Kerem Alışık: “Biz Fenerbahçe’ye çok ALIŞIK’ız…”
Yapımcılığını Kerem Alışık ve Yavuz Bingöl’ün üstlendiği “72. Koğuş” filmi 4 Mart’ta vizyonda… Sayın Kerem Alışık yoğun bir tempoda ama “Fenerbahçe” deyince onun için akan sular duruyor. Duayen sanatçı, aynı rahmetli babası Sadri Alışık gibi sıkı bir Fenerbahçeli, tıpkı oğlu Sadri’nin de onları örnek alarak Fenerbahçeli olması gibi…
Bizde babadan oğla geçen bir şey Fenerbahçeli olmak. Ben ilk maça babamın omzunda gitmiştim. Tabii ki bir Fenerbahçe maçıydı. Babam da sıkı bir Fenerbahçeliydi. Ben de sorgusuz sualsiz Fenerbahçeli oldum. Benim Fenerbahçe’ye, futbola olan hevesim, arzum, merakım, ilgim bayağı eskiye dayanır ve yeteneğimle de inanılmaz bir örtüşme yaşadım.
Küçükken dualarımın içinde bile Fenerbahçe vardı: “Allah’ım, inşallah bu sene Fenerbahçe şampiyon olur.” diye dualar ettiğimi anımsıyorum. O küçücük yaşlardan beri acayip bir tutku, Fenerbahçe tutkusu. Bir de futbolcuların resimlerini kesip biriktirirdik. Fenerbahçe’yi çok sıkı takip ederdim. Ben kendimi bildim bileli futbol hevesim vardı.
Futbola ilk olarak Dikilitaş’ta başladım. Lisanslı oldum. Sonra profesyonel oldum. Amatör milli takımında oynadım. Üsküdar Anadolu Spor Kulübü’nde oynadım. Burada oynarken bizim yöneticilerimizden biri sevgili başkanımız Aziz Yıldırım’dı. Sonra Sadri Şener ve Metin Aşık da vardı. Böyle bir yönetim kadrosu içinde ben profesyonelliğe adım attım.
Kulübümüzün özellikle amatör branşlara verdiği önem çok memnuniyet verici. Voleybolda, basketbolda, boksta, atletizmde, yüzmede, tüm branşlardaki ciddi başarılar bence tüm yetenekli gençlerin kulübe kaymasına yol açıyor. Bu da iyi bir geleceğe zemin hazırlıyor.
Ailemle gururlanıyorum. Övünüyorum ama onların başarısının benim olmadığının farkındayım. Ve onun için kendi şahsiyetimi ve kimliğimi oluşturup kendi yaptıklarımızla ayakta durup hayata karşı kendi felsefemizi yansıtmaya çalışıyoruz.
- Kerem Bey, babanız Sadri Alışık da çok sıkı bir Fenerbahçeliydi… Siz de onun etkisiyle Fenerbahçeli oldunuz diye düşünüyorum.
Evet, babadan oğla geçen bir şey Fenerbahçeli olmak. Ben ilk maça babamın omzunda gitmiştim. Tabii ki bir Fenerbahçe maçıydı. Babam da sıkı bir Fenerbahçeliydi. Ben de sorgusuz sualsiz Fenerbahçeli oldum. Benim Fenerbahçe’ye, futbola olan hevesim, arzum, merakım, ilgim bayağı eskiye dayanır ve yeteneğimle de inanılmaz bir örtüşme yaşadım. Fenerbahçe’nin maçlarına girebilmek için sabahtan gidip sıraya girerek içimize işleyen soğuğa aldırmadan, en hararetli, en coşkulu şekilde avazımız çıktığı kadar bağırır; o yavaş akan kuyruktan sonra maçta da inanılmaz bir coşku yaşardık. Şimdi de bu bağırma, coşku ve heyecan, oğlumla beraber izlediğimiz maçlarda devam ediyor.
- Babanızla ilgili bir anınızı bizlerle paylaşır mısınız?
Onunla olan bir anımı hiç unutmuyorum. Bir Eskişehir maçı olabilir aklımda kaldığı kadarıyla… Acayip bir kalabalık vardı. Ben küçüğüm; babam benim ezileceğimden korktu: “Çocuk var, çocuk var.” diye bağırıyorlardı. Ben telaşlandım. Bir koridordan, öbür dar koridorlara, kalabalık arasında sıkıştım. Son çare olarak babam beni omzuna aldı ve o şekilde omzunun üstünde oradan buradan kafamı eğe eğe gittiğimi biliyorum. Çok maç izledik babamla. Bir de hiç unutmam: Galatasaray-Fenerbahçe maçı vardı. 3-0’dan bizim 4-3 bizim galibiyetimizle sonuçlanan maç. Baba oğul ortak en büyük eğlencemiz olmuştur bu maçlar... Şölen gibi olurdu. Hem ben heyecanlanırdım. Hem onunla baba - oğul güzel bir şey paylaşırdık. Şimdi de kendi oğlum Sadri ile paylaşıyorum. Kısacası biz Fenerbahçe’ye çok ALIŞIK’ız.
- Sadri’nin de Fenerbahçeli olması eminim sizi mutlu ediyordur.
Biz de Fenerbahçelik padişahlık gibi babadan oğla geçiyor. Sadri de epey büyüdü. Şimdi 21 yaşında. Bazen takıma ne kadar kızsak da, kötü neticeler karşısında üzülsek de ertesi haftayı yine iple çekiyor gene maçı büyük bir merakla izliyoruz. Küçükken dualarımın içinde bile Fenerbahçe vardı: “Allahım, inşallah bu sene Fenerbahçe şampiyon olur.” diye dualar ettiğimi anımsıyorum. O küçücük yaşlardan beri acayip bir tutku Fenerbahçe tutkusu.
- Maç sonrası tepkileriniz, üzüntüleriniz, sevinçleriniz nasıl oluyor?
Gençkenki ateşimiz, heyecanımız daha farklıydı ama hep objektif kalmayı başarıyordum. Çünkü top da oynadığım için, futbolu bildiğim veya bildiğime inandığım için daha mantıklı, daha makul, daha algılayacak bir biçimde değerlendirme yapabiliyordum. Bu benim taraftar ateşimi de söndürmüyordu. Ama tabii ki daha ileri yaşlarda daha farklı oldu. En azından maç bitince bizim de üzüntümüz bitiyor, sevincimiz de olduğu gibi. Üzüntümüze daha farklı gözle bakmayı başarabiliyoruz ama eskiden bütün bir hafta bu üzerimizde kalıyordu. Yendiğimizdeyse çok gururlanırdık, sevinirdik. Arkadaşlarımızı kızdırırdık. Ha bir de futbolcuların resimlerini kesip biriktirirdik. Fenerbahçe’yi çok sıkı takip ederdim. Ben kendimi bildim bileli futbol hevesim vardı.
- Futbol hevesi derken; futbolculuk geçmişinizi de anlatabilir misiniz?
Ben mahallede top oynarken komşular inip, top oynamamızı seyrederlerdi. Caddede top oynardık. O dönemlerde başladı. Sonra bu sahalara taşındı. Futbola ilk olarak Dikilitaş’ta başladım. Lisanslı oldum. Sonra profesyonel oldum. Amatör milli takımında oynadım. Üsküdar Anadolu Spor Kulübü’nde oynadım. Burada oynarken bizim yöneticilerimizden biri sevgili başkanımız Aziz Yıldırım’dı. Sonra Sadri Şener ve Metin Aşık da vardı. Böyle bir yönetim kadrosu içinde ben profesyonelliğe adım attım. Üsküdar Anadolu Takımı’nda oynarken üç büyük spor kulübünden gelen çok önemli futbolcular vardı. Onlarla birlikte 18-19 yaşlarında ilk on bire çıkıp yirmi bin kişi önünde profesyonel top oynaya başladım ki babam da bazı maçlara gelir, izlerdi. Ve bana “Şöyle yaptın, böyle yapma.” diye paylaşımlarda bulunurdu. Benim futbolculuk hayatım bir sakatlanmayla son buldu. Ama daha sonra iyileştim. Yeniden amatörlüğe dönüp Dikilitaş’ta tekrar profesyonel anlamda değil de, sadece amatörce bu işi yarıda bırakmamak adına devam ettim. Tabii sevginin üst düzeyde oluşu adına yine futbola başladığım ilk kulüpte devam ettim. 3. Lige çıktık. Şimdi halı sahalarda oynayarak kendimizi tatmin ediyoruz.
- Genel anlamda kulübümüzü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kulüp çok büyük ivme kazandı. Kulüp bazında, kurumsallaşma bazında gayet doğru adımlar atıldı, atılımlar yapıldı. Kulübümüzün özellikle amatör branşlara verdiği önem çok memnuniyet verici. Voleybolda, basketbolda, boksta, atletizmde, yüzmede, tüm branşlardaki ciddi başarılar bence tüm yetenekli gençlerin kulübe kaymasına yol açıyor. Bu da iyi bir geleceğe zemin hazırlıyor. Bu çok önemli. Burada çok doğru bir tedavi ve tespit yapıldığını gözlemliyorum. Futbol takımı biliyorsunuz her zaman büyük ümitler ve büyük gelir kaynağı. Futbol takımındaki hedefler her zaman çok büyük ve en önemli alan da futbol. En çok insanı ilgilendiren konu bu. Ben futbol tarafını da talihsiz bir - iki sezon olarak değerlendiriyorum.
- Taraftarlara neler söyleyeceksiniz?
Fenerbahçe’nin en itici lokomotifini taraftarı olarak görüyorum. Taraftarın takım üstündeki etkisinin müthiş boyutta olduğunu söylemek lazım. Aktif bir rolü var.
- Yapımcılığını sizin ve Yavuz Bingöl’ün üstlendiği Türk edebiyatının usta kalemi Orhan Kemal’in başyapıtları arasında yer alan “72. Koğuş”, 4 Mart’ta vizyonda… Edindiğimiz izlenimlere göre çok ses getirecek…
Filmin sabırsızlıkla vizyona girmesini bekliyoruz. Bir an önce çalışmalarını heyecanla sürdürüp vizyona çıkacağı tarihi beklemeye başladık. Hep birlikte izleyip göreceğiz.
- Filmin dışında başka projeleriniz var mı?
Bunun dışında yine şirketimizden yapacağımız bir televizyon dizimiz var. Onun için ufak tefek hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Yine bu sene Sadri Alışık Tiyatrosu’nda “Pir Sultan Abdal” rolü devam ediyor. Okul, bütün heybetiyle hizmetine yönelik müthiş ufuk ve vizyonu açmak yolunda, hızlı adımlarla çalışmalarını sürdürüyor. Yani biz sanatla doğmuş yaşamış ve ölmüş bir ailenin çocukları olarak sanatın içinde elimizden geldiği kadar kültüre ve sanata hizmet etmeye çalışıyoruz.
- Çok önemli bir değer Sadri Alışık babanız, yine önemli bir sanatçı anneniz Çolpan İlhan ve şiirlerinizle, kitaplarınızla edebi yönünüzün eseri dayınız edebiyat insanı Atilla İlhan… Yetiştiğiniz ortam tamamıyla sanatçı kişiliklerle dolu… Çok ağır bir sorumluluk bu ve siz bunu çok güzel taşıyorsunuz.
Teşekkür ederim. Dolayısıyla siz kendi kimliğinizi ve adınızı kanıtlamak için hayata karşı iki defa mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz. Bu insana artı bir sorumluluk yüklüyor. Bir başkasının gölgesi, kendi gölgenizi hissetmediğiniz için daha da bir mücadele gücü yüklüyor. Ben alıştım, kanıksadım da. Ailemle gururlanıyorum. Övünüyorum ama onların başarısının benim olmadığının farkındayım. Ve onun için kendi şahsiyetimi ve kimliğimi oluşturup kendi yaptıklarımızla ayakta durup hayata karşı kendi felsefemizi yansıtmaya çalışıyoruz. Yani bu ünlü ailelerin hele böyle fenomen olmuş büyük değer olmuş 7’den 70’e ismini kazımış kişilerin oğlu ve yakını olmak avantaj gibi görünse de, aslında kişilerin üstünde yüklediği sorumluluk anlamında daha zor bir durum teşkil ediyor. Bunun üstesinden gelmek de, o kişisel beceri ve çabaya bağlı. Ben de bütün bu yetkileri iyi taşıdığıma ve üstelik kendime yakıştırdığıma inanıyorum.
- Sadri’nin işi daha da zor olacak…
Evet, oğlumun işi daha zor o iki nesilden geliyor. İki kuşak, iki göbek derler ya. Onda öyle… Ama o da son derece değerlerine bağlı saygılı efendi ne yapmasını bilen bir çocuk olarak yetişti oda benim için ayrı bir mutluluğum. Ona da ayrıca seviniyorum.
- Yapımcılık yönünüzü ele alırsak Türk sinemasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk sineması 2-3 yıldır en iyi zamanlarını yaşıyor. Her hafta 4-5 Türk filmi vizyona giriyor. Edebi, kültürel anlamda sanatsal boyutta Türk izleyicisine güzel, yenilikçi, özgür, yaratıcı projeler kazandırılıyor. Bence sinema gayet iyi bir yerde… Bazı kişiler, bazı filmleri küçümsüyorlar. Bazen eleştiriler oluyor, “gişe filmleri hiçbir şey anlatmıyor, hiçbir mesajı olmayan sadece güldürmeye odaklı filmler” halinde ama onların da bir çabası var. O da belli bir kesime başka bir türlü hizmet ediyor. Ben bunu bir bütün olarak görüp, sinema çabası içinde olan gayreti, emek bilinci olan tüm arkadaşlarımızı kutluyorum. Bu grafiği, bu yükselişi hep beraber koruyacağız inşallah.
- Sizi sosyal sorumluluk projelerinde de görüyoruz.
Elimden geldiğince yer almaya çalışıyorum. Kültüre, sanata hizmet amacıyla burslu öğrenci okutuyoruz. Eğitim olarak da burslu okuttuğumuz öğrencilerimiz var. Çocuk oyunu yapıyoruz, ücretsiz olarak çocuklara bunları seyrettirmeye uğraşıyoruz.
- Televizyon dizilerinin çokluğu konusunda ne diyeceksiniz? Ya Tiyatro?
Televizyon dizilerini, bu sektördeki emekçilerin geçim kaynağı olduğundan dolayı yani istihdam sağladığından dolayı destekliyorum. Tiyatroda da sanat ve kültür hızla ilerliyor diyebilirim. Tiyatroda son yıllarda ivme kazanmış durumda. Bütün olumsuz söylemler artık yerini tiyatroların dolmasıyla seyircinin artışına bıraktı. Tiyatro seyircisi çok bilinçli. Ne aradığını, ne istediğini bilen bir seyirci. Doğru proje, doğru yönetmen, doğru hikâye ve doğru oyun; seyircisiyle buluşuyor. Biz Sadri alışık Tiyatrosu olarak son derece memnunuz.
- Son olarak dergimiz hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyim?
Fenerbahçe Dergisi’nin çok kaliteli bir dergi olduğunu söyleyebilirim. Her Fenerbahçelinin mutlaka edinmesi gereken, okunması gereken bir dergi. Çalışanları kutluyorum.