Fikret Hakan: “Fenerbahçe bir yaşamdır, yaşanmazsa bir işe yaramaz”
Galatasaray geldi, Beşiktaş geldi. Çengel Hüseyin, Baba Gündüzler geldiler. Bursa İdmanyurdu ile maç yaptılar. Onda da hiçbir şey hissetmedim. Bir Fenerbahçe geldi. İşte o Fenerbahçe dağıttı beni.
Bakın böyle bir kimlik kolay bulunmaz, babam yıllarca Galatasaray Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Galatasaray, benim baba ocağıydı. Nüfusumun kayıtlı olduğu yer ise Beşiktaş ama ben Fenerbahçeliyim. Anlatabildim mi? Bu telkinle melkinle olacak bir şey değil. Bu tamamen dogmatik bir şey bunun bir açıklaması yok.
Bayan Voleybol Takımımız bir tarih yazdı. Onlarla gurur duyuyorum. Bunlar hep Fenerbahçe’nin yalnızca futbola değil, diğer tüm şubelere ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Kulüp, kaynaklarını son derece doğru kullanıyor. Acıbadem grup başkanı Sayın Mehmet Ali Aydınlar’ı da bayan voleybola verdiği destekten ötürü kutluyorum.
Aykut’u almak büyük bir olay mesela, bütün Fenerbahçe’nin sorumluluğunu üstüne almış bir başkan. Hem de çok bilinçli yönetiyor. Bir de ben altyapıdan süratle futbolcu yetişmesi taraftarıyım ama daha iyi nasıl olacak bilmiyorum. Fenerbahçe de eminim bu konuda da büyük atılımlar yapıyor.
Ben Büyük Fikret ve Küçük Fikret hayranıydım; “Adımı Fikret koyacağım.” dedim. Teyzem de “Koy, oğlum.” dedi. Bumin isminin anlamı Hakan olduğundan Bumin Gaffar Çıtanak olan ismim ve soyadım, “Fikret Hakan” oldu. Soyadımı da teyzem verdi. Askerden dönünce de yasal yolla “Fikret Hakan” ismini aldım.
Atatürk’ü canlandırmak isterdim. Fakat şu ana kadar da gösterime giren Atatürk rollerinde de görev almayı istemezdim. Benim oynayacağım proje daha farklı olmalı.
Galatasaray baba ocağı, nüfusa kayıtlı olduğu yer ise Beşiktaş fakat tüm bunlara rağmen, o gerçek bir Fenerbahçeli… Adını Fenerbahçe’nin efsanelerinden almış… Önce öğrenmiş Büyük Fikret’i, Küçük Fikret’i; sonra adına karar vermiş. O Türk sinemasının duayeni, devlet sanatçımız; Fikret Hakan. Yeni çıkacak romanının adı gibi “Biz sizinle büyüdük” Fikret Ağabey. Sakın eksik olmayın…
- Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz; Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Fikret Bey?
1934 doğumluyum. İkinci Dünya Savaşı başladığında Bursa’da yaşıyorduk. Annem Verem Savaş Dispanseri’nde Kızılay hemşiresiydi ve tayini Bursa’ya çıkmıştı. Savaş bittiğindeyse annemin tayini bu sefer Eskişehir’e çıktı. İlk ve ortaokulun bir kısmını Bursa ve Eskişehir’de okudum. Sonrasında İstanbul’a geldik. Bostancı’da oturuyorduk. Deniz kenarında çok güzel iki katlı evler vardı, biz de o tip bir eve yerleştik. Ev denize o kadar yakındı ki penceresinden denize atlar ve yüzerdim. Orada edindiğim mahalle arkadaşlarım, ağabeylerim beni maçlara götürürlerdi. Fenerbahçe’de o yıllarda açık tribün yeni yapılmıştı ve bu da çok büyük olay olmuştu. Günlerce yazıldı, çizildi. “Avrupa çapında tribün yaptı, büyük başarı Fenerbahçe’nin…” diye bahsediyorlardı. Bazı maçları burada seyrettim. Bir yığın karşılaşma; hepsi ayrı güzeldi. Stadımızda hem Avrupa hem Galatasaray hem de Beşiktaş maçları seyrettim.
Fenerbahçeli oluşuma gelince; Bursa’daydık. 1940’lı yılların birinde Bursa İdmanyurdu ile maç yapmaya İstanbul takımları da geliyordu. O zamanlar Bursaspor yoktu, Bursa İdmanyurdu vardı. Oynadılar ama ben hiçbir şey hissetmedim. Derken Galatasaray geldi, Beşiktaş geldi. Çengel Hüseyin, Baba Gündüzler geldiler. Yine Bursa İdmanyurdu ile maç yaptılar. Onda da hiçbir şey hissetmedim. Bir Fenerbahçe geldi işte o Fenerbahçe dağıttı beni.
- Nasıl bu kadar etkilendiniz, açıklayabilir misiniz?
1942 miydi, 1943 müydü? Tam hatırlamıyorum, çocuk yaştaydım. Çok tuhaf yani. Bakın böyle bir kimlik kolay bulunmaz, babam yıllarca Galatasaray Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı, Galatasaray, benim baba ocağıydı. Nüfusumun kayıtlı olduğu yer ise Beşiktaş ama ben Fenerbahçeliyim anlatabildim mi? Bu telkinle melkinle olacak bir şey değil. Bu tamamen dogmatik bir şey; bunun bir açıklaması yok.
- Fenerbahçe karşılaşmalarını takip edebiliyor musunuz?
Dizi çekimlerime rastlamadığı sürece bütün maçları takip etmeye çalışıyorum. Bizim çocukların hepsi çok iyi, bir de ben artık Aykut veya Rıdvan’ın teknik direktör olmasından yanayım. Çok güzel stat ve tesislerimiz oldu, sayın başkan ve yönetimdeki takım arkadaşlarını tebrik ediyorum ve yapılanlardan gurur duyuyorum.
- Fenerbahçe Spor Kulübümüzde efsane olan futbolcularımızı yıllarca izlediniz. Eskilerden Cihat Arman, Fikret Kırcan, Lefterler, Canlar, Şeref Ağabeyler hangi birini sayayım ki çok değerli futbolcular yetiştirdi bu kulüp… 2009-2010 sezonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok reaksiyonel biriyim. Geçen sene kötü oynandığında perişan oldum. Ama bu sene kendime terapi yapıyorum. “Çıkıp oynayın” diyorum. Bu terapi futbolculara da yapılmalı. Bu sene, yapılacak terapiye bağlı. Her şey gibi bunu da yumuşak bir dille yapacaksın, bu çocukların moralini yüksek tutmak gerekir. Basketbol ve voleybolcu kızlarımızla iftihar ediyorum. Hepsi bomba gibi… 1972’li yıllarda Fenerbahçe Bayan Voleybol Takımı beni davet etmişlerdi, tesislerde birlikte yemek yedik. Flama vermişlerdi, fotoğraf çektirmiştik. Düşünebiliyor musunuz? 38 yıl geçmiş ve bu sezona geldiğimizde Bayan Voleybol Takımımız bir tarih yazdı. Onlarla gurur duyuyorum. Bunlar hep Fenerbahçe’nin yalnızca futbola değil diğer tüm şubelere ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Kulüp kaynaklarını son derece doğru kullanıyor. Acıbadem grup başkanı Sayın Mehmet Ali Aydınlar’ı da bayan voleybola verdiği destekten ötürü kutluyorum.
Yine futbola dönersek; şu an kadrolarda çok iyi sporcularımız var. Ama başkanımız haklı olarak bazen kızıyor. Haklı çünkü hepsi çok iyi şartlarda yetiştiriliyorlar. Aykut’u almak büyük bir olay mesela, bütün Fenerbahçe’nin sorumluluğunu üstüne almış bir başkan. Hem de çok bilinçli yönetiyor. Bir de ben altyapıdan süratle futbolcu yetişmesi taraftarıyım. Ama daha iyi nasıl olacak bilmiyorum. Fenerbahçe de eminim bu konuda da büyük atılımlar yapıyor.
- Sinemanın duayenlerindensiniz. Nasıl başladı bu istek?
II. Dünya Savaşı yılları içinde Bursa’da başlayan film seyretmelerim ortaokul sırasında Eskişehir’de de devam etti. Clark Gable, Garry Cooper, Errol Flyon bizim ilahlarımızdı… Hiçbir Amerikan filmini kaçırmazdık, sonra bir süre Arap filmleri İstanbul’a gelince de mahalle arkadaşlarımla birlikte şehir tiyatrolarına piyesleri seyretmek için gitmeye başladım. Ve o anda kafama koydum “Ben tiyatrocu olacağım.” dedim. O tarihlerde sinema zayıftı, artist olmaya karar verince teyzemin desteğiyle adımı, soyadımı değiştirmeye karar verdim. “Bumin” ismi gavur ismi diye benimle alay ediyorlardı, hep kavga ediyordum; ya dayak atıyor ya da dayak yiyordum. Teyzemle oturduk, konuştuk. Ben Büyük Fikret ve Küçük Fikret hayranıydım; “Adımı Fikret koyacağım.” dedim. Teyzem de “Koy, oğlum.” dedi. Bumin isminin anlamı Hakan olduğundan Bumin Gaffar Çıtanak olan ismim ve soyadım, “Fikret Hakan” oldu. Soyadımı da teyzem verdi. Askerden dönünce de yasal yolla “Fikret Hakan” ismini aldım.
İlk 1950 yılında Atatürk’ün Baş Danışmanı Nilüfer Evligil tiyatro ve sistemi çok iyi bilen çok değerli bir insandı. O zamanın Ses Tiyatrosu bugünkü Ferhan Şensoy Tiyatrosu’nun olduğu yer. Orada batılı metotlarla operetler sahneye koymaya karar vermiş, finansmanı da koymuş, gazeteye ilan vermişti. 4-5 kişi seçildi, böylece önce tiyatroya başladım. Sinemaya da ilk olarak Köprü Altı Çocukları’yla 16 yaşında başladım.
- 1960’lı ve 1970’li yıllarda onlarca değerli sinema sanatçıları plak doldurmuşlardı. Bu plak yapma girişimlerine siz de katılarak üç plak doldurdunuz. “Keşke ben okusaydım” dediğiniz bir eser oldu mu?
Söz ve müziği Mehmet Soyarslan’a ait olan ve Cem Karaca’nın okuduğu “Resimdeki Gözyaşları” bestesini okumayı çok isterdim.
- Bir röportajınızda 13 rakamının size çok uğurlu geldiğini anlatmıştınız…
Evet, 13 numara benim uğur sayımdır “Boyalı Mendil” benim 13. filmim. Benim hayatımda önemli bir yer tutar kızım 13. meslek yılımda doğdu, 13 numaralı hangi evde otursam işlerim hep yolunda gitmiştir.
- Toplam kaç filmde oynadınız?
205 filmde rol aldım.
- Kaç film yönettiniz?
5 tane. 1971’de“Sürgünden Geliyorum”, 1973 “Cennetin Kapısı”, 1975 “En Büyük Patron” ve 1976 “Hammal” ve “Sürgün” filmleri…
- Ya tiyatro…
26 tiyatro oyununda rol aldım. Bir kısmını da sahneye koydum.
- Bir de Tony Curtis ve Charles Bronson’la beraber aynı filmde rol almıştınız…
Charles Bronson ve Tony Curtis ile oynadığımız ve İstanbul, İzmir, Nevşehir’de çektiğimiz “Paralı Askerler” (1970) filmi de sansüre uğramış, Türkiye gösterimi yasaklanmıştı. Onlar son derece profesyonel insanlardı. Çekimler benim için büyük bir deneyim oldu. Eğlenerek çalışmıştım. Kompleksleri yoktu, kendilerini aşmışlardı diyebilirim.
- Mesleğinizi severek ve bu misyonu başarıyla üstlenerek devam ettiriyorsunuz.
Kendi ülkemde başarılı olmak, ne mutlu bana altın portakal ödüllerim var. 60. sanat yılındayım. 1998 yılında devlet sanatçısı oldum.
- Bugüne kadar oynamak isteyip de oynayamadığınız bir rol var mı?
Atatürk… Fakat şu ana kadar da gösterime giren Atatürk rollerinde de görev almayı istemezdim. Benim oynayacağım proje daha farklı olmalı.
- Edebiyatçı bir babanın oğlu olarak sizin de yazarlık yönünüz çok kuvvetli. Biraz anlatabilir misiniz?
Babamın yıllar önce Varlık Dergisi’nde şiirleri çıkardı. Kendisi Rusya’dan kaçıp geldiğinden Rus Dili ve Edebiyatı’nı iyi biliyordu. Birçok çevirileri vardı. 5 sene Osman Gazi Üniversitesi’nde karşılaştırmalı edebiyat dersi verdiğim için senato tarafından takdir edildim ve onursal doktor unvanı verildi. İki adet şiir, 2 adet öykü kitabım var. Çalışmalarım devam ediyor. Türk sinema tarihini yazdım şu an baskıda akademik bir çalışmadır. 1914’den 1996’ya yani “Usta Beni Öldürsene” filmine kadar yıl yıl bütün dokümanları ele aldım. Büyük bir uğraş verdim. Şu günlerde çıkacak. Bir roman bitirdim. Adı “Günahkârlar Rıhtımı”, bu arada sinema anılarımı yazıyorum. Adını bir seyircim koydu “Biz sizinle büyüdük” oldu.
- Büyük bir beğeniyle izlenen “Unutulmaz” diziniz devam ediyor. Sizce sanat dünyası sizler gibi duayen olmuş sanatçılarımızdan yeteri kadar yararlanabiliyor mu?
Sizce…
- Günleriniz nasıl geçiyor?
Evimi çok seviyorum, işim olmadıkça hiçbir yere çıkmak istemiyorum. Dragos Sahil Sitesi’nde oturuyorum, manzarası bir harika. Her gün asistanımla oturup, kitaplarım üzerinde çalışıyorum.
- Fenerbahçe Dergisi hakkındaki düşünceleriniz?
Emsallerine göre çok kaliteli bir dergi. Fenerbahçe Spor Kulübü farkını burada da gösteriyor.
- Taraftara mesajınızı alabilir miyim?
Bir sözüm var benim: “Öykü yaşamdır. Öykü yaşanmazsa bir işe yaramaz”… Fenerbahçe de hepimiz için öyle. Fenerbahçe bir yaşamdır, yaşanmazsa bir işe yaramaz.
Fikret Hakan’ın aldığı ödüller:
1965, İzmir Enternasyonal Fuarı 1. Film Şenliği, En İyi Erkek Oyuncu, Keşanlı Ali Destanı
1965, Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, Keşanlı Ali Destanı
1968, Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, Ölüm Tarlası
1971, Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu, Hasret
1993, 30. Antalya Film Şenliği, Yalancı (TV), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
1997, 34. Antalya Film Şenliği, Yalancı (TV), Yaşam Boyu Onur Ödülü
2009- Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nden fahri doktorluk unvanı aldı.