçe Spor Kulübü’ne ve Türk futboluna yaptığı hizmetleri, Fenerbahçe sevgisini, büyük bir zevkle okuyacaksınız. O, bugün bile hala, futbol oynarken öleceğini hayal ediyor; hatta böyle bir şey olursa onun için zevk olacağını da söylüyor. Bizlerse ona ve onun gibi kulübümüze hizmet veren tüm oyuncularımıza sağlıklı, uzun bir ömür diliyoruz. Anadolu’daki futbolcuların ideali milli takım değildir, Fenerbahçe’de, Galatasaray’da, Beşiktaş’ta oynamaktır. Çocukluğumdan beri dört kardeş de futbolcuyduk. Fenerbahçe idealimizdi. 11 kişi oynardık. Yedek yoktu. Diğerleri tribüne çıkardı. Oyuncu değişme yoktu. Bazen Can Bartu, Şükrü Ağabey sakatlandığında kaleye geçerdi. Ve topların ağırlığı 900 gram falandı, şimdiki gibi 400 gram top yoktu. İzmir’e gideriz iki deplasman yaparız; oyuncu değişikliği olmazdı. Sayın Aziz Yıldırım çok başarılı. Böyle bir başkan böyle bir idare gelmedi. Gelirler yükseldi, binlerce insan çalışıyor bunların hepsini kulüp geliri karşılıyor. Topuk Yaylası’nda tesisler, Ataşehir’de tesisler, stat zaten başlı başına bir olay. Bu güzellikleri yapan bir insana ancak minnet duyarım. Gelmiş geçmiş en iyi başkandır, başka başkan tanımam. Bir sene Viyana’da Admira takımında oynadım. Yurtdışındaki takımın bana en büyük şansı eşimle tanışmamdı. 1966 senesinde Viyana’da tanıştık. Bir ataşenin kızıydı. 45 senelik evliyim. 40 yaşında oğlum var. Yurt dışında yaşıyor, mimar oldu. O da sıkı bir Fenerbahçeli. Benim oda arkadaşım daha çok sağ bek Osman Göktan’dı. Çünkü o da kitap okumasını sever ben de severdim; o da uyumasını sever ben de severdim. Uykusuz geçen bir gecenin sonunda Fenerbahçe formasını giymek kötüdür. Osman’la uyuşurduk. Milli takımda da daha çok Metin Oktay’la beraberdim, asker arkadaşımdı. Dört dörtlük bir insandı. - Mustafa Bey, siz sadece Fenerbahçeli olarak doğmadınız, ayrıca takımımızın formasını da giydiniz. Nasıl başladı Fenerbahçe serüveniniz? Sonradan olmaz Fenerbahçelilik. Biz doğuştan Fenerbahçeliyiz. Biz boş mukaveleye imza atardık. Öyle bir adet olsa ve zengin bir çocuk olsam Fenerbahçe formasını giymek için para verirdim. Fenerbahçe formasını senelerce giymişim; Beşiktaş’a, Galatasaray’a gollerimi atmışım, layık olmuşum bu formaya... Fenerbahçelilik hikâyeme gelince; 1936 yılında Giresun’da doğdum, babamın işi icabı sonra Bursa’ya yerleştik. 2 yaşından itibaren çocukluğum Bursa’da geçti. Henüz 7-8 yaşındayken futbola ilkokulda başladım. 15 yaşına kadar ortaokulda mahalle arasında hep takım kaptanı olarak maçlar yaptım. Biz dört kardeştik. Ağabeyim hariç, üç kardeş hepimiz aynı takımdaydık. Bu büyük avantajdı bizim için. O zamanlar efsane futbolcu Lefter vardı. Bana “Küçük Lefter” demeye başladılar. 15 yaşımda Bursa ikinci amatör kümedeki Yıldırımspor’da oynadım. Bana bir pantolon diktirdiler, bunun karşılığında İstiklal Kulübe transfer oldum. Ondan sonra Bursa’da 1. Lig’de oynayan Çelikspor’a transfer oldum. Ayda 50 Lira alıyordum. Bu iyi bir paraydı. Kendi elbiselerimi kendim yaptırabiliyordum. Derken 1955 senesinde Adana Milli Mensucat Takımı beni transfer etti. Adana Demirspor’u 35 sene sonra ilk biz yendik. Adana’da yer yerinden oynadı. Şampiyon olduk. Ben de 47 golle gol kralı oldum. 19 yaşıma geldiğimde, artık İstanbul kulüp temsilcileri beni araştırmaya başlamışlardı. Bu arada ordu takımında sağ açık eksik vardı. Bu yüzden beni bir sene evvelden askere aldılar. Ankara Ordu Milli Takımı’nda 1956 senesinde Amerika’yı 19-0 yendiğimizde ben dört gol attım. Ve Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş gibi kulüpler benimle temasa geçmeye başladı. Tabii askerliğim devam ediyordu. Bu arada Dünya ordular arası şampiyonu olduk. Bu takımda Şeref Has da vardı. Fenerbahçe’de teknik direktör Molnar beni beğendi. Ahmet Erol da menajerdi. Askerliğimin son zamanlarında Fenerbahçe bana 100 Lira para yollamaya başladı. - Böylece Fenerbahçe Spor Kulübü’ne adım atmış oldunuz. Evet. Bir yerde Fenerbahçe ile anlaşmış olduk. Benim için hayatta en büyük olay Fenerbahçe’ye transferimdi. Büyük Fikret, kulüp müdürüydü. Bana “Sana bir şey söyleyeceğim ama kızma, sen bu boyla Fenerbahçe’de oynayamazsın. İstanbulspor Beykoz’a gitsen daha iyi olur.” dedi. Ben de dedim ki “Kendime güveniyorum.” Sonra “8.000 lira sana transfer parası” dedi. Bu arada Adaletspor bana 20.000 teklif etmişti. Anadolu’daki futbolcuların ideali milli takım değildir, Fenerbahçe’de, Galatasaray’da, Beşiktaş’ta oynamaktır. Çocukluğumdan beri dört kardeş de futbolcuyduk; Fenerbahçe idealimizdi. Oranın 20.000 lirası beni enterese etmiyordu. 8.000 Lira’ya Fenerbahçe’ye “Evet” dedim. O sene 34 maç oynadık. Yaz - kış aynı örme formayı giyerdik. 3 sene Cumartesi - Pazar maç oynardık. Hem de 11 kişi oynardık. Yedek yoktu. Diğerleri tribüne çıkardı. Oyuncu değişme yoktu. Bazen Can Bartu, Şükrü Ağabey sakatlandığında kaleye geçerdi. Ve topların ağırlığı 900 gram falandı, şimdiki gibi 400 gram top yoktu. İzmir’e gideriz iki deplasman yaparız; oyuncu değişikliği olmazdı. - Fenerbahçe Spor Kulübü’nde toplam kaç kez forma giydiniz? 1964 senesine kadar 7 sene, 268 maçta, 74 gol atmışım. 34 golü de kafayla. 1.60’lık bir adam için zordur kafa golü atmak. Sıçrama kabiliyetime borçluyum sanırım. - Milli takım formasında kaç kez maç yaptınız? A milli takım, B milli takım, amatör takımda oynadım. Benim zamanımda senede bir maç oynanırdı. 13 kez milli takım forması giydim. - Fenerbahçe Spor Kulübü’nden sonra bir dış transferiniz olmuştu… Bir sene Viyana’da Admira takımında oynadım. Beykoz’da antrenör futbolcu olarak oynadım. 3. Lig’den 2. Lige çıkardım Ve en sonunda sporu Malatyaspor’da 1969 yılında bıraktım. Yurtdışındaki takımın bana en büyük şansı eşimle tanışmamdı. 1966 senesinde Viyana’da tanıştık. Bir ataşenin kızıydı. 45 senelik evliyim. 40 yaşında oğlum var. Yurt dışında yaşıyor, mimar oldu. O da sıkı bir Fenerbahçeli. İtalya’ya sık sık giderim Inter - Milan maçlarını seyrederim. - Deplasmanlarda oda arkadaşınız kimdi? Evet takımda arkadaşlık çok önemliydi, perşembe kampa girerdik. Çınar Oteli’nde olurdu. Ben daha çok sağ bek Osman Göktan’la kalırdım, çünkü o da kitap okumasını sever ben de severdim; o da uyumasını sever ben de severdim. Uykusuz geçen bir gecenin sonunda Fenerbahçe formasını giymek kötüdür. Osman’la uyuşurduk. Milli takımda da daha çok Metin Oktay’la beraberdim, asker arkadaşımdı. Dört dörtlük bir insandı. Galatasaraylıydı ama en samimi arkadaşımdı. Coşkun, Turgay, Metin, ben, Lefter... Çok şakalaşırdık. Kampta da zaten Şeref, Can, ben, Ergun, Yüksel hep beraberdik. Hatta Puşkaş Ergun’un annesi bize yemekler hazırlardı. Bizim o dönemdeki dostluklarımız hala devam ediyor. Rakiplerimizle bile hala görüşüyoruz. Benim oğlumun ismi de Can Bartu’dan dolayı Can’dır. - Uğurlarınız var mıydı? 55 seneden beri bu kolyem var hiç çıkarmam boynumdan. Bir de maça sağ ayakla çıkarım. Lefter’i biz Cumaları Eyüp Sultan’a götürürdük. - Biraz da derbi maçı öncesinden bahseder misiniz? Öyle enteresandır ki başkanı bir transferlerde görürdük. Bir de derbi maç öncesi soyunma odasında yanımızda görürdük. Bu maç şampiyonluktan da önemli derlerdi bu maçı alın şampiyon olun olmayın önemli değil, derbi maçı kaliteli olmaz iki takımın futbolcuları strese girer, uyku hapım vardı onu alırdım, derbi öncesi uyku tutmaz. Ya şu futbolcuya bak ne kötüydü acaba düşünüyor mu anası mı hasta, babası mı, çocuğu mu? Bunun olumsuzluğunu sahaya yansıtır mı, futbolcu olmayan bilmez. Bir de forvet oyuncularına 1Gol atamazsanız Fenerbahçe formasını giymiş ad edilmesiniz.” denirdi. - Maça çıktığınızda taraftarın olumlu ya da olumsuz tepkilerini o sesleri duyar mıydınız? İlk 10 dakika her şeyi duyarsın, sonra hiçbir şey duymazsın, babanı görsen tanımazsın, antrenörü bile duymazsın, kaba oyundur eskiden de küfür vardı. Bilerek ya da bilmeyerek içerdeki atmosfere uyarsın. Devre arasında antrenörü dinlersin, birer çay içerdik. Taktiği saha içinde futbolcular yapar, kendine güvenen gole yürürdü. - Peki ya seyirci olarak durumunuz nasıl? 15 senedir seyrediyorum, “Sen ne biçim futbolcusun bağırmıyorsun, çağırmıyorsun” diyorlar. Ben de derim ki; “Duyurmayacağımı biliyorum.” Sakin sakin seyrederim, derbi seyirci penceresi vardır. Kilit adamlarla maç biter, üstün oyunlarıyla maçı kazanırsın. Kazanacaksın, kaybedeceksin, berabere bitecek bu bir şovdur, harp değildir. - Fenerbahçe Spor Kulübü’nün eski bir sporcusu olarak 2011’in kulübünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben size bir şey söyleyeyim mi? 20 tane başkan gördüm. Dünyayla rekabet var, şimdi çıtamız çok yükseldi. Geçen hafta başkan sağ olsun kokteyl yaptı. Can Bartu Tesisleri’ni ziyaret ettik. Futbolcuları idmanda izledik, sahaya indik, böylesini rüyamızda görmedik. Devre arasında masör bize masaj yapacağına ayakkabımızın çivilerini çekiçle içeri atmaya çalışırdı. Şimdi hava durumuna göre her futbolcunun dörder beşer ayakkabısı var. Avrupa’da bile bu tesisler yok, bu çok güzel bir olay: Localar, tesisler… Sayın Aziz Yıldırım çok başarılı. Böyle bir başkan böyle bir idare gelmedi. Gelirler yükseldi, binlerce insan çalışıyor bunların hepsini kulüp geliri karşılıyor. Topuk Yaylası’nda tesisler, Ataşehir’de tesisler, stat zaten başlı başına bir olay. Bu güzellikleri yapan bir insana ancak minnet duyarım. Gelmiş geçmiş en iyi başkandır; başka başkan tanımam. - “Mikro Mustafa” lakabını nasıl aldınız? 1953 senesinde Sakız Adası’na maça gitmiştik 17 yaşlarındaydım. 3-1 kazandık. Ben iki gol atmıştım. Maçın ardından Yunan halkı beni omuzlarına alarak “Zito Mikro” diye bağırarak otele kadar sırtında taşıdılar. Sonradan öğrendim ki Mikro “Küçük” Zito da “Yaşa” demekmiş. O zamanlar futbolda çok fanatizm ve aşırı milliyetçilik yoktu. Gazeteci Kamil Yaman bana bu lakabı taktı. Ondan sonra bu lakapla anıldım. Hatta Halit Kıvanç maç anlatırken “Mikro” dediği için TRT’den ihtar almıştı. Ayrıca Almanya’da “Klein Mustafa” İtalya da ise “Bambino Mustafa” olarak çağrıldım. - Hangi futbolcu size benzer? Ben çabuk oyuncuydum. Rıdvan’a benzer bir stilim, Alex tarzı da bir tekniğim vardı. - Dergimiz hakkındaki düşünceleriniz… Rengarenk, dolu dolu bir dergi. Her şeyiyle beğeniyorum. Geçmişteki insanlara değer vermeniz, çok önemli. Hatırlanmak güzel duygu. Hepinize teşekkür ediyorum. - Bir anınızı bizimle paylaşın lütfen… Futboldan hiçbir maddi kazancım olmadı. Bizim dönemimiz Türk ekonomisinin en kötü zamanıydı. Ne hakem, ne antrenör, ne de futbolcu geçimlerini futboldan kazanmazdı. Futbolun geliri çok azdı. Herkesin ikinci bir işi vardı. 10 yaşlarındayken en popüler spor; futboldu. Futbolcuların resimlerini görürdük. Erol, Suphi, Lefter Fikret, gibi oyuncular Bursa’ya gelmişlerdi. O dönem ben gazete satardım. Oynadıkları maçı seyrettim. Maçı izlerken gazetelerimi satamamıştım. Bursa’da tek bir restaurant vardı. Orada futbolcuları beklerken Ahmet Erol beni gördü. “Oğlum ne bekliyorsun?” dedi. Ben de onlara “Sizleri görmek istedim.” Dedim. Saçımı okşadı, beni içeri davet etti. O gün hep birlikte yemek yedik. İnanamıyordum. Elimde kalan bütün gazeteleri de satın aldılar. Fenerbahçe hastalığım o dönemde daha da pekişti. Ne önüme gelen yemeğin ne olduğunu ne de yediğimi hatırlamıyorum. |